İnsanlığın varoluşundan itibaren ezenle ezilen arasında mücadele hep var olmuştur. Ezen sınıfların bütün yok etme ve engelleme çabalarına rağmen ezilenlerin mücadelesi her daim var olmaya devam etmiştir. Ezilenlerin tarihinde önderleşen devrimcilerin rolü, tarihin seyri açısından her zaman ilerleticidir. Mahir Çayan’da Türkiye ve Kürdistan devrimcileri açısından ezilenlerin mücadelesinde önderleşmiş bir devrimcidir. Onun şahsında Türkiye devrimci hareketinde bir yol ayrımı yaşanmıştır. Kendinden önceki sol anlayıştan ciddi bir kopuştur bu yönüyle. Türkiye ve Kürdistan devrimcilerinin hafızasına kazınan bir direniş olarak Kızıldere pratiği bu yol ayrımının en üst pratiğidir.
Mahir Çayan savunduğu teorik görüşleri itibariyle kendinden sonraki kuşaklarıda etkilemiştir. Özellikle Kesintisiz 2 ve Kesintisiz 3’de ki teorik tespitleri yıllarca üzerine tartışma yürütülmüş değerlendirmelerdir. Geride bulunduğumuz tarihsel dönem düşünüldüğünde onun yaptığı teorik tespitler bir çok devrimci örgütlenmeyi etkilemiştir.
68 gençlik hareketi açısından düşünüldüğünde yaptığı değerlendirmeler dönemin teorik çerçevesinin oldukça ilerisindedir. Yıllar boyunca kendi sağından medet uman sol anlayıştan ciddi bir kopuş yaşanmıştır. Türkiye devrimci hareketi saflarında Mustafa Suphi’lerden bugüne bir mücadele pratiği olmuştur. Ama bu mücadele pratiği uzun yıllar sınırlı bir çevrede yürütülmüştür. Yıllar boyunca çeşitli tutuklama operasyonları yaşayan TKP çizgisi, uzun yıllar boyunca aslında Kemalist iktidarla bir şekilde uyumlu bir politika izleme çabası içerisinde olmuştur. Burada özellikle sovyet dış politikasının bir aparatı haline gelen TKP çizgisi, işçi sınıfından ve ezilenlerden kopuk bir çizgi izlemiştir. Kendisine dönük her türlü baskıyı uygulayan Kemalist iktidara karşı Sovyet Dış politikasının dayatması nedeniyle sağlıklı tutum alınamamıştır. Yıllar boyunca yer altında yaşayan ve kendi varlığını koruma çabasında olan sol çizgiden ciddi bir kopuştur Mahir’in mücadele pratiği. Aynı zamanda TKP çizgisinde var olan kendi sağından medet uman anlayışla da bir hesaplaşmadır. Zira uzun yıllar TKP çizgisi devrimin öncü gücü olarak kendi dışında güçleri görmüş, işçi sınıfının varlığını tartışmış ve kendi öz gücüne güvenmemiştir.
Mahir Çayan ise bütün mücadele pratiği boyunca kendi öz gücüne güvenmiş, bu doğrultu da hareket etmiş egemen sınıfların kliklerinin arkasından gitmeyi red etmiştir. Dönemi itibarıyla Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi-PASS ve Suni Denge gibi temel politik değerlendirmeleri yaşadığı toplumsal dönem açısından oldukça önemli değerlendirmelerdir. İlk defa onun tarafından yapılan değerlendirmeler Türkiye devrimi için silah kullanmayı ve bu doğrultuda örgütlenme konusuna yönelmiştir.
Bugün Türkiye devrimci hareketi içerisinde yer alan bir çok örgütlenme bir şekilde Mahir Çayan ile tarihsel bağ kurma çabası içerisindedir. Bir şekilde onu sahiplenmekte, anmasını yapmakta dergi yazılarında ona atıfta bulunmaktadır.
