Umudu Diri Tutmak ve Daha Cüretli Olmak Zorundayız

Günümüz koşullarında, emperyalizm ve işbirlikçi uşaklarının boğma ve imha saldırısı karşısında en temel insani değerleri sahiplenip korumak bile ciddi direnişleri, zorlu bedelleri göze almayı gerektiriyor.

Egemen sınıfların tarihte eşine az rastlanılan boyutlarda sergilediği vahşetini, barbarlığını kanıksatma ve kabullendirme çabasını sınıflar mücadelesi perspektifiyle ele alıp değerlendirmek zorundayız. Bu yapılamadığında, yaşananlar karşısında oradan oraya savrulmak kaçınılmazdır.

 

Sınıf mücadelesi perspektifinden uzak bir yaklaşım, oligarşinin manipüle etmede sahip olduğu olanak ve avantajlar karşısında direnişi küçümseme, hatta gereksiz görme, saldırıyı ve düşmanı abartma ya da tarafsız kalma hatalarına kolayca düşmeyi beraberinde getirecektir. İki sınıfın çatışma süreçlerinde, özellikle geçici yenilgi dönemlerinde bu tür savrulmalar karşımıza daima çıkar. Sınıf bilincinden yoksun emekçi kitlelerin yönelimlerini, davranışlarını belirleyen de bunlardır. Keza küçük burjuvazi gibi ara katmanlar da çarpışmanın keskinleştiği dönemlerde büyük oranda bu olguların etkisi altında belirlerler duruşlarını.

Stratejik konumlanış kadar, politik ve taktik atakların, açılımların da büyük önem arz ettiği böylesi süreçlerde, savunma ve karşı atağın yanı sıra düşmanın saldırılarının nedenlerini, hedeflerini, kapsamını da kitlelere kavratma noktasında genel geçer ajitasyon ve propagandanın ötesine geçmek zorunludur. Sağlam bir analize, güçlü ve sürekli bir propaganda faaliyetine dayanmayan, alternatifini ortaya koyamayan bir yöneliş başından itibaren bir kısırlık ve darlık taşıyacak, kitlelerin bilinçlerinde doğru bir şekillenme yaratamayacaktır. Yaşamın her alanında, her an sayısız yol, yöntem ve araçla düşman propagandasının bombardımanı altında tutulan kitlelerin yeterince açıklayıcı, kavratıcı ve sarsıcı olmayan birkaç görüşmeyle, birkaç bildiriyle saflaştırılıp kazanılması mümkün olabilir mi? Böylelikle hareketi hissetmesi, ona inanması, destek sunması ve giderek bizzat katılım sağlaması düşünülebilir mi?

Oysa oligarşinin her fırsatta güç gösterisinde bulunmasına; son derece etkili iletişim araçlarına sahip olmasına; beyinleri dumura uğratmak, bilinçleri bulandırmak için her türlü yolu denemesine; karşı-propagandayı en çirkin yöntemlerle sürekli gündemde tutmasına rağmen, (egemen sınıflar tarafından da sıkça dile getirildiği gibi) halkın yarıdan fazlasının mevcut düzene güven duymaması muazzam bir olanak değil midir? Halk düşmanı politika ve uygulamalarıyla kendi kendini teşhir etmekten kurtulamayan, tepeden tırnağa çürümüş bir düzeni bizler ne denli teşhir edebiliyoruz? Bunu sistemli ve yaygın bir çabayla, hayatın içindeki onca zengin yol, yöntem, araç-gereçle ve tam bir devrimci yaratıcılıkla ne ölçüde hayata geçiriyoruz? İşte bu sorulara pratik çabayla verilecek yanıt sayesinde, var olan nicel ve nitel güce sıçrama yaptırmak mümkün olacaktır. Güçlü bir pratiğin önünü aydınlatacak daha açıklayıcı ve ileri teoriyi oluşturmanın başka yolu ve zemini yoktur.

