Mart’tan Nisan’a Nisan’larda Mayıs’a Bir Devrimci Yürek Orhan Yılmazkaya

 

Sanki bir bayram telaşındayız. Tedirgin ruhlarda baskın bir ferahlama ihtiyacı uyuşturucu bir umudun sıcaklığına yuvarlıyor herkesi.

Başkaları neyse de devrim açısından konuşursak.

Dört yıl önce Bostancı‘daki direniş ve mücadele hattı kitle ruhunu ve kitle eylemini devrimleştirebilmişti. Taksim‘i ele geçiren devrimci 1 Mayıslara yol açmıştı.

Eylem ve şehit kolektif bir sahiplenişle kucaklanmıştı.

Ardından artık bugün iyice bilindik yöntemleriyle karşı devrimin saldırısı geldi.

Çizgiyi ve tarzı itibarsızlaştırma amaçlı beyaz propaganda liberal ve oportünist solcularla iş birliği halinde yürütüldü.

Gericiliğin yargı divanları karşısında devrimcilikten tövbe etmeler savunmaların esasını oluşturdu. Çabaları karşılıksız kalmadı; MIT, Devrimci Karargâh ile ilgili hazırladığı raporunda Türk solunun yardımlarını şükranla andı.

Artık her devrimci hamle sonrasında ortamı sadece, Türkiyeli ve Kürdistanlı liberal burjuvazinin aydınları ve siyaset sınıfı tarafından atılan „provokasyon“ çığlıkları kaplıyor.

Taksim‘deki feda eyleminde de böyle oldu, AKP‘ye saldırılar sonrasında da…

Oysa Yılmazkaya ve yoldaşlarının zorladığı mücadele hattı, devrim tarihimizde 90‘lardan beri iyice tortulanan oportünist ve statükocu üçüncü dönemi kapatmak yeni ve devrimci dördüncü dönemi açmak için tasarlanmıştı.

Zor olacağı belliydi. Zordan da biraz fazla olduğu görüldü. Görev hala önümüzde duruyor.

Komutan Yılmazkaya‘yı misyonundan arındırarak sadece ulu bir direnişle görselleştiren Türkiye solu, böylece hem onun direnişiyle mücadelenin ihtiyaçları arasındaki maddi ilişkiyi görmezden gelmeyi, hem de görünmez kılmayı başardı. Onu bir kalemde kendilerinin de şehidi ilan edenler, o zamandan bu zamana, şehitlerinin vesilesiyle de olsa adını ananlardan olmadılar.

Ama tarih inatçıdır.

Tarihin inatçılığı gerçeklerin olayca aşılamadığı sürece kalıcı olmasındandır. Duruşu ve pratiğiyle, direnişiyle bilinçleri, ruhları, zamanı zorlayan Yılmazkaya, bugün yokluğuyla

bilinçlerde, ruhlarda, zamanda boşluk yaratıyor.

Kürtler dünyada kendilerine bir yer edinmenin eşiğindeyken Türkiyeli liberal solcuların, statükocu oportünizmin „ya biz n‘olucaz??“ yakarışları bu boşluktan dolayı yankılanıyordu o günlerde. Boşluk, kaçıklıklarını kendilerine ünlüyor.

Oysa, statükocu sol, onu direnişiyle görselleştirip mücadelenin gerekleriyle arasındaki bağı görmezlerinken Komutan Yılmazkaya, Kürt özgürlükçülüğünün Devrimci Halk Savaşıyla yoldaşlaşacak bir Devrimci Savaş kurmaylığını hazırlık süreci, eylem hattı ve son sözleriyle stratejileştirendi.

Kürdün devrimini Türkiyeli devrimin olmazsa olmazı sayan bir siper yoldaşlığınaydı çağrısı.

Türkiye solunun bir kısmı bu çağrıyı kendince dinledi.

Kürt yoldaşlığını kendine ikbal kapısı yaptı. Tarihte olduğunca oldu; barbarların açtığı yollardan bezirganlar geçti.

