ŞİMDİ DAHA GÜÇLÜYÜZ

Zorlu bir süreci geride bıraktık. Devrimci hareketin önüne koy­duğu kimi hedefler ve yaşanan koşulların aşılmasında belirlediği politikalar, sancılı ve çalkantılı bir sürecin ardından güç ve olanak­larını, dinamiklerini daha bir açığa çıkartarak çıktı. Bundan sonraki süreç, kendine güveni esas alan bir temel­de, dinamiklerini iyi istihdam eden, güçlendiren bir örgütlenmeye teka­bül edecektir.

Dün bir arayışla değil, toparlan­mayı ve bu toparlanmanın etrafında kendini yeniden tanımlamayı he­deflerken, bugün içinde bulundu­ğumuz aşama, kendini tanımlamış olarak işe başlamaktayız. Bu tanımlama; tarihidir, bu tanımlama, toplumsal ve sosyal sürecin çatışmasında oy­nanan roldedir, bu tanımlama, hedef ve amaçların belirlenmesinedir, bu tanımlama, yeni insana, yeni kadro ve mücadele hattı anlayışına yöneliktir.

Dünün sancılı, sıkıntılı sorunları, yeni bir toparlanmanın kaçınılmaz sonuçlarıydı. Bu sonuçlar bilimsel düşünülerek ele alınmazsa pratik sonuçlardan olumsuzluklara varmak kolay olur. Ya da kendini tekrar eden gelişmelerle düşünmeye vardırır. Bunu aşan ve kolay kolay bu cendereye hapsolmayacak bir deney ve tecrübeden geçtik. Şimdi tüm bunları devrimci hareketin daha ileri bir adımı için kullanmanın zamanıdır. Evet, şimdi nereden başlamalı sorusun­dan çok, nasıl başlamalı sorusu önemlidir ki bunun cevabı da bizler açısından açık ve nettir.

Bu soruya bulacağımız cevaplar, ya da bulduğumuz cevaplar, bizim tarih karşısında sorumluluklarına sahip çıkan bir yapı olduğumuzu belirleyeceği gibi, geleceğimizi belirleyen, bize adım attıran, nitel değişimlere uğratan bir gelişmeyi de beraberinde getirecektir.

Artık kitlelerin karşısına, onların dünyasını darlaştıran dünün sorunlarıyla ve “nasıl açıklayaca­ğız?”, “ne diyeceğiz?” vb. baskılan­malarıyla, güvensizlikler taşıyan sorularla değil. Yeni süreci onlara da kavratmaya dönük bir bilinçlenme eylemi ile çıkacağız. Ve geleceği­mizin teorik ve pratik projesini in­sanlarımızın önüne koyarak yaşamını buna göre ayarlamasını isteyeceğiz. O yüzdendir ki artık geçmişin çarpık ve zaaflarla dolu ilişki biçiminden hareketle ne bugünü açıklama nede geleceği bunun üzerinde temellendirme yön­temi benimsenmelidir. Geçmiş, sa­dece deney ve tecrübeler ışığı al­tında, irdelenerek, bugünün dina­miklerine hizmet eder hale geti­rilmelidir. Bizim hedefimiz bilimsel düşünüş ve eylemimiz bu yönde olacaktır.

Tarih ve yaşanalar karşısında haklı olmak, ya da sürekli bu gerçekliği ifade etmek yetmiyor. O haklı olmanın tüm gerçekliğine rağmen faşizmin zulmü hüküm sürüyorsa ve halklarımız baskı, zulüm, yokluk yoksulluk içinde yaşam mücadelesi veriyorsa, grupsal çıkarları bir yana bırakıp düşünmek zorundayız. Bu toprakların devrimcileri olarak neden niçinleri hiçbir kaygı taşımadan ortaya koyup bugün geç kalmanın özeleştirisini pratikle vermeliyiz. Tarih ve halklarımız karşısında suçlu ve sorumluğunu yerine getirmemiş olan olmak istemiyorsak insani temel değerlere yanıt olmak zorundayız.

Her şeyden önce tarih ve sınıflar mücadelesinin öğrettiği bir gerçeklik vardır; kaybetmeyi göze alamayanlar kazanamaz da. Bunun için devrimciliğe nerden baktığımız, neleri göze alıp alamadığımız, nerede durduğumuz bunun en somut cevabıdır. Devrimci gibi davranıp bedel ödemeyi göze alırsak kazanırız. Eğer kaygı tereddüt ve acabalı bakıyorsak halkın çıkarlarını değil dar grupsal çıkarlarımızın kaygısındaysak baştan kaybetmişizdir demektir. Çünkü yaşama ve sorunlara devrimci bakmıyoruz ki faşizm karşısında da devrimci başarıyı da elde edelim.