Öyleyse, öncü devrimcilere, ihtilalci inisiyatifi kelimenin tam anlamıyla ve tam bir iradilikle kullanması gerekenlere bu süreçte büyük görevler düştüğü unutulmamalıdır. Emekçi kitlelerin ezici çoğunluğunun bu zalim, zorba düzene karşı duyduğu hoşnutsuzluk salt bugünkü ekonomik-siyasal tükenişe, çürüyüşe bir tepki değildir. Tepkileri kolayca nötralize edilebilen, manipüle edilmeye açık vb. gibi toplumsal özelliklerin yanı sıra, esas olarak gelecek umudunu güçlü ve diri kılacak alternatifler görememenin, bu noktadaki güvensizliğin rolü büyüktür. Emekçilerin öfke ve tepkilerini siyasallaştırma, kitleleri bilinç, moral ve motivasyon yanıyla çarpışma dönemlerine hazırlama, onlara önderlik etme görevini yerine getirme doğrultusunda yeterli çaba harcanmadıkça, istenilen sonuçlara ulaşmak mümkün olmayacaktır. Somut ve maddi bir güce dönüşmeyen, belli bir sistematiğe sahip olmayan öfkenin mevziler kazandığı, devrime yol açtığı görülmemiştir. En küçüğünden en büyüğüne tüm kazanımların altında ciddi bir bilinç, kararlılık, yaratıcılık ve ısrar vardır. Bunlardan yoksun bir pratik görece gelişmeler kaydetse bile, sonuçta kaybetmeye mahkûmdur.

Tarihte hiçbir çarpışma kesin ve nihai zaferi tek başına tayin etmez. Zira bugün asıl belirleyici olan, sosyalizmin dünya ölçeğinde prestij kaybına uğradığı bir süreçte, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin kesin ezme tavrı karşısında, “taktik” adına geri çekilme ya da direnişten imtina etmenin yaratacağı sonuçları görüp görmemekti. Taktik yada yeni dönem vb. adına temel mücadele hatlarında çekilme demoralizasyon ve diğer olumsuzlukların önüne geçmenin tek yolu cüretle direnişe geçmek ve zulme ve baskıya rağmen bu direnişi sürdürmektir. Gelinen aşamaya kadar yaşanan kayıplar, ödenen bedeller, çarpışmadan kaçınarak ödenecek olanlardan daha ağır değildir. Görülmesi gereken birinci nokta budur.

Faşizmin sürekli olduğu bu coğrafyada, sürüngenler gibi yaşamaktansa ölümü tercih edecek yüzlerce, binlerce devrimcinin, yurtseverin varlığını hesaba katmayan oligarşi, suçlarına yeni suçlar eklemenin ötesine geçmemiştir. Henüz örgütlü olmasalar da, milyonlarca emekçinin öfkeyle yatıp öfkeyle kalktığı, yarının hesabını yapamaz duruma düşürüldüğü bir ülkede, kimsenin yaptığı yanına kâr kalmamıştır, kalmayacaktır da. En temel haklarından yoksun bırakılmış milyonlarca insanın adeta kölece yaşatılmak istendiği ülkemizde, halkların eşitçe, özgürce ve insanca yaşaması için mücadele veren devrimciler öteden beri ölümlerle korkutulmamış mıydı? Bu ülkenin kentlerinde, kırlarında birkaç saatte onlarcasını katletmemişler miydi? Devrimcileri ağır ve insanlık dışı işkencelerle, kaybetmelerle yıldırmak istememişler miydi? Her gün idam korkusuyla yaşamaları için ellerinden geleni yapmamışlar mıydı? Devrimcileri farelerin bile zor yaşadığı hücrelere pes etsinler, aman dilesinler diye yıllarca hapsetmemişler miydi? Henüz ömrünün baharındaki devrimcileri, yurtseverleri bir şafak vakti, ağızlarından tek bir pişmanlık sözcüğü dahi alamadan birer ikişer asmamışlar mıydı? Bu kanlı, kirli düzenin sahiplerinin denemedikleri ne kalmıştır? Neleri denemiş, ne sonuçlar almışlardı? Kısacası, ne zulüm yeni, ne de zulme karşı direnişin kendisi…

O halde bugün elzem olan, devrimci dili teoride ve pratikte yalın ve akıcı bir biçimde kullanmakta ustalaşmaktır. Tasfiyeci dalganın bu denli etkili olmasını, yaşanan olumsuzlukları emperyalist efendilerin ve yerli işbirlikçilerinin “karşı konulmaz” iradeleriyle açıklamak doğru ve gerçekçi değildir diyorsak, buna inanıyorsak, bilinçlerdeki tahribatı, yenilgi psikozunu politik-pratik bir bütünlük içerisinde ortadan kaldırmanın hesaplarını bir an önce yapmak zorundayız. Bu başarılmadan yaşanan kendiliğindenciliğin ve sürüklenmelerin önünde set oluşturmak mümkün değildir.

