Faşist sistem her geçen gün içerisinde bulunduğu krizi aşmak ve kitlelerin dikkatini başka yöne çekmek için içeride ve dışarıda yürüttüğü saldırganlık politikalarıyla üstünü örtmeye çalışıyor. Suriye-Rojava işgali, İdlib’e yığınak üstüne yığınak yapan, Libya ve tekrardan Irak-Kürdistan’da işgal alanlarını genişletme ve askeri üsler kurma çabasında. Burada ki işgalini kalıcılaştırıp, Kandilden Kobane’ye bir kuşatma hattı yaratma çabasında. Tüm bu adımları ABD emperyalizmden bağımsız değildir. Bugünlerde çok gündemde olan John Bolton’un yazdığı, “Olayların Yaşandığı Oda” kitabında bunu çok somut olarak göstermektedir. Bu konuda devrimciler yıllardır emperyalizmin iki yüzlü yönüne yaptıkları tüm vurgu ve dikkat çekmeleri ne yazık ki dogmatizmden kurtulamama vb eleştirileriyle hep karşılık buldu.
Konumuza dönecek olursak; Faşist sistem dışta saldırganlık ve işgal girişimlerini her geçen gün artırırken, içteki baskı ve hak gasplarını da tırmandırıyor. Bu saldırgan ve yasakçı politikalar sistemin çıkmaz ve krizini aşmayı hedefleyen devlet, içeride ise kadınlara yönelik teslim alma politikalarını artırıyor. İstanbul anlaşmasından da çekilerek bir adım daha ileriye attı. Bekçiler kanunu, polisin yetkilerini arttıran yasalar, Barolara yönelik saldırıları, Ayasofya’nın ibadete açılması vb vb.. ülke içinde giderek biriken öfkenin bir patlamaya dönüşmesinin önüne geçmek için bir yandan baskıları artırırken, diger yandan da ırkçı-şoven duyguları öne çıkararak kontrol altında tutma çabasında.
İşte AKP- MHP iktidarı altında ki faşist Türk devleti asıl olarak tüm Kürdistan topraklarında işgal ve savaşı büyütüyor olması iki yönlüdür. Bir yanda emperyalist efendilerinin önünü açmak ise diğer yönü kendi sıkışmışlığını çözme çabasıdır. Irak-Kürdistan ve medya savunma alanlarına yönelik giriştiği işgal ile birlikte gerillanın sert direnişiyle karşılaştı. Bu direniş karşısında yalpalayan faşist devlet tekrardan Rojava’ya yönelik yeni saldırılara yönelecektir.
Faşist sistemin sıkışmışlığı karşısında iktidarını sürdürmesinin tek yolu, içerde ve dışarda savaşı şiddetlendirmek ve süreklileştirmektir. Savaş durduğu noktada onun en büyük korkusu olan Türkiye tarafının bastırılmış tüm dinamikleri siyaset sahnesine fırlatacaktır ve bunu en iyi AKP-MHP yönetiminde ki faşist sistem bilmektedir.
Önümüzdeki süreç faşist sistem için daha fazla bunalım içermekte, egemen sınıflar içerisinde parçalanma ve emareleri göstermektedir. Emperyalist-kapitalist sistem kendi arasında ki çelişki çatışmanın faturasını her zaman olduğu gibi bu krizin esas faturasını ise işçi sınıfı, emekçilere ve azınlıklara kesecektir. Türkiye faşist sistemi şimdiden bu faturayı çok ağır bedellerle zaten halklarımızın sırtına yıkılmış durumda. Kadın cinayetleri, ekolojik talan, işsizlik, enflasyon, zamlar, baskı yasaları vb katmerli hale gelmiştir.
Bu keskinleşen çelişkiler savaş karşısında mücadeleyi de keskinleştirecektir. Bunun içindir ki bu noktada devrimcilerin tutum ve duruşları da daha net ve sistemi hedeflemek zorunda. Sistemin iyileştirilmesi, legal siyaset ile bu sürece kurban edilmesinin önüne set çekmek zorundayız. Çünkü bu topyekûn saldırı sürecine karşı, mücadeleyi keskinleştirmek, buna denk bir hatta örgütlenmek ve bir mücadele çizgisi oluşturmak kaçınılmazdır. Faşist sistemin gündeminin peşine takılmak, onların aldatıcı “demokrasi” manevraları ancak onların nefes alması ve sistemlerini sağlama almasını sağlar. Bunun için bu sürecin kafa karışıklığıyla değil net duruşa ihtiyaç vardır. Doğru politik tutum ve bunun pratikte doğru ele alınması gerekmektedir.
Türkiye oligarşisi ve iktidarı ancak savaş sürdükçe devam edebilir. Bu koşulda tüm gücümüzle Kürt halkına karşı yürütülen savaş ve saldırı konseptine karşı mücadeleyi geliştirmeliyiz. İşgalci savaş karşısında hem Kürt halkının özgürlük mücadelesinin yanında olmak ve devrimci savaşı geliştirmek, devrimci olmanın gerekliliğidir.
Bugün faşist sistem AKP-MHP iktidarıyla Türkiye’de şeriatçı faşizmi ile İslam devletini hızla inşa etmektedir. Bu da özünde IŞİD düzenidir. Unutulmamalı ki, bu IŞİD düzeni ile tüm kesimlerin yaşam hakkı yok edilecektir. Devrimci Hareketin çeperinde ki herkes bu gerçekleri önce kendisi kavramalı ve bilince çıkarmalı bununla birlikte bu gerçekliği kitlelere taşımalı. Bu koşullarda Kürtlere yönelik savaş bir bütün olarak tüm toplumu teslim alma ve karşıtların imhasının hazırlamaktır. Bu iyi kavranmalı ve bilince çıkarılmalıdır, tersi yaklaşım sadece siyasi körlük değil, siyasal ve ideolojik intihar olacaktır.
Sonuç olarak, bu sürecin önümüze koyduğu görevler, devrimi savunma, halkları savunma ve geleceğimizi inşa etme görevleridir. Tüm irade ve gücümüzle bu görevlere sarılmalıyız ve mutlaka başarmalıyız, başarmak zorundayız. Tarih devrimcilere de yurtseverlere de başka bir alternatif bırakmamakta.
14 Temmuz 2020