O gün bu çağrıya kulaklarını tümüyle kapayanları ise bugün hemen tanımak kolaydır; onlar, bugün içlerinden kopup gelen „biz n‘olucaz?“ çığlıklarını bastıramayanlardır.

Türkiyeli küçük-burjuvazi için çok geleneksel olduğu için, isterseniz tarihin her günündeki tekrarı üzerinden deyin, isterseniz mücadelenin böylesine yüksek bir evresini daha

önce görmediğimizden dolayı daha ilk seferinde deyin…

Durum gerçekten de oldukça tirajı komiktir; kimileri „biz de tarafız“ „hem barış olsun hem demokrasi“ ıslıklarıyla bölgesel cehennemin içinden geçebilece‘ğini sanıyor, hala.

Volkanik patlamalardan hedonizmin avlularında kaçışarak korunulamaz. Bu bilgi Yılmazkaya yoldaşın yokluğunun günceldeki somut acısıdır. Nedensiz umutların rehavetinde, çaresizliği kavrayışın bilinçaltı kıpırdanışları olduğu görülmelidir.

Bu ergi Yılmazkaya yoldaşın varlığının günceldeki somut karşılığıdır.

“…tarih, her kuşağın sırasıyla nöbet değişmesinden başka bir şey değildir; bu kuşakların her biri, tüm önceki kuşaklardan kalan gerçeklerden, kapital ve üretim güçlerinden yararlanır. Belirli kuşak, bu sayede, bir yandan eski kuşaklardan miras kalan eylemi tamamıyla değişik koşullar içinde sürdürür, öte yandan, tamamıyla değişen gerçekliğe dayanarak, eski koşulları değiştirir.” (Marks, Alman İdeolojisi, aktaran Aforizmalar, S. 21)

Yilmazkaya Türkiye devrim mücadelesinde bir donemin kapanıp, yeni bir donemin açılmasının adiydi. Kuskusuz bir donemin kapanıp yeni bir dönemin başlaması aniden olmayacaktır. Diyalektik ve tarihi materyalizm; doğada ve toplumda hiçbir şeyin bir anda ortaya çıkmadığını ve bir anda ölmediğini, her şeyin yavaş yavaş bir direnç göstererek ortaya çıktığını ve yok olduğunu savunur. Bu ortaya çıkış ister toplumda olsun ister doğada olsun, kendi koşulları ve ortamı, kendini sarmalayan etkiler vb. ile bütünlüklü ama bir direnç ve savaşım içerisinde yavaş yavaş ortaya çıkar. İnsanın ilkel toplumdan köleci topluma geçişi, insanın gelişme, yeni yaşam koşullarına ulaşma, yeni araçlara, yeni toplumsal iş bölümüne, paylaşımına varmasıyla yeni bir gelişme süreci yaşayarak vardığı biliniyor. Yani, bir anda bir toplumdan diğer bir topluma geçiş yoktur, olmamıştır. Doğada bir bitkinin, çiçeğin, ağacın vb. bir anda ulaşması da böyledir. Bu meşakkatli ve sancılı bir süreçtir. Statükoların parçalanması

atomun parçalanmasında daha zor olduğu bizim ülkemizde bu daha da zor olmaktadır.

Devrimi tükettiğince kendi siyasal ömrünü tüketen oportünizmi aşmak artık daha kolaydır.

Gereği, Yılmazkaya önderliğinde safa girmektir.

Bize düşen ise öncülerin bayraklaştığı Martlan, yığınların bayraklaştığı Mayıs‘lara ulayacak Nisan köprüsünü sağlam kurmaktır.

Nisan köprüsü: Mart’tan Nisan’a Nisan’lardan Mayıs’a Bir Devrimci Yürek Orhan Yilmazkaya kitabında

Önceki İçerikTarih, hafıza ve gelecek
Sonraki İçerikORHAN YILMAZKAYA BİYOGRAFİ