Faşizm, Kürt özgürlük hareketi ve Kürt halkına yö­nelik daha şiddetli saldırılarını her geçen gün artırmaktadır. Doğasına sahip çıkan, köylüsünden emekçisine, kadınlara, gençliğe, bir bütün olarak kendisinden olmayan herkese karşı şiddetini her geçen gün artırıyor. Ve bu şiddetli saldırının asıl ayağını ideo­lojik boyutu oluşturmaktadır. Buna karşılık olarak, bir bütün olarak genel solda ise faşizme karşı “birlik, mücadele” çağrılarının da aslında yaşanan kafa karışıklığını ortaya koymaktadır. Somut bir hedef ve strateji olmadığı gibi bu birlik ve ittifakta müttefikler kimler vb. gibi faşizm konusunda bile hemfikirlikten bahsetmek mümkün değil ama sürekli vurgulanan ise AKP- MHP, buda özünde Devlet ve faşizm gerçekliğinin kavranılmadığının açık ifadesi. Genel olarak sol hareket açısından durumun iç açıcı olmadığı biliniyor. Diğer yanda ise sol adına sahnede büyük oranda reformist-parlamentarizm hareketler yer alıyor. Bunlar ise düzen muhalefetine eklemlenen bir politik platform üzerinden hareket ediyorlar. Programatik çizgilerinin yanı sıra AKP karşıtlığı düzen solu ile liberal sol çevreleri yakınlaştıran bir çaba içindeler. Dolaysıyla devrimci hareketlerin inisiyatifinden uzak. Ağırlıkla bu “birlikçilik” devrimci güçlerin, işçi sınıfı, yok sayılan azınlıkların ve ezilen diğer sınıfların gerçek birlik özlemlerini yansıtmıyor. Sınıf ve devlet gerçekliğinden uzak salt sorunları ve faşizmi AKP-MHP’den ibaret görme yaklaşımıdır. Ama bunun bize hatırlattığı 12 Eylül askeri faşist cuntası sonrasında yaşanan yenilgi ve güçsüzlüğün bir ifadesi olarak kitlelerden ve onların taleplerinden tümüyle kopmuş tasfiyeciliğin ve mücadeleden kaçışın üzerinde yükselip vücut bulan birliklerdir. Keza ilkesiz legalist her mezhepten unsurları bir partide birleştirmeye çalışan bu platform yıllardır üzerinde tartışılan birliğin ruhudur. En son Kuruçeşme ‘de büyük iddia ve gürültüyle toplanan ve ardından fare bile doğuramayan “birlik” toplantılarının ruhu da aynı ruhtur.

Diğer yandan so­runlarını yıllardır çözemeyen sol, karşısına çıkan yeni sorunlarla gündemi belirleme yerine buna yoğunlaşmaktan tamamen uzaklaşmıştır, genel geçer mücadele ve birlik çağrılarından öteye gidememektedir. Bu ise sol açısından yeni sorunlar demektir. Nitekim yaşanan ayrılıklar ve düşünce farklılıklarında faşizmle mücadele yerine kendi içinde didişen, asıl gündemine bunu oturtanlar devrimci düşünemez, devrimcide davranamazlar.

“… İnsan düşüncesinde nesnel hakikatin payı olup olmadığı teorik değil pratik bir sorundur. İnsan hakikati yani düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü bu dünyaya ait oluşunu pratikte kanıtlamak zorundadır. Pratikten yalıtılmış düşüncenin gerçekliği, ya da gerçek dışılığı üzerine yürütülen tartışma, tamamıyla skolastik bir sorundur. (Alman ideolojisi Feuerbach Üzerine Tezler Marx-Engels- sayfa 15)

Evet Marx-Engelsin de ifade ettiği gibi devrimciler halka bağlılıklarını ve faşizmi yenme konusundaki ajitasyon ve teorik söylemlerinin gerçekliği pratiktir.

Kısacası solun kendini yeniden yapılandırma ve mücadelede asli unsur haline gelmede atması ge­reken ilk adım bu süreçlerin karma­şıklığına getireceği teorik aydın­lanma ve devrim konusunda netleşmesi olmak zorundadır. Emeğini ve çabasını kendisi gibi düşünmeyenlere değil faşizme yöneltmek zorunda ve önüne somut hedefler koymak zorunda. Aksi taktirde sistemin karşısında bir duruş ser­gilemek istense de neticede onun değirmenine su taşıyan olmaktan kurtulan olamaz. Bugün sol cephede sosyalizm adına sistemi aklayan kimi değerlendirmeler ve belirlemeler bu karmaşanın bir sonucudur. Keza sos­yalizm savunusuna rağmen mücadelede ve sistem karşısında bir işlev taşımayan adeta sistemin istediği bir çerçevede duran kimi sol yapılanmalarda sonuçta aynı noktadadır.

Lenin; “Bugüne dek bütün devrimci partiler kendilerini beğenmişlikleri güçlerinin nerede olduğunu göremeyişleri ve eksikliklerini ortaya koymaktan korkmaları yüzünden yıkılıp gitmişlerdir. Ama biz yıkılmayacağız. Çünkü biz eksikliklerimizi ortaya koymaktan korkmuyoruz ve onları yenmeyi öğreneceğiz.” (Lenin, Seçme Yazılar)

İşte bugün bizde her türlü riski göze alarak tıpkı Lenin’in ifade ettiği gibi her şeyden önce kendimizle yüzleştik. Bunun içinden çıkardığımız sonuçlar temelinde kendimizi her cephede her boyutta hazırlamalıyız. Solun içinde bulunduğu kısır çekişmenin bir parçası olan değil, nede dar bir dünyaya kendimizi hapseden olmayacağız. Bunu yaptığımızda bırakalım ön açıcı olmayı kendimizi tanımlama becerisi bile göstere­meyiz.

Mücadeleyi yükseltmemizin ve nitel dönüşümümüzü gerçekleştirmenin önündeki tüm engelleri bilinç ve kararlılığımızla aşacağız.

Bunun için şimdi Ekim Devriminin 103. yıl dönümünde ondan aldığımız güçle kendimizi yeniden tanımlarken faşizmin saltanatını yıkma zamanı.

Ekim 2020

 

Önceki İçerikKadına karşı şiddetin ve şiddetle mücadelenin dili
Sonraki İçerikBağdat ve Kerkük türkülerinden sonra sadede gelirsek