OLİGARŞİK BLOKUN YENİDEN YAPILANMA KRİZİ: MUZ CUMHURİYETİNE DOĞRU

Seçimlerin hemen ardından burjuva parlamentonun bütün kanatları kendi duruş noktalarını esas alan ve seçim öncesinden beri dillendirdikleri söylemlerde bulunarak AKP-RTE’nin temsil ettiği ara sınıf iktidarından keskin bir çıkışın sinyallerini veriyorlardı ki, Türkiye’nin geleneksel burjuvazisinin çığlıkları TÜSİAD ve büyük medyadaki bülbülleri üzerinden ortalığı kapladı; içinde bulundukları ekonomik kriz çok derindi, büyüme, ihracat düşmüş, işsizlik fırlamıştı; seçimle kaybedilecek bir zaman yoktu, mutlaka koalisyon kurulmalıydı.

Bir geri ve melez kapitalistleşmenin ürünü olarak Türkiye büyük burjuvazisinin iktisaden güdük, siyaseten çapsız ve yetersiz olduğu bilinir. Türkiye büyük burjuvazisi bu kimliğiyle AKP-RTE iktidarının rasyonel olmayan üretime yaslanmayan ekonomik politikalarına karşı hiç ses çıkarmadı ve bu uslu tavrı nedeniyle de cari açık üzerine yükselen kolay para, ucuz kredi rejiminden yararlanarak ödüllendirildi. Böylece Türkiye finans kapitalizmi en yüksek karlılık rakamlarını bu dönemde yakaladı ama elbette bütün bunların geçiciliği ve çok büyük bir mali krizin eşiğinde olunduğu gayet iyi biliniyordu.

Türk büyük burjuvazisi kendi sermaye yapısına ters ticaret ve müteahhit sermayesinin yükselişini sinik bir karaktersizlik içinde seyrederken 7 Haziran seçimleriyle ortaya çıkan tablo karşısında hemen kendi sınıfsal hayatiyetini hatırlayıverdi ve batan ekonominin kaybedecek zamanı olmadığı gerekçesine yüklenerek siyasal bir kriz yerine yapısal reformları öngören koalisyonları gündemleştirdi. Öyle ki, şu sıralar 7 Haziran sonuçları, ortaya çıkardığı denge daha doğrusu dengesizlikler hep bir erken seçim bağlamında tartışılırken şimdi erken seçimden bahsetmek neredeyse suç ilan edilmek üzeredir.

Sorun Türkiye’nin oligarşik blokunun yeniden yapılandırılma sorunudur. Daha doğrusu yeni oligarşik bloku oluşturma sorunudur. Bu iki ifade arasındaki farkı görmek için şu yakın siyasal tarih özetine ihtiyacımız vardır: 12 Eylül 80 askeri faşist darbesine kadar Türkiye’nin egemen oligarşik bloku geleneksel finans kapital ile devlet sınıflarının siyasal ittifakına Anadolu tefeci bezirgânlığının tabiyeti üzerinden kuruluyorken 12 Eylül’le birlikte uluslararası neo liberal saldırının bir gereği olarak Anadolu tefeci bezirgânlığı Özal’ın birleşen kollarıyla sembolize ettiği haliyle bu blokun içine çekilmiştir. Ancak devlet sınıflarıyla tefeci bezirgânlık arasındaki tarihsel uyumsuzluklar sonuçta bu blokun siyasal krizlerle etkisizleşmesini getirdi. Ardından BOP’la başlayan ikinci neo liberal saldırıyla islamcı ve işbirlikçi kimliğiyle Anadolu ticaret sermayesi ülke egemenliğinin merkezine getirildi. Geleneksel oligarşik blokun devlet sınıfları kesiminin bastırıldığı koşullarda geleneksel finans kapitalin yeni iktidar yapılanmasına muhalefet etmesine koşul yoktu. Ve nihayet bu kez AKP-RTE’nin 12 Eylül referandum darbesi geldi ve yeni Türk burjuvazisinin mutlak egemenliği kuruldu. O zamandan bu yana cumhuriyet kapitalizminin kurucusu ve sürdürücüsü gelenekseloligarşik blok dağılmış durumdadır.

