Tarihin Kül Rengi Dönemi

Tanım Marx’a ait.

Sınıflar mücadelesinin genel çizileri dışında, ara sınıfların ekseninde gelişen özel ve geçici bir dönemi incelediği Brümer’de kullanıyor bu tanımı.

Metafor, Türkiye’nin uzun bir süredir içinden geçmekte olduğu geçiş döneminin artık sonuna yaklaşıldığı için iyice ayyuka çıkan kaotik manzarayı hem biraz kategorik çağrışımları üzerinden anlamak hem de tanımlayabilmek için oldukça uygun düşmekte.


Kurucu cumhuriyet burjuvazisi bir yandan neoliberal politikalarla kendini var eden devletçilikten kurtulmaya çalışıp, bir yandan da müsiad’ı, tüsiad bünyesinde kabullenecek kertede tefeci bezirgan sermayenin iyice palazlanarak iktisadi ve siyasi hegemonyayı ele geçirmesinden hoşnutsuzken..

Keza aynı burjuvazi bir yandan yenilenmiş chp üzerinden yeni siyasal arayışlarla yeniden devlete sığınmaya çalışıp, bir yandan da devlet sınıflarının geleneksel sömürgeci Türk ideolojisiyle uluslararası finanskapitalin İran’a karşı Türk-Kürt cephesi kurmayı öngören bölgesel Çald-İran programları arasındaki çelişkiyi nasıl gidereceğini çözemezken..

Kadim sermaye bir yandan TC’nin ılımlı İslam ve devletçi Kürt’le yeniden yapılandırılmasını öngören uluslararası konjonktür yardımıyla yüzyıllardır altında ezildiği devletçiliğe peş peşe intikam davaları açıp, bir yandan da keza uluslararası emperyalizmin TC-İsrail- Gerici Arap rejimleri ittifakı üzerinden yürüttüğü bölgesel istihkamlarını dağıtmasına yol açarken…

Keza aynı kadim burjuvazi bir yandan uluslararası sistemin kendisine verdiği bölgesel islamı ve sömürgeci devleti ılımlaştırma görevlerini yerine getirmeye çalışıp, bir yandan da hem İran’ın, Hamas’ın yanında radikal islamın hem Kürt halkına saldırıda sömürgeci devletin en ileri sözcülüğüne soyunurken…

Ağır sindirilmişlik altındaki proletaryanın basit ekonomik direnişleri bir bayram havasında kutladığına bakılacak olursa daha ciddi kendiliğinden başkaldırıların oldukça uzağında olduğu görülürken…

Proleterci çizgiyi militan tarzlarla ve Kürt halkıyla devrimsel bir yoldaşlaşma içinde kavrayan devrimci yapıların karşı devrim tarafından bastırılması sonrasında, sosyalist ortamda devrimin kızılını ancak cumhuriyetçi burjuvazinin sivil toplum örgütlenmesinin, halk evlerinin bayrağında görenler ve devlet şiddeti altında ezilen yenik halk sınıflarının sistemle uzlaşı rengi maviyi partileştirenler öne çıkarken, bunların dışındakiler sosyalist kulüp faaliyetinden öte bir etkinlik göstermezken…

Statükonun demokratik muhalefetinin sığındığı liberal ve postmodern labirentlerinden söylemsel, kurumsal ve edimsel olarak net ve yalın bir yorum ve tutum üretmek imkansızdır.

Bu yüzdendir ki, koşullar; bir yandan proletaryanın ve yenik devrimin yarattığı steril ortam, diğer yandan uluslar arası gidişatın dayatması, Türkiye sermaye blokunun hem kendi arasındaki hem kendi içindeki modern ve antika eğilimleri, ideolojik ve siyasal tutumları açığa çıkarınca ne liberal aydınlar, ne sol-sosyalist düşünürlerimiz sürecin neresinde duracaklarını bilemez oldular. Modernizmden yana tavır alayım derken geleneksel devletçiliğin koynuna, devletten kaçayım derken fethullahçı gericiliğin omuzdaşlığına, İran’a karşı olayım derken Amerikancı renkli devrimlerin şakşakçılığına, gerici iktidarın elindeki Filistin bayrağına karşı siyonizmin kucağına, sınıfçılık adına Kürt’e uzak durup statüko destekçiliğine savrulmalar sıradanlaştı.

Kendisi zaten bir ara sınıf sosyal varlığa içkin olan küçükburjuva sol-sosyalist kesimin post marksist, post modern düşünsel aparatları itibariyle olayların ve süreçlerin böylesi yüzeysel ve derinliksiz kavranmaları kaçınılmazdır.

Marx’ın Brümer’de özel bir dönem üzerine gösterdiği gözlem ve analiz gücünün yüksekliği bir yandan olayların üç yıl gibi görece kısa bir süreçte ve de Engels’in tanımıyla, sınıf mücadelesinin en kesin ve en belirli yaşandığı bir ülkede geçmesinin yanı sıra, aynı zamanda keza Engels’in sözleriyle Marx’ın ülke tarihine ilişkin üstün bilgisi ve kurucusu olduğu tarihsel maddeci metodu sayesindedir.

Türkiyeli aydın küçükburjuvaziyi olaylar karşısında şaşkın bırakan ise ülkenin klasik modellere oldukça aykırı olan özgün tarihsel ve sosyal arka planıdır. Türkiye gibi modern topluma geçiş süreçlerini devrimci tarzda gerçekleştirememiş, modern sınıflarının sınıfsal reflekslerinin tarihsel olarak yeterince gelişme imkanı bulamadığı, ara sınıfların toplumsal ve siyasal varlıklarını, davranış geleneklerini sürdürebildiği ve haliyle “ortaçağlarının çokluğu” (Kıvılcımlı) ile bilinen bir doğu ülkesi söz konusu olduğunda iyice sündürülmüş süreçler ve belirsizlikler konusunda sadece olayların günlük dilini algılamanıza yardımcı olacak diyalektik bir bakış açısına değil aynı zamanda bu ülke gerçeğini çözümlemenize yardımcı olacak bir tarih bakışına, “tartışılamayacak” bir tarih tezine sahip olmanız da gereklidir.

Bu saptamamız elbette “anlama”yı “değiştirme”nin önceli görenler ve buna niyetli olanlar için önemlidir. Eylemsizliğini ahkamının gereksizliğine yedirmiş olanlar için değil..

Gözlemek çok kolay; sistemden tümüyle kopuşu, ona cepheden bir karşı duruşu gündemine alamayan küçükburjuva sosyalizmi, devrim temelli “üçüncü cephe yaratma” söylemini “vesayet” tartışmalarıyla içeriksizleştirerek statükonun yıldırımlarını üzerine çekmeden altına sığınacağı sol bir şemsiye haline getirmeye çalışıyor.

Aslına bakarsanız, Kürt özgürlük hareketi üçüncü cepheyi çoktan açtı, bile.

Şimdi metropol sosyalizmine düşen ya doğrudan bu cepheyi güçlendirmektir ya da buna koşut anlamda kendi cephesini yani, deyim yerindeyse, dördüncü cepheyi oluşturmaktır.

Ama unutulmamalıdır ki böyle bir cephenin siyasal sahiciliği, onu karşı devrimin izin verdiği Beyoğlu salonlarında değil düşmanın top ateşinin altında çatmayı göze almakla mümkündür.

19.06.2010 

 

 

Önceki İçerikKapanan Bir Konjonktürün Ardından: 24 Ocak
Sonraki İçerikFırtına Yaklaşırken Rotayı Tutturmak İçin Kerterizler