LENİN(İZM) İLE LİBERAL(İZM) MESELESİ[*]

“Bir liberal dilenci gördüğünde

sistemin işlemediğini söyler.

Bir Marksist ise işlediğini!”[1]

“Bir kez daha vurgulamak gerek; Marx’a göre insan doğası, ‘toplumsal’dır. Bu nedenledir ki insanın ‘toplum-öncesi’ durumundan kaynaklanan ‘doğal haklar’ söylemi, ona yabancıdır.[2]

Marksizm’in liberal söylence ile -“ama”sız, “fakat”sız aslî ayrımı tam da burasıdır!

Jules Michelet’nin, “Sonsuza kadar gerçekleri gizlemek tarihi bir yalan için yeterlidir,” saptamasına prim vermeyeceksek; abartıların, çarpıtmaların hakkından gelmek için ilk adımı Noam Chomsky’nin, “Geleneksel bilgelik olan her şeye karşı şüpheci bir tavır alarak başlayın,” tavsiyesi doğrultusunda atmakta yarar vardır.

Latince “cömert”, “soylu” ve “serbest” anlamlarına gelen “liberalis” sözcüğünden türemiş “izm” yani liberalizm ne devedir, ne kuştur; ama hem devedir, hem ne kuştur.

“Saldım çayıra görünmez el kayıra” söylencesine yaslanarak Adam Smith’in formüle ettiği liberalizmin ne olduğundan çok, ne olmadığına kafa yormakta yarar vardır.

Burada sakın, “Liberalizmin tek bir tanımı yoktur,” demeyin; o, “klasik”inden “neo”suna liberalizmdir ve “klasik”i ile “yeni”si arasında, öze ilişkin hiç bir farklılık yoktur.

Nihai kertede o, sadece ama sadece, “Laissez-faire, laissez passer” yani “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”dir; bu da çok önemlidir; çünkü bir zihniyeti deşifre etmektedir.

Immanuel Wallerstein’ın ayırt edici özelliğinin, hiçbir zaman gerