Kendimizi yeniden tanımlamak ve mücadele ruhuyla kendimizi donatmaktan geçmektedir.
Bugün ülkemizde yaşananların karşısında devrimcilik adına sisteme açık tavır almadan onunla dişe diş bir mücadeleyi göze almadan bahsedilecek devrimciliğin devrimcilik olmadığı kesin. Faşizmin her türlü baskı ve vahşeti karşısında dolambaçlı yolara sapmak, onda demokrasi beklemek safdillik değilse sınıf uzlaşmacılığı ve sistemin yedeğine düşmek onda medet ummaktır ki bunun adi asla devrimcilik olmaz.
Faşizm bizim ülkemizde hep gündemdi. Ancak Türkiye oligarşisi, toplumsal mücadelenin boyutuna göre, kendi iç çelişkileri, uluslararası emperyalist efendilerinin çıkar ve çelişkilerinin ihtiyaçlarına göre faşizmi açık ve gizli olarak uyguluyordu. Açık-faşist rejim ülke gündeminde asil olarak 12 Eylül askeri faşist cuntasıyla birlikte kurumlaştırılarak sürekli hale getirilmiştir.
Faşizmin başat görevi kendisinin temsil etiği sınıfın çıkarlarını korumak ise asil olarakta toplumsal muhalefeti ve onun öncüsü devrimcileri sindirme, onları mevcut düzene entegre etme hedefi, bu oligarşi açısından vazgeçilmez bir hedef olmuştur hep. 12 Eylül’le bu konuda, oligarşi, önemli adımlar atmış, epey mesafe kahtetmiştir. Tabii bu arada, bütünüyle sindiremediği devrimci, ilerici kesimleri ve onların faaliyetlerini burjuva düzenine zarar vermeyecek, onu sarsmayacak bir çizgide, yani en az direnme çizgisinde (reformist ve her cinsten pasifist) tutabilmenin politik hesaplarını yapmayı da hiçbir zaman ihmal etmediği bilinmektedir.
Dünya insanlık ve mücadeleler tarihi sınıf mücadelesinin bugüne kadar ortaya koyduğu gibi faşizmi alt etmenin biricik yolu onunla dişe diş mücadeledir. Bunun dışındaki yaklaşımların mücadelede kaçış ve sınıf uzlaşmacılığıdır. Faşizmin devrimci mücadele ruhunun zaman zaman geriletmesi geçicidir, sürekli değildir; ülkelerin sınıflar mücadelesi tarihinin sadece belirli dönemlerinde, mücadele etme ruhunu körelterek bile, birçok olumsuz öğenin bir araya gelmesiyle ortaya çıkar. Mutlak olan, birbirlerini dışlayan karşıtların mücadelesi, hareket ve gelişme ise, ki diyalektik olarak böyledir. O zaman, mücadele ruhunun ve bilincinin başta devrimci unsurları, giderek kitleleri sarması, uygun mücadele yöntemleriyle, onların mücadele içine çekilmesi kaçınılmaz bir olgudur. Bunun yolluda öncelikle kendimizi mücadele ruhuyla donatmak ve bu ruhu kitlelere kavratmanın yol ve yöntemlerini geliştirmek zorundayız. Unutmayalim ki sınıflar mücadelesi de faşizme karşı mücadelede mücadele ruhuna sahip olmadan yürütülemez.
Yürüttüğümüz sınıflar mücadelesinde faşizm karşısında mücadele ruhunun gerilemesi, doğal olarak, aynı saflarda devrimci faaliyet içinde bulunan unsurların birbirleriyle olan devrimci ilişkilerini de olumsuz yönde etkilemektedir. 12 Eylül açık-faşizm koşullarında, devrimci faaliyetin yürütülüşündeki güçlükler, yenilen örgütsel darbeler vb. tek tek devrimci unsurların kendilerine ve devrimci hareketlerine olan güvenlerini sarsmıştır. Devrimci faaliyetteki gerileyiş, açık-faşist yönetime karşı ciddi devrimci alternatif sunulmayışı güvensizliği beslemiş, bu olumsuz gidişin derinleşmesinde rol oynamıştır. Bugünde gerek bir bütün olarak Türkiye devrimci hareketinin bu süreçte yeterince ön acıcı olamaması ve kendisiyle yüzleşmede kaçınıp dar grupçu çıkarlar ve gelenek maskesinin arkasına gizlenerek kendisini var etme çabasının katkısı büyüktür. Yaşamda, dünyadaki gelişme değişen çelişki-çatışmalardan kopuk var olanı koruma korku, kaygısı hayata geçirmeye çelişiği `devrimcilik` ön acıcı olamadığı gibi daha büyük tahribatlara yola açmış ve kitleler nezdinde güvensizliği büyütmüştür. Bu da devrimci faaliyet içinde bulunan unsurların başta kendilerine ve aynı faaliyet içinde yer alan diğer unsurlara tam bir güven içinde yaklaşmalarının devrimci faaliyetteki önemi, hedefe doğru, sağlam ve kalıcı adımlarla ilerlemeyi sağlamaktadır.
Bugün faşizmin dizginsiz saldırıları karşısında öncelikle hata ve eksikliklerin giderilmesinde, elde edilen deneylerin ışığında statükoculuk ve ortaya çıkan eksiklerin tartışılmasının, geçmişin elimizi kolumuzu bağlayan statükoculukları ve güne yanıt olmayan tarzı hızla terk edilmelidir.
Unutmayalim ki devrimci faaliyete katılmayı süper insanların işi gibi görmek, tamamıyla yanlıştır. Önceden var olan yalpalamalar, tereddütler, korkaklıklar devrimci faaliyet içinde yavaş yavaş yok olacaktır.
Devrimci faaliyet içinde bulunan, ancak devrimci mücadelenin gereklerini yerine getirmede kendini tam olarak vermeyen, birçok konuda kendini esirgeyen, yani “kendini koruma anlayışında” ifadesini bulan davranışlar içerisine giren devrimci unsurlar, bu tür eğilimleriyle gerçek birer proleter devrimci gibi değil, küçük burjuvaca davranmaktadırlar.
“Kendini koruma anlayışının” temelinde, kendine ve devrimci faaliyete olan güvensizlik yatmaktadır. “Kendini koruma”, 12 Eylül sonrasının en revaçta anlayışı olarak ortaya çıktı. Bugün de kendisini silahlı mücadele karşıtlığı ve yasalcılık hastalığıyla mücadelenin önüne barikat olarak koymaktadır. Bu uzlaşmacı, mücadelede, sert çatışmadan ürken yanlış anlayış devrimci saflarda önemli bir anlayış olarak görülmekte.
Hangi biçime bürünürse bürünsün, faşizm gerçeği karşısında ara yolara sapan anlayışa karşı mücadele edilmeli, küçük burjuvaya yakışan bu yanlış anlayışı besleyen davranışlar üzerinde ciddiyetle durulmalı.
Faşizm karşısında mücadele ancak devrimci bilinci ve devrimci mücadele ruhunu yükselterek mümkündür. Devrimcilik güveni, fedakârlık ruhunu, devrimci dava uğruna kendini feda etme devrimci anlayışını, kitlelere yayacak, onların bağrında maddi bir güce bürünecektir.
Ama öncelikle devrimciler, yığınlara önderlik edenler, eski dünyanın dar kalıplarında sıyrılarak günün gerçekliğini kavrayarak bu ruhla donanmalı.
20 Eylül 2020