Geçtiğimiz haftasonu Başkan Obama Suriye’de askeri güç kullanımına onay veren bir yasa için Kongre’nin onayını kazanmak üzere zorlu bir savaşa girmiş gibi görünürken, ihtimaller kararın çıkması yönüne kaymış gibi. Bu kayış John Kerry’nin tutkulu “Münih anı” vaazlarından çok, İsrail lobisinin açık seçik müdahale lehine kavgaya girmiş olmasından kaynaklanıyor. AIPAC bunu Salı günü resmileştirdi. Israil hükümeti Kongre’den önce bu konuda belirleyici oya sahip olabilir, ama Obama yönetiminin iki hafta önce kimyasal gaz saldırısını Esad rejimine bağlamak için güvendiği istihbarat kaynağının kendisi olabileceği için değil (gerçi bu konuda sorulacak ilginç sorular var), bir sonraki seçim kampanyalarını bekleyen Kongre üyeleri Benjamin Netanyahu hükümetinin nasıl bir oy istediğini düşündükleri için: Amerika’daki siyasi diskurda genellikle “İsrail’e destek”le bir tutulan bir kriter.
Birkaç gün önce bazıları Kongre’deki oylamada siyasi cesaret ölçüsünün Suriye’ye askeri müdahaleye karşı çıkan çoğulcu Amerikan kamuoyunu –her iki partinin de yandaşları da içinde olmak üzere- itiraz etmek olacağını söylüyordu. Şimdi daha iyi bir ölçü, lobinin tercihine karşı çıkmak olacaktır. Daha önce sayısız kez görmüş olduğumuz gibi bu tür bir cesareti fazla görmeyi kimse beklememelidir.
Askeri saldırı lehine oy verecek olanlar, silahlı güçlere bu şekilde başvurmanın, İsrail’in Ortadoğu’da uzun zamandır amaçlarına ulaşma yöntemleriyle son derece tutarlı olacağı gibi, Obama yönetiminin tezini öne sürmek için söylediği temel konuların bazılarıyla tutarsız olacağının da farkına varmalıdır. Bunlardan biri ABD’nin her tür askeri eyleminin sürenin yanı sıra yoğunluk olarak da son derece sınırlı olacağıdır. Bir ABD saldırısının ardından öteki taraftan bir misilleme ya da şiddetin tırmandırılması olursa bunun nasıl sağlanacağını ne yönetim ne de başka bir kimse yeterince açıkladı. California’dan Cumhuriyetçi Ed Royce’un Dış İlişkiler Komitesi’nin Çarşamba günkü oturumunda gözlediği gibi, “Bundan sonra neler olacağında Esad rejiminin söyleyecek sözü vardır.” Bir ulusal güvenlik stratejisinin kurulmasında nasıl rol oynayacağını bilen İsrail’e göre bu konuda endişe edecek bir şey yok. Çim tekrardan biçilir, sonra yine biçilir. ABD için sorun kendisini bu tür bir sonsuz savaş durumuna sokmayı isteyip istemediğidir.
Yönetimin tezindeki diğer bir büyük konu da, uluslararası tutum normlarına saygı göstermekle ilgilidir. Ama en temel uluslararası normlardan birinin ihlal edilmesinin –saldırının kendisi öz savunma değilse ya da BM Güvenlik Konseyi’nin onayını almamışsa başka bir egemen devlete saldırmak- norm saygısını nasıl yok ettiğini kimse açıklamıyor.
Burada yine İsrail için Suriye, Lübnan, Gazze ve başka yerlerde defalarca çim biçerek saldırmamazlık normunu uzun zamandır ihlal eden bir ülke olarak bir tereddüt yoktur. Birleşmiş Milletler’e gelince, İsrailli politika oluşturucular bu kurumdan vazgeçeli uzun zaman oldu; Güvenlik Konseyi’nde ABD’den bir veto daha alma zamanı geldiğinde ya da dünya örgütüne katılmak isteyen başkaları hakkında yaygara koparmak için bu kuruma dikkatlerini yöneltiyorlar ancak. ABD için söz konusu normun hâlâ değeri büyük, hiç değilse özellikle konvansiyonel olmayan silah türleri konusunda daha dar kapsamlı normlar kadar büyük.
Konvansiyonel olmayan silahlara gelirsek, burada İsrail’in iş görme yöntemi uluslararası konvansıyonlardan, inceleme rejimlerinden ve silah kontrolü ile silahsızlanma hedefleriyle ilgili barışçıl yollardan vazgeçmek oldu. Bunların yerine tek taraflı askeri güç uyguladı yine. Konu kendisinin nükleer silahlarına gelince İsreil kuşkusuz uzun zamandır her tür uluslararası işbirliğini, şeffaflığı ya da dürüstlüğü reddediyor. Kimyasal silahlar konusunda 189 devlet Kimyasal Silah Konvansiyonu’nun tarafıdır; İsrail (Suriye ile birlikte) taraf olmayan sadece yedi devletten biridir. Barışçıl silah kontrolü ve silahsızlanma hedefine adanmış uluslararası yapıların kurulmasında büyük bir oyuncu olan ABD hâlâ bu yapılara önemli bir ilgi gösteriyor ve bu yapıları ve temsil ettiklerini bir kenara fırlatıp silahlara yönelirse kaybedecek çok şeyi var.
ABD Kongresi’nin şimdi karşı karşıya olduğu soruyu daha geniş ve daha genel bir şekilde sorma yolu şöyledir: ABD, uluslararası yasaları, uluslararası örgütleri ve uluslararası hedeflerin barışçıl takibini bir kenara fırlatmakla kalmayıp, müzmin bir savaş hali, fazlasıyla yalıtılma ve yanında getireceği tüm maliyet ve riskleri içeren bir yolda güçlü ve ayrıcalıklı İsrail müşterisinin peşinden gitmek ister mi? Bugünkü İsrail hükümeti bu yolu kendisi için seçmiştir, ABD aynı yoldan neden gitmek istesin?
Netanyahu hükümetinde her zaman olduğu gibi, arka planda İran konusu vardır. Netanyahu ve meslektaşları, ABD’nin Suriye’ye saldırmasının İran konusunu gündemde tutma hedeflerine hizmet edeceğini (böylece doğrudan İsrail’i içeren konulardan uluslararası dikkati uzaklaştırmak ve İran’ın İsrail’le rekabetinde hiçbir zaman ABD’nin ortağı olmasını engellemek gibi başka amaçlara da hizmet edeceğini), İran’ın nükleer programında müzakere sonucu bir anlaşma şansını azaltmayı ve gelecekte İran’a bir ABD müdahalesi şansını artıracağını muhtemelen doğru şekilde hesaplamışlar belli ki. Batıya anlaşmayı kolaylaştıracak tavizler vermeye direnen İran şahinlerine cephane sağlayacak bir Suriye saldırısını istemenin yanı sıra İsrail hükümeti, Suriye’de, gelecekte İran’a karşı askeri güç kullanma onayını zorlaştıracak bir kongre sonucu da istemiyor. Kaldı ki, Kongre, bir rejim yasaklanan ve tiksinilen bir silaha sahip olmakla kalmayıp öldürücü düzeyde kullanmışken askeri eyleme hayır derse, bu korkunç silaha asla sahip olmayan ya da kullanmayan, bu silahı yapma kararı vermemiş ve bir saldırının tek mantığının belki bir gün bu rejimin böyle bir karar verip de böyle bir silahı yapmasına yardımcı olabilecek bir programa sahip olması olacağı farklı rejim için evet demesi nasıl beklenebilir?
İsrail ve İran’la ilgili başka bir boyut daha var; Netanyahu’nun zaten zihinlerde var olan, kendi ordusunun tetiği çekip İran’a saldırması için elleri kaşınan biri imajına dayalı bir boyut. Bu imaj son günlerde o kadar çok yorumla desteklendi ki, Obama’nın Suriye konusundaki varsayılan tereddüdü –topu Kongre’ye atmasıyla- İran kadar önemli bir konuda İsrail’in kendisinden başka kimseye güvenemeyeceğini gösterdi. Bütün bunlar, bazı Kongre üyelerini de ikircime sürükleyebilecek argümana yol açıyor: ABD askeri güç kullanıp cezasını verme konusunda kesin bir tutum alarak Netanyahu’yu yatıştırmazsa İsrail başbakanı İran’la yeni bir savaş başlatmaya eğilimlidir.
Bu nedenle Netanyahu’nun İran konusunda bitip tükenmeyen savaş tehdidi, ABD’nin Suriye’ye karşı savaşa girme ihtimalini artırıyor, bu da Netanyahu’nun gelecekte İran’a karşı bir ABD savaşı satma yeteneğini artıracaktır. Bu oyun Netanyahu için iyi iş görüyor. ABD içinse berbat bir oyun.
*nationalinterest.com sitesinden Devrimci Cephe için Feza Yılmaz tarafından çevrilmiştir. 4.9.13