Küresel sermayenin BOP başarısızlığı ve ardından Arap baharı ile siyasal islamatanınan alanı yeniden daraltmaya yönelmesi ise Türkiye’de yeniden bir iktidar bloku oluşturulmasını gündeme getirdi. 7 Haziran bu süreci başlattı. Bugünlerde yaşandığı gibi birbirinin içine giren ve birbirini çelen koalisyon formülleri yeni blokun kuruluşuna ilişkin yapısal sürtünmeleri göz önüne sermektedir.

Özellikle şimdi görülmeye başlamıştır ki, oluşması ve gelişmesi devlet fideliğinde gerçekleşmiş olan Türk büyük burjuvazisinin siyasal bir gerilimi kendisi için risk olarak gören mızıldanmaları sürecin bu yönlü akışında önemli bir sürtünme yaratmaktadır. Her şeyden evvel Türk büyük burjuvazisinin attığı pası gayet iyi değerlendirerek hemen bir üslup yumuşaklığı çerçevesinde geri çekilen AKP-RTE iktidarı kendi zeminini koruyacak koalisyonlara yol verme eğilimine girmiş görünüyor. Ve bu tavrını Diyarbakır’daki gibi iç provokasyonlarla ya da Tel Abyad gündemindeki gibi dış savaşlarla DC’ninönceki tahlillerinde belirtildiği gibi kendi Sedan’ına vardırma uğraşısından hiç vazgeçmiyor. Bu potansiyel gelişmeleri muhaliflerini kendisiyle uzlaşmaya mahkum edecek bir koz olarak kullanmaya çalışıyor.

Bununla birlikte gelişmelerden anlaşılmaktadır ki, bu eğilimin Türk büyük burjuvazisinden ziyade bu burjuvazinin siyasal temsilcilerinde bir karşılık bulması oldukça zordur, çünkü öyle ya da böyle burjuvazinin parlamenter ahırı Türkiye gelirinin yarısından fazlasını cebine indiren %1 nüfuslu yağmacı ve sömürücü burjuvaların oylarıyla oluşmuyor.

Türkiyeli egemen sınıf ve zümrelerle bunların siyasal temsilcileri arasındaki uyumsuzluğun son tahlilde tekelci kapitalist üretim ilişkileri alanındaki yapısal çelişkilerin bir yansıması olduğu ortadadır. Bu zeminde, Türkiye büyük burjuvazisinin tarihsel şekillenmesine uygun olarak iktidarını egemen olana yaslanarak sürdürme sinikliğini ve bir yeniden paylaşım konjonktüründe kendine ait pazar hesapları güdemeyecek bir işbirlikçilik içinde sürecin egemen olanına tabi bir şekilde akıp gitmeyi tercih ettiği söylenebilir. Ancak konu bundan biraz daha ötededir ve Türkiye büyük burjuvazisini bu tercihe sürükleyen siyasal zorunluluklardan da söz etmeyi gerektirir.

Yukarıda söyledik; Türk büyük burjuvazisinin Türkiye halkı üzerindeki siyasal egemenliği devlet sınıflarının otorite gücü ve Anadolu tefeci bezirgânlığının siyasal desteği üzerinden kurulmuştur ve BOP’la başlayan ikinci neo liberal saldırı Türkiye finans kapitalinin egemenliğini tahkim eden iki kadim gücün karşılıklı çatışmalar içinde zayıflamasına yol açmış durumdadır. Ve şimdi siyasal dengelerin ve blokların post neo liberal zeminde yeniden kurulması gerekmektedir.

Ülke finans kapitalizmi, zayıflamış ittifaklarının kendi iktisadi ve siyasal rutinine getirebileceği zararlar itibariyle oligarşik blokun yeniden yapılandırılma sürecinin uzlaşma esaslı gelişmesini isteyen bir tutum almakta, siyasal aktörlere mutedil bir geçiş önermektedir.

