Binbaşı Ernesto Che Guevara’yı devrim düşünün peşinden giderken katledilişinin 52. yılında saygıyla anıyoruz. Emperyalizmin tüm dünya halklarına açık savaş ilan ettiği, dünya sosyalist cephesinde oportünist ve pasifist etkinliğin boyutlarının hayli geniş olduğu ve emperyalist saldırganlık karşısında edilgen bir tutum izlendiği, dar bölgeci çıkarlara enternasyonalist görevlerin kurban edildiği günümüzde, bu büyük devrimci militanın enternasyonalist ruhunu yaşatmak ve ona sahip çıkmak özel bir önem kazanıyor.
“Her devrimcinin görevi devrim yapmaktır” diyen Arjantinli Che, 1953’te Guatemala’da devrimci Arbenz hükümeti yönetiminde dağ köylerinde gönüllü doktorluk yapıyordu. Arbenz hükümeti, işbirlikçi bir darbeyle devrilince darbeye karşı direniş örgütlemeye çalışan bir militan oluyordu Che. Oradan sürgün edilince Castro’nun ilk grubuna katılarak Küba devriminin önderlerinden biri oldu. 1966 yılına kadar Küba devrimine çeşitli kademelerde, hizmet ettikten sonra, Bolivya’da küçük bir gerilla grubunun komutanı olarak yeni bir devrim odağını tutuşturmaya çalışıyordu. Devrimci mücadelede yer aldığı 1953’den, kahramanca şehit düştüğü 1967’nin Ekim ayına kadar, Che elde silahıyla dünya halkları için savaşmıştır.
Gençliğinde tüm kıtayı dolaşarak Latin Amerika halklarını yakından tanıyan Che, Küba devrimi en zor günlerini atlattıktan sonra, 1965 Eylül’ünde bütün görevlerinden istifa ediyor ve ünlü veda mektubunu Castro’ya bırakarak 1966’da gizlice Bolivya’ya geçiyordu.
Bu mektubunda şöyle diyordu Che:
“(…) Sanırım beni Küba’nın kendi sınırları içindeki devrimine bağlayan ödevden payıma düşeni yerine getirdim. Şimdi, senden, arkadaşlardan ve artık benim de halkım olan halkından izin istiyorum(…) Dünyanın başka köşeleri var, benim karınca kararınca yardımıma muhtaç.” 4 ay sonra Bolivya’dan Havana’da toplanan üç kıta konferansına gön derdiği demeçte ise şöyle sesleniyordu.
“Amacım, iki, üç… (daha) fazla Vietnam yaratmak.”
Che, günümüzün görevlerini en çarpıcı şekilde ortaya koyuyordu bu sloganla. Ve o bir enternasyonalist proleter devrimci olarak kendini bu göreve adamıştı. Söz konusu demeci şu satırlarla sona eriyordu: “Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin… Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yapılacaksa ve silahlarımız elden ele geçecekse ve başkaları mitral-yöz sesleriyle, savaş ve zafer naralanyla cenazelerimize ağıt yakacaksa, ölüm hoş geldi safa geldi!”
Che Guevara böylesine büyük bir devrimci coşku, bilinç ve kararlılıkla yeni mücadelelere atılırken, Kruşçev revziyonizmi ve onun peykleri olan Latin Amerika KP’leri, Küba devrimine ve gerilla mücadelesine saldırılarını sürdürüyor, II. Enternasyonal oportünizmini yeniden hortlatarak, barışa geçiş gibi tatlı bir hülyalar aleminde yaşıyorlardı. Dünya sosyalist hareketi, tarihin en büyük ayrışmasını yaşıyor, iki büyük kampa ayrılarak birbirine savaş ilan ediyor, enternasyonalizm diye bir şey kalmıyordu. Bugün de devam eden bu durum, parçalanmışlık yanında, oportünist-revizyonist politakalarla zaafları daha da derinleştirerek devam ediyor.
Büyük komutan Che Guevara 9 Ekim 1967 katledildi, katledilişinin 52. yılında saygıyla anıyoruz.
Ölüm yıldönümünde onun şahsında proleter enternasyonalizminin büyük militanı Che’nin geleneğinin yaşatılmasının önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır.