Rojava devrimi ve Türkiye Devrimci Hareketinin Konumlanması
Dağılan reel sosyalizm ve yaşanılan yenilgiler sonrası Rojava devrimi, özelikle kobani kuşatması ve bu kuşatma karşısında uluslararası dayanışmayla yeni bir dönemin kapılarını açtı. Kuşkusuz ki yeni dönemin açılan kapılarında Türkiye devrimci hareketinin bir bölümünün de katkısı ve geçenleri oldu. Bu tarihsel olduğu kadar da önemliydi.
Orhan Yılmazkaya, Bostancı’daki büyük destansı direnişiyle Kürt devrimine ve 71 devrimciliğini işaret etti. Ancak bu ne yazık ki o gün çokta algılanamadı/algılanmak istenmedi. 71 devrimciliği Türkiye devrimci hareketin yönelimini ortaya koyduğu gibi O. Yılmazkaya da bundan sonra bu yönelimin nasıl olması gerektiğinin rotasını gösteriyordu. Gösterge şuydu: Devrimci mücadelenin silahlı ve Kürtlü olması gerektiğini, Kürtlü olmadan, Kürtlerden uzak kalarak yürütülecek bir mücadelenin doğru olamayacağı idi, özcesi.
Rojava devrimiyle birlikte bugün tarihe yeni açılan ezilen, sömürülen halkların mücadele kapısından geçme onurunu taşıyanların geç de olsa bunu anlaması ve algılanmasının sonucudur. Bunu en iyi anlayanlardan biride kuşkusuz ki enternasyonalist devrimci Paramaz Kızılbaş’dı. Oda hayatıyla devrimci yönelimin ne olması gerektiğini, bir kez daha altını kalın çizgilerle çizdi.
Rojava devriminde olmak orada siper yoldaşlığını yaşatmak ve geliştirmek kuşkusuz onurlu ve anlamlıydı. Bu onurlu ve anlamlı duruş sergilendi. Şehitler, gaziler ve yaralılar verildi. Ağır bedeller ödendi. Bu yazıda bunları yatsıma, yok sayma, ya da küçümseme tavrı asla düşünülmedi. Fakat yazının konusu asıl olarak bu değil, başka bir gündem.
Burada değinmek istenilen olumlu ve doğru tavır alışın giderek olumsuzluğa doğru gitmesidir. Biraz erken olmakla birlikte alanda yaşanan ve ön plana çıkan izlenimlerden yola çıkarak hem bir eleştiri hem de gelecekte yaşanacak olumsuzluğu vurgulamak ve bir ön uyarı ya da dikkat çekme olarak ele alınmalıdır.
Mesele Kürtler ve devrimciler olunca Erdoğan ve kliğiyle birlikte hareket eden devletin yönelimi ortada. Gerek ülkede gerekse Ortadoğu ve özelikle de Rojava da devrimini boğma konusunda alanda DAİŞ çetesiyle birlikte ona sunduğu destek ve yönlendirmeyle ülkedeki modern DAIS olarak ortaklaşarak, planlarını uygulamaktadır. Ülke adeta faşist darbe dönemlerinden bile daha baskıcı, yasakçı, katliamcı yönetilmektedir.
Bu yönelimini Pirsus katliamı, seçim sürecinde HDP binalarına saldırılar, bombalamalar, Amed mitingi ve Ankara saldırısıyla çok açık ortaya koydu. Ardından Kürt özgürlük hareketine yönelik medya savunma alanlarının en büyük hava saldırılarına maruz kalması ve Kürt halkına karşı girilen soykırımcı, katliamcı tavrıyla sürdürdü.
Bugün Kürdistan’ın birçok şehirlerinde katliamlar yaşanmakta. Mahalleler, kasabalar TSK’nın uçakları ve tanklarıyla vurulmaktadır. Sokağa çıkma yasaklarıyla direniş kırılmaya yok edilmeye çalışılmakta. Adeta görünüm Suriye’deki Savaşı andırmaktadır. Kürt özgürlük hareketi, Kürt halkı, kadını, genci, erkeğiyle, genç yaşlı demeden tüm katliam ve vahşete rağmen direnmekte, savaşmakta mahallelerini, kasabalarını korumaktalar.
Bugün Türkiye’de adeta iki ayrı dünya iki ayrı ülke görüntüsü var. Bir yanda savaş ve katliam bir yanda adeta sanki hiçbir şey yokmuşçasına süren “yaşam”. Batı’da çok cılız ve kısmen tepkiler yükselmektedir. Can Dündar’la dayanışma ve gündem yapılması kadar gündem yapılmamaktadır bombalanan mahalleler kasabalar, katliam ve sokağa çıkma yasakları..
Yasalcılar, liberaller vb. utangaçça da olsa bir şeyler geveliyor sadece ama bunu yaparken de mümkün oldukça katil devletle karşı karşıya gelmemeye özen gösterdiği gibi hala ondan beklenti ve umut içinde olduklarını da gizlemiyorlar. Bunların bir kesimi de HDP içinde olduğu gerçeği daha net ortaya çıkıyor. Ankara katliamında yaralılara müdahale etmeye çalışan kitleye gaz sıkan polisle kitlenin arasına gidip “provokasyona gelmeyin” tavırları ya da birinin polise yönelmesi yerine kitleye yönelip onların “provokatör” olmakla suçlaması. Figen’in “ bizde hendeklere karşıyız” açıklaması… Bunları uzatmak çoğaltmak mümkün ama sayfalarca tutacak bu uzatma hem gereksiz hem de konumuzun özünün dışında…
Bugün genel anlamda kim nederse desin bu yaşananlar karşısında Türkiye devrimci hareketi bir mahcupluk duymalı ve bunun gidermesinin çabasını ortaya koymalıdır. Bu öncelikle de Türkiye devrimci hareketinin artık radikal mücadeleden yana tercihlerini ortaya koyarak Rojava devrim mücadelesi ve devrimden yana pratik olarak tavrını ortaya koyanlara düşüyor. DAİŞ çetesine karşı savaşmak orda olmak tarihsel önemi ve anlamlılığı önünde herkes şapka çıkarır, buna denecek hiçbir şey olamaz. Ama bu yukarıda saydıklarımıza rağmen ülkeye yönelmiyor ve faşist devletin katliamlarına yanıt olmuyorsa, Türkiye metropollerinde ki mücadeleyi geliştirmeye ve yükseltmeye yönelik bir çabaya dönüşmüyorsa bu anlamlı ve onurlu pratik tavır giderek olumsuzluğa ve ülkedeki mücadeledeki sorumluluktan kaçışa, bu kaçışı gerekçelendirmeye dönüşür. Ne mücadele nede düşman, öncünün hazırlanmasını bekler. Öncü, süreci gören ve gücü oranında ona müdahale ederek doğru yönelimler ve taktiklerle mücadele içinde kendisini geliştirir, güçlendirir ve hazırlıklarını tamamlar.
Rojava devriminin önemi ve bu devrimin savunulması gerçeği herkesçe itirazsız (liberal ve Kemalizm’in etkisindeki sol dışında) kabulüdür. Ama bugün ülkemizde faşist katliam ve halklarımıza karşı açtığı savaş en üst boyuttayken, hatta Rojava’da savaştığımız DAİŞ çeteleri ülkede halkları sindirmeye karşı kullanılırken hala tüm güçlerle Rojava’da kalmak ne kadar anlamlı ve gereklidir? Bu alan hepten terkedilsin düşüncesinde değiliz, burada sembolik olarak kalmak, burayı ülkedeki mücadeleyi yükseltmek için farklı şekillerde değerlendirilmesi de doğrudur. Fakat asli görevlere dönülmesi ve onun gerekliliklerini yerine getirmekte elzemdir.
Fidel Castro’nun ifade ettiği gibi; “Küba devrimine yapılabilecek en büyük destek herkesin kendi ülkesindeki mücadeleyi yükseltmesidir…” Evet, Rojava devrimine ve Kürt halkına yapılabilecek en büyük destekte bugün Türkiye metropollerinde mücadeleyi yükseltmek, faşist devletin saldırılarına orada karşılık vermektir. Böylesi bir mücadele hattı hem faşist devleti geriletecek, zayıflatacak hem de Kürt halkının mücadelesini güçlendirecek, moral verecek ve nefes almasını sağlayacaktır.
Rojavada ki devrimci hareketler bu perspektifle hareket etmedikçe çeşitli gerekçelerle bunu erteledikçe bugünü, momenti kaçıracağı gibi attığı bu tarihsel, onurlu ve cüretkâr adımı yarın tarih ve halklar nezdinde kendi ülke mücadelelerinde kaçışın gerekçesi olacak, olumlu olumsuzluk olarak yer alacaktır…
Çok geç olmadan karşımıza çıkan bu tarihsel fırsatı sağlıklı geleceği örmeye, kazanmaya dönüştürmek için süreci ve konumlanışımızı iyi yapmak durumundayız….