Bu yaklaşımın tutmayacağı ve önümüzdeki dönemin, oligarşik blokun yeniden yapılandırılmasındaki sürtünmeler nedeniyle süreğen bir siyasal kriz halinde gelişeceğinin işaretleri şimdiden kendini göstermeye başlamıştır. AKP’yi ANAP’laştırmayı amaçlayacak şekilde seçimden seçime koşuşturma yeni oligarşik blokun oluşturulması için yeterli olamayacaktır. Türkiye büyük burjuvazisinin yeni oligarşik bloku oluşturmaktaki kifayetsizliği uluslararası finans kapitalin sürece yön verme insiyatifini öne çıkartmış durumdadır. Ekonomist’in “Abdullah Gül” önerisi bu mahiyettedir. Hatta Tel Abyad’daki Amerikan eskortluğu dahi bölgesel Kürdistan’ın şekillendirilme süreci dışında bu çerçevede de anlam taşımaktadır. Cezire ve Kobani kantonları arasındaki bağlantının Türkiye dışında kurulması, RTE’nin kuzey “çözüm”ünü kendine endeksleyerek özelde Rojava genelde Kürdistan gelişmeleri üzerinde taraf olmasının önüne geçen bir gelişme olmuştur. Kobani direnişi sürecinde 6-7 ekim serhildanı, peşmerge desteği gibi gelişmeler hatırlanacak olursa RTE’nin ABD’nin asla istemeyeceği ve müsaade etmeyeceği bir Kürt-Türk gerilimi üzerine oynamasının imkanı Tel Abyad koridoru itibariyle artık geçersiz kılınmıştır. RTE’nin son özel Suriye toplantısı daha önce ses kayıtları basına sızdırılan dışişleri toplantısı gibi sonuçsuz kalmış gibi görünmektedir. Bu durumda bölgesel bazda iktidarsızlığı ve insiyatifsizliği açığa çıkan RTE’nin Türk finans kapitalinin bütün sümüksü desteğine karşın kendini ve politikalarını güvence altına alma koşulu ortadan kalkıyor gibi görünmektedir.

Uluslararası finans kapitalin gösterdiği insiyatif itibariyle, önümüzdeki dönemde emperyalizmin bölgesel politikalarında TC’ye vereceği görev çerçevesi göz önüne getirildiğinde yeni oligarşik blokun bir muz cumhuriyetindekinden daha insiyatifli olamayacak şekilde tasarlanmakta olduğunu söylemek mümkündür. Uluslararası emperyalizmin yeni dönemde Türkiye’ye biçtiği rol ikinci bir “tezkere” kazasına tahammül edemeyecek kertede gerilim yüklüdür. Bu yönelim ve Türkiye ekonomisinin iyice derinleşen krizi parlamenter demokrasi oyunlarıyla halkın bitap düşürüldüğü sömürge demokrasisinde perdenin kapanmasını ve sömürge faşizminin kendi klasik haliyle siyasal alanı kaplayacağı süreçlere yol verilmesini zorlayıcı ağırlıktadır. Modern ve kadim sermaye ve birikim tarzlarının eklemlenmesi ekonomi dışı zor koşulları gerektirir.

Bu durumda faşizmi bir devlet biçimi olarak algılayamayan ve sadece şiddete endeksleyen “AKP faşizmi” tartışmaları olası gelişmeler eşliğinde bilimsel zeminine oturtmanın imkânı elbette daha fazla olabilecektir ama devrimci hareket açısından işin bu teorik avantajından ziyade elbette pratik tarafına yoğunlaşılması önceldir.

Önümüzdeki döneme ilişkin devrimci hazırlıklar devrimci savaş zorunluğuna göre yapılmalıdır.

Ali Efe

19 Haziran 2015

Önceki İçerikDevrimci Yönelim mi, Yasalcılık mı?
Sonraki İçerik231 Kobanêli sivilden 213’ü toprağa verildi