 

Bugün yaşamın her alanında, daha örgütlü ve bilinçli bir duruşa gereksinim vardır. Yaşanan somut gelişmeler üzerinden değerlendirdiğimizde, her türlü manipülasyonla karşı karşıya olan kitleler bir yana, ilerici ve sol dinamiklerde de sosyalizme inancın zayıfladığını, özgüven yitiminin yaygın hale geldiğini somut bir durum olarak tespit ediyorsak, bunun önümüze çıkardığı görevleri önemsemek durumundayız.

Görev, Marksist-Leninist bilincin beyinlerde yeniden işlenmesidir.

Görev, bu bilincin gerektirdiği yaratıcılığın yakalanmasıdır.

Görev, olmazı olur kılan bir iradenin yeniden ve daha güçlü bir biçimde inşasıdır.

Görev, devrimci dili, devrimin dilini ustaca kullanacak bir iradenin yaratılmasıdır.

Böyle bir çabanın öznesi olmak, nerede yaşanırsa yaşansın ve koşullar ne olursa olsun, emperyalistlerin ve işbirlikçisi bir avuç asalağın çıkarlarının dayatıldığı bir dünya düzenini cepheden reddetmektir. Buna uygun düşünmek, yaşamda, pratikte buna uygun konumlanmak ve davranmaktır. Dayatılan her türlü teslimiyete karşı direnmektir. Emperyalizmin ve oligarşinin topyekûn saldırısına karşı safları seyrekleştirmek değil, sıklaştırmak ve örgütlü davranışta ısrar etmektir. Bu mücadelenin öznesi olmak, yaşamdaki olumsuzlukları alt etmenin, engelleri ortadan kaldırmanın, zorlukların aşılmasının ancak emekle, sabırla, özveri, kararlılık ve cüretle gerçekleşebileceğini bilince çıkarmak ve bunun da bir süreç sorunu olduğunu kavramaktır.

Devrimci mücadeleyi zafere taşıma iddiasının sahipleri olarak, önce hissedilecek, sonra inanılıp güven duyulacak ve ardından da destek sunulacak, gösterdiği doğru hedefleri ölümüne başarmaya çalışacak bir örgütlülük yaratmayı başarmalıyız. Oligarşinin her türlü terör ve zorbalığa pervasızca başvurduğu, iktidarını sürdürebilmesinin doğrudan buna bağlı olduğu koşullarda, söylem ve eylem tutarlılığı bakımından emekçi halklarla bütünleşme yaşadığımız oranda sahiplenme ve destek sorunu yaşamayacağımızı ısrarla yineliyoruz.

Gelinen aşama yeterince tatmin edici değilse de, her türlü engele rağmen, kendi özgünlüğümüz açısından geçerli onlarca olumsuzluğa rağmen, doğru bir zeminde ilerlediğimiz kuşkusuzdur. Sorun, mesajlarımızı devrimden çıkarı olan kesimlere doğrudan taşıyabilecek ilişki ve yönelimlerin daha da netleştirilmesidir. Sorun, mücadelenin görevlerini her koşulda yerine getirme doğrultusundaki adımların atılabilmesi için, hedeflerde ve programda açılımlar yapabilmektir. Bunun başlıca koşulu ise, yaşadığımız ülke ve mücadelenin reddedilmez bir gerçeği olarak, faşizmin canı istediği zaman darbeler vuramayacağı bir biçimde kendi güvenliğini sağlayabilen bir konuma ulaşmaktır. İhtiyacımız olan budur ve bu başarılacaktır.

Ş. Şimşir

Önceki İçerikHDP Seçimlere Parti Olarak mı Girmeli? Fırsatlar ve Riskler…
Sonraki İçerikAnıları Önünde Eğiliyoruz!