Kürdistan’lı devrimciler başta olmak üzere bir çok Kürdistan’lı örgütte bir şekilde Mahir Çayan’ın görüşlerinden etkilenmiştir. PKK’nin kuruluş döneminde yaptığı değerlendirmelerde “Mahir Çayan’ın anlattıkları esasında Kürdistan için gerçekti” belirlemesi önemliydi. Sonrasında Kürdistan’da sömürgeciliğe karşı gelişen silahlı mücadeleye fikri zemin oluşturan görüşler özellikle Mahir Çayan’ın değerlendirmeleri olmuştur. PKK’nin bir çok kurucu kadrosu başlangıçta THKP/C sempatizanıdır esasında bu mücadeleye başlarken Kürdistan’da örgütlenen devrimciler bir şekilde Kızıldere direnişçilerinden ve onların mücadele değerlerini kendilerine örnek almışlardır.
Bu açıdan Mahir Çayan Türkiye devrimci hareketi içerisinde yol açmış devrimci bir önderdir. Yıllar boyunca bir şekilde onun açtığı yoldan ilerleyen Türkiye’li ve Kürdistan’lı devrimciler Oligarşik iktidara karşı savaşmışlardır.
Bugün Halkların Birleşik Devrim Hareketi saflarında savaşan devrimciler Mahir Çayan ve yoldaşlarının ayak izlerini takip ederek bugün onun mücadele mirasının sahipleridir. Aslında HBDH mücadelesi ve onun pratiği esasen Mahir’lerin başlattığı mücadeleyi zafere taşıma mücadelesidir.
Bütün bu değerlendirmeler önemli bir gerçeği gözler önüne sermektedir. Mahir Çayan, Türkiye devrimci hareketi açısından stratejik bir önderdir. Dolaysıyla onun görüşleri ve mücadele pratiği bugüne kadar uzanan bir tarihsel kesitte çok geniş toplumsal kesimleri etkilemiştir. Stratejik önderlik olarak yaşamı boyunca ve şehit olduktan sonra bugünlere taşınan önemli bir mücadele mirası oluşturmuştur. Yaşadığı dönemi ve sonrasını etkileyerek Türkiye devrimci hareketi içerisindeki rolü tartışmasız bir stratejik önder pratiğidir.
Gençlik hareketi içerisinden çıkan bir devrimci önderin kendisini gençlik hareketiyle sınırlamayıp, Türkiye toplumunun yaşadığı bütün sorunlarıyla ilgilenmesi,sonrasında buna uygun bir mücadele pratiği içerisinde olarak Kızıldere’ye kadar uzanacak direniş ve devrimci savaş pratiğinin kilometre taşları bu şekilde örülmüştür.
Türkiye ve Kürdistan devriminin bütün kilometre taşlarında bu devrimci kararlılığın ve kendini mücadeleye koşulsuz adamanın izlerini bulmak mümkündür. Gezi direnişinde, Rojava devriminde, Kuzey Kürdistan’daki öz yönetim direnişleri pratiğinde, bugün devam eden Afrin direnişinde ve Türkiye’de faşizme karşı savaşta her devrimci pratik aslında bu stratejik önderliğin etkilerinin sonucudur.
Gerilla mücadelesinin geldiği boyut Türkiye ve Kürdistan’da faşzime karşı savaş pratiğimiz bu yönüyle değerlendirilmeli ve ayrıntılı incelenmelidir. Şehirlerde gelişen şehir gerillacılığı pratiği ve kırlarda gelişen kır gerillacılığı pratiği bu yönüyle birleşik devrimci savaş yaklaşımı aslında temelleri uzun bir tarihsel arka plana sahip mücadele deneyimlerine dayanmaktadır.
Halkların Birleşik Devrim Hareketi ortaya çıkışı itibarıyla aslında Mahirlerin başlattığı mücadeleyi zafere taşıma hareketidir. Kızıldere direnişçilerinin ayak izlerini takip eden Türkiye’li ve Kürdistan’lı devrimciler ortak bir mücadele cephesinde buluşmuştur. Bu mücadele pratiği bu yönüyle stratejik bir yönelimdir.
Türkiye işçi sınıfının ve ezilen halklarının faşizme mahkum olmadığının ispatı HBDH pratiğidir. Bu zemin güçlendirilmeli ve büyütülmelidir. Bu gün belki tarihsel misyonuna uygun bir mücadele pratiği yeterince üretilmemiş olabilir.Ancak gelecek için stratejik bir yönelim olan bu pratik güçlendirilmeli ve geliştirilmelidir. Türkiye coğrafyasında yaşayan halkımızın böylesi bir devrimci direniş pratiğine ihtiyacı vardır. AKP-MHP ittifakı olarak gelişen faşist rejime karşı yürütülen mücadelenin örgütlenmesi ve halkın ihtiyaçlarına cevap vermesi bu yönüyle tarihsel bir ihtiyaçtır.
Faşizm ülkeyi bir halklar hapishanesi haline çevirirken ülkede en ufak demokratik hak arama eylemine izin vermemekte, Afrin savaşı ile birlikte de faşist diktatörlüğün baskıcı yönünü daha da ön plana çıkartmaktadır.
Efrin savaşı aslında faşizme karşı turnusol testi işlevi görmektedir. Bugün kendisine devrimciyim demokratım ve yurtseverim diyen herkes bu yönüyle faşizmin karşısında HBDH saflarında ve onun örgütlenmesini güçlendirecek demokratik anti-faşist mevziler etrafında birleşmelidir. Yaşanan gelişmeler AKP-MHP faşist iktidarının devrimcilerin devrimci eylemi olmadan yıkılamayacağı ayan beyan ispatlamaktadır. Ülkelerin ve toplumların tarihinde önemli dönüm noktaları vardır. Bu zamanların değeri belki o gün içinde anlaşılmaz. Çok az insan böylesi tarihsel dönüm noktalarının farkına o günleri yaşarken varır. Kızıldere direnişi böylesi bir tarihsel dönüm noktasıydı. O gün Mahir’lerin direnişi bu güne uzanan bir tarihsel mücadele geleneği yaratmıştır. Efrin direnişi de böylesi bir dönüm noktasıdır. Bugün Efrin savaşında dünyanın en güçlü ordularından birine karşı devrimci iradeye dayanarak görkemli bir direniş verilmektedir. Bugün gerçekleşen bu direniş insanlığın tarihsel hafızasında büyük bir yer edecektir. Tıpkı Paris Komünarları, Boşlevik devrimcileri, İspanya iç savaşındaki Enternasyonalist devrimciler ve Rojava’daki devrimciler gibi.
Afrin direnişinin kazanması AKP-MHP faşist ittifakının yenilmesi anlamına gelecektir. 21 Ocak tarihinden itibaren başlayan savaş içerisinde gösterilen direniş şimdiden kazanmıştır. Zira yaşanan Kerkük pratiği düşünüldüğünde 3-4 saatte terkedilen bir KDP-YNK çizgisi karşısında Efrin’de canı pahasına günlerdir devam eden bir direniş var. Dolaysıyla Kerkük’te bir grup PKK gerillası dışında şehir terkedildi. Onlarda şehirde kimsenin kalmaması üzerine kontrollü bir şekilde çekildi. Bir gün önce Kerkük’ü canı pahasına savunacağını söyleyenler sonrasında bunu yapmayarak aslında yenilmiş oldular. Ancak Efrin’de dişe diş bir direniş yürütülüyor. Kürdistan devrimcilerin mücadele tarihine altın harflerle yazılmıştır. Köy köy, tepe tepe, ev ev direniş yaşanıyor. Bu koşullar altında T.C. Faşizmi Afrin’i askeri olarak alsa da stratejik olarak kaybetmiştir. Zira karşısında görkemli bir irade ile direniş gösterilmektedir. Bu savaşta sadece Kürdistan’lı devrimciler değil Türkiye’li devrimcilerde yer almıştır. Dünyanın değişik ülkelerinden enternasyonalist devrimcilerde Efrin savaşına katıldılar. Şehit oldular, kanları kanlarına karıştı. Bu şekilde Efrin savaşı, iradesi şimdiden kazanmıştır. T.C. Faşizmi ve onun desteklediği ÖSO çeteleri Kürdistan devrimcilerinin iradesini kıramamıştır. Bugün Efrin’de savaşan devrimciler Mahir’lerin emanetine sahip çıkanlardır. Dün Filistin’li devrimcilerle Lübnan’da nasıl İsrail siyonizmine karşı Beyrut’u savundularsa bugünde Efrin’in ve Rojava devriminin savunulması aynı tarihsel öneme sahiptir. Türkiye’de kendine devrimciyim, demokratik ve yurtseverim diyen herkes Efrin direnişi ve Rojava devrimine sahip çıkmalıdır. Buna sahip çıkmamak şovenizme teslim olmak, faşizmin saldırılarına ortak olmak ve Mahir’lerin çizgisine ihanet etmektir.
O günden bugüne Mahir’lerin çizgisine sahip çıktığını söyleyen herkes bugün faşizme karşı savaş pratiği içerisinde olmak sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Türkiye işçi sınıfının ve ezilen halkların mücadelesi içerisinde Mahir’lerin mirası olarak kurulan Halkların Birleşik Devrim Hareketi bugün stratejik bir öneme sahiptir. Stratejiktir çünkü Türkiye koşullarında faşizme karşı mücadelede tek devrimci seçenek HBDH örgütlenmesidir.
Faşizm bugün Türkiye işçi sınıfına ve ezilen halklara coğrafyayı bir halklar hapishanesi çevirmiş bulunuyor. Sömürü her geçen gün daha çetrefilli hale geliyor. Bu faşist iktidarın yenilmesi ancak devrimci bir mücadele pratiği ile gerçekleşebilir. HBDH bu yönüyle stratejik bir öneme sahiptir. Ülke koşullarında gelişen savaş pratiği içerisinde Kürt halkının kaderiyle Türkiye halkının kaderi ortaktır. Türkiye cephesinde enternasyonalist bir devrimci damarın örgütlenmesi Kürt halkının kurtuluşu içinde tarihsel bir zorunluluktur.
Türkiye faşizmi Kürt halkına açık bir savaş ilan etmiş durumdadır. Dört parça Kürdistan’da Kürt halkının bütün kazanımlarına karşıdır. Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri faşizm tarafından şovenizm zehiri ile zehirlenmektedir. Türkiye cephesinde faşizmi sorgulayan Kürt halkının mücadelesiyle dayanışma içerisinde olan devrimci bir damarın yaratılması zorunluluktur. Böyle olmadığı sürece faşizm Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri yedek savaş gücü olarak kullanmaktadır. Bugün Afrin savaşı ve Kuzey Kürdistan’da devam eden sömrügeci savaşa Türkiye halkını yedeklemeye çalışan faşizm karşısında tek seçenek Türk ve Kürt halkının birleşik devrimci savaşıdır. Afrin savaşının gerçek bir zaferle sonuçlanması için Türkiye cephesinde faşizmin cephe gerisinin dağıtılması gerekmektedir. Bu açıdan Türkiye cephesinde faşizme karşı çıkan direniş bayrağını yükselten Kürt halkına dost bir devrimci seçenek yaratılmalıdır. Böyle olmadığı süreç Kürt halkıyla Türkiye işçi ve emekçilerinin sürüklendiği bir kör dövüşü yaşanmaya devam edecektir.
Bu açıdan savaşın Türkiye coğrafyasına taşınması faşizme karşı Türkiye halkı içerisinde devrimci bir direniş dinamiğinin örgütlenmesi hayati bir görevdir. Burada hedeflenen kitle Gezi direnişine katılmış olan kitle olmalıdır. Faşizm bu gün demokratik kamuoyunu baskı altında tutuyor. Bir şekilde ülke kamuoyunu kendi kirli savaşına yedekleme çabası içindedir. Bunun karşısında devrimci güçler doğru bir temelde örgütlenmezse faşizmin bu taktiğini boşa çıkartamazlar. Onun için bütün mücadele zeminleri doğru bir temelde değerlendirilmeli doğru bir temelde faşizme karşı mücadele zemini güçlendirilmelidir.
Faşizm kendi sömürü düzenini sürdürebilmek için ve kirli savaşı yürütebilmek için Türkiye halkının maddi ve manevi bütün olanaklarını seferber etmiş durumdadır. AKP-MHP faşist ittifakı ülkenin bütün maddi birikimini Kürt halkına ve Türkiye halkına dönük savaş için seferber etmektedir. Kuzey Kürdistan’ın bir çok kenti öz yönetim direnişleri sırasında yerle bir edilmiştir. Burada uygulanan çökertme planıdır. Çökertme planı faşizmin Kobani serhildanı sonrasında planladığı kapsamlı bir tasfiye planıdır. Temel olarak kendine örnek aldığı Srilanka modelidir. Sirilanka’da Tamil Kaplanlarına dönük kapsamlı bir tasfiye stratejisi uygulanmıştır. Tamil gerillaları ilk önce iktidar ve emperyalist güçler tarafından bölünmüş sonrasında kuşatılıp tasfiye edilmiştir. Şimdi faşizmin yapmaya çalıştığı budur Afrin’i işgal sonrasında Minbiç’e yöntelim sonrasında Başur Kürdistan’ına dönük askeri operasyonlar ardından Kuzey Kürdistan’da gerillanın tasfiyesi yapılmak istenen aslında topyekün bir tasfiye pratiğidir. Buna karşı topyekün bir direniş bütün mücadele mevzilerinde devrimci savaşı yüksetlmek görevimiz olmalıdır. Bu açıdan 2018 yılı içerisinde devrimci güçler ile faşizm arasındaki savaşın final yılı olacaktır. Devrimci güçler doğru bir temelde örgütlenirse savaşı bütün mücadele mevzilerinde büyütürse direnişi yükseltirse kazanacaktır. Burada en önemli olgu moral değerlerimizdir. Bir savaş alanında belki bir mevzi kaybedilebilir ama moral değerlerini kaybetmemek, savaşma iradesini sürdürmek ne olursa olsun devrimci savaş stratejisinde ısrar etmek temel yaklaşımımız olmalıdır.
Devrimci savaş pratiğimiz faşizmin karşısında düşmanı starejik olarak küçümsemeli ama taktik olarak asla küçümsemeyen bir zeminde ilerlemelidir. Bugün faşizmin topyekün saldırısı karşısında HBDH zemini tarihsel bir önem kazanmaktadır. O zemin güçlendirilmeli mücadelenin birçok faktörüyle birlikte daha geniş kesimlere ulaşacak araçlar üretmelidir. Bütün arkadaşlar bu topyekün savaş konseptini görerek topyekün direnişi büyütecek araçları örgütlemekle görevlidir. Bu süreç sadece profesyonel güçlerin yürüteceği bir süreç değil bir bütün olarak halkın bütün kesimlerin katılacağı bir direniş süreci olmalıdır. Bu savaş sadece Kürtlerin savaşı değildir aynı zamanda Türk halkının da savaşıdır. Bu zemin örgütlenemezse sömürgeci güçler bu kirli savaştan her zaman güçlü olacaklardır. Dolaysıyla herkes bu mücadele içerisinde ne yapabiliyorsa yapmalı mücadelenin hiç bir pratiğini küçümsemeden seferberlik ruhuyla hareket etmelidir.
Bugün faşizmin saldırılarına rağmen kitlelerde ciddi bir anti-faşist potansiyel varlığını korumaktadır. Ülke nüfusunun çoğunluğu faşist rejimden rahatsızdır. İşçiler,emekçiler, kadınlar ve gençler bu faşist rejimin uygulamaları karşısında bütün baskılara rağmen ona diz çökmemektedirler. Bu koşullarda devrimci güçlerin genel yaklaşımı faşizmi geriletmek devrimci güçlere hareket alanı yaratacak bir mücaddele pratiği içerisinde olmak olmalıdır.
Bu yazı Serxwebun dergisinin Mart sayısında yayınlanmıştır.