Onlar çöküyor, Ya Biz?

 

Dünya ve bölgede yaşanan savaşta bir kısım faşist odaklar çökerken yenileri devreye giriyor. Ve bu çökenlerden DAİŞ’le beraber AKP ve MHP ittifakı da sistemle birlikte hızlı bir çöküşe doğru sürüklüyor.

 

Tayyip Erdoğan biryanda devleti ayakta tutmak, diğer yanda artık tükenişe geçen devletle birlikte kendisini kurtarma çabasında. Bu sebeple bir yandan savaşı geliştirmeye, yaymaya çalışmakta ve bu savaşı sürdürmek içinde daha çok silaha gerek duyuyor. Adeta seferberlik ilan etmiş durumda. Ki bunu açık olarak dile getirmekten de geri kalmıyor. O, bundan geri durmayacağını ifade ederken, mesaj açıktır; bu, bugüne kadar uyguladığı, vahşetin ve savaşın yaygınlaşması anlamına geliyor. Bütün bunları yaparken de devleti ayakta tutmak için yaptığını söylüyor. Öyle ya, kendisinin de açıkça ifade ettiği gibi devlet ayakta kalamıyor, hızla bir çöküşe, dağılmaya doğru yuvarlanıyor.

 

Hızla çukura doğru yuvarlanan devletini kurtartmak mı istiyor, kendisini mi bu ayrı bir tartışma ama ortada var olan bir gerçek var ki bu sitemin çöküşüdür. AKP’nin çatırdamaya başlaması da bundan bağımsız değildir. Bu noktada uluslararası güçlerin bunlarla yaşadığı çelişki ve çatışmaları da kızışıyor. Ama bu çatışmaların ve ilişkilerin iyice gerilemesinde bir beklenti içine girmek büyük bir yanılgı olur. Çünkü onlar bugün Kürdistan’da yürüttüğü katliam, Rojava’ya yönelik savaş ve toplumu baskı ve sindirme politikaları hakkında fazla ses çıkarması gerekirken adeta mırıldanmayla yetiniyorlar. AKP-MHP faşizminin yaptığı her şeyin insanlık suçu olduğu ortada. Eğer bu konuda bir samimiyet ve tutarlılık olsaydı çoktan AKP ve başında ki T. Erdoğan çoktan insanlığa karşı suç işlemekten yargılanıyor olurdu.

 

Tam tersine Rakka’da DAİŞ temizlenirken Irak’ta başka bir gündem ve DAİŞ türü katliam girişimleri gündeme getirildi. Tamda Rakka’nın düşmesine denk getirilmesi hiçte bir tesadüf değildir. Çünkü gerek Kürt halkının gerekse dünya ezilen halklarının bir Kobanê zaferi türü bir zaferi yaşamasını istemediler. Rakka’nın özgürleşmesi aynı etkiyi yapacağını iyi bildiklerinden bu hamleyi silikleştirmek ve halklara buruk bir zafer yaşatmayı planladılar, ki öylede yaptılar. Irak ordusu ve ona bağlı Heşdî Şabî güçleri Kürtlere karşı saldırı başlattılar. Bu açıdan ezeli Kürt düşmanı İran’la ortaklaşarak ve İran’ın Irak’taki etkisini de kullanarak Kürtlere karşı yeni bir haçlı seferi giriştiler. “En doğudan Akdeniz’e oluşturulmak istenen bir terör koridorunu biz bozmak mecburiyetindeyiz, buna müsaade edemeyiz. Eğer biz buna müsaade edersek yeni bir Kobanê yaşarız, kusura bakmasınlar. Biz yeni bir Kobanê yaşamak istemiyoruz ve bunu yaşatmayacağız” diyen Tayyip Erdoğan bunu söylerken yeni Kobanê’lerin halklarda yarattığı umut ve direnci iyi gördüklerindendir. (Bu konuda buna fırsat sağlayan, adeta buna zemin hazırlayıp halkı ortada bırakan Barzani ve KDP’si, veya Kürtler arasında ki parçalanmışlık, ya da iç ihanet ayrı bir yazı konusu.)

 

Rakka Zaferini sönükleştiren, Musul’la başlayan ve devam eden katliam, işgal girişimleri karşısında her zaman ki gibi uluslararası güçler önce sessiz kalıp göz yummaları, sonrada seslerini çıkarmaları kendi içlerindeki dalaşın ve pazarlıkların dışında bir şey değildir.

 

Sonuç olarak bölge kaynıyor, tam durulacağı düşünüldüğü an da bir başka cephe de yeni fırtınaların kopmasının da gösterdiği gibi bölge daha çok çelişki ve çatışmaları kaldıracak. Bu hamleyle İran dolaysıyla Rusya’nın bölgede üstün pozisyona geçmesi diğer güçlerce sineye çekilmesi beklenemez. Çünkü Küresel Kapitalist Sistemin hegemon gücü olan ABD’de yaşanan politik değişimin, Küresel Kapitalist Sistem içinde bulunduğu Krizinin en sert, şekilde yayılmış bir dünya savaşı şeklinde yaşandığı Ortadoğu coğrafyasına etkisi, öncekilerin benzeri, ancak bu döneme özgü daha sert ve yıkıcı olacağı kesindir.

 

Tüm bu gelişmelerde faşist Türk devletinin yönelimi ve tutumu çok açık ortada. Bir yanda varlık ve yokluk meselesi olarak baktıkları Kürtlerin yok edilmesi, ya da statüsüz, köle konumunda kalmaları ve diger yanda kendilerinin de açık ifade ettikleri gibi “devlet çöküyor” söyleminde de olduğu gibi kurtulma umutları onları her türlü çılgınlığa sürüklemeye açıktır.

 

Biz devrimciler açısından Türk devletinin bu yönelimi ve katliamcı özelliği iyi bilindiği ve bilince çıkartıldığını düşünmek istiyoruz. Ama bugünkü pratik hiçte böyle olmadığı işaretlerini daha güçlü gösterse de, bu devlete karşı mücadele perspektifi ve ona bağlı olarak mücadele araç ve yöntemleri konusunda eksiklikler taşısa da küçümsenmeyecek bir çaba da söz konusu. Çünkü bir mücadelenin başarıya ulaşmasının temel olmazlarından biri düşmanını iyi bilmek, tanımak. Bu nedenle Türk devletinin doğru tanımlanması çok önemlidir.

 

Katliamcı Türk devletine karşı mücadele konusunda Türkiye devrimci hareketi olarak, dünya devrimci hareketlerin deneylerinden de öte kendi deney ve tecrübemiz açısından küçümsenmeyecek bir birikime sahibiz. Muhalif olma bakış açısından kurtulmak ve iktidar hedefli mücadeleye kilitlenmek. Öte yandan hemen yanı başımızda içi içe olduğumuz Kürt özgürlük hareketinin yıllardır sürdürdüğü mücadele, araç, yöntem ve biçimlerini de doğru okumak önemlidir. Bundandır ki bugün Kürt Özgürlük Hareketinin bu yöntem ve araçları ile son yıllarda devrimci hareketlerin ağırlıklı bir kesiminin birleşik tarzda birlikte mücadeleyi sürdürüyor olması da son derece önemlidir. Bu konuda atılan ama hala bir çok eksikliği bağrında taşıyan Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ni geliştirmek önemli ve anlamlıdır. Bu konuda her yapının ve bireyin büyük bir sorumluluk altında olduğu unutulmamalı, iyi görülmelidir.

 

Bugün bölge ve ülkemizde yaşananlar ve önümüzdeki günlerde daha büyük çatışma ve katliamların gündeme gelecegi çok açık. Eğer her yaşanan katliamın ardından methiyeler dizen olmak istemiyorsak, tam tersine bu sistemin zulüm ve katliamlarını sonlandırmak istiyorsak, bunun yolu çok açık, katliamcı Türk devletinin bu politikalarını uygulayamaz hale getirmekten geçmektedir. Yapılması gereken tartışmasız açıktır, Türk devletinin bu politikalarını sonlandıracak olan mücadeleyi daha çok geliştirmek ve bu mücadeleyi yürüten güçleri büyütmektir. Ekim devriminin yüzüncü yılında onun ruhuyla Lenin önderliğinde Bolşeviklerin cüret ve atılganlığını göstermenin tamda zamanı.

 

Bugün bize düşen bunun önemini kavrayarak sürecin dilini konuşmaktır. Bu çöküntü içinde olan faşist sisteme karşı silahlı mücadeleyi yükseltmek ve ona paralel olarak radikal kitle hareketliliğini geliştirmektir.

Onlar çöküyor ve bu çöküş onları çok korkutuyor. Onların korkuları, bu çöküşün sonları olabileceğini çok iyi bilmelerindendir.

 

24 Ekim 2017

Şemdin Şimşir

 

 

Önceki İçerikAvrupa da halklar Öcalan için ayakta
Sonraki İçerikÖcalan’ın sağlık ve güvenliğini şantaj konusu haline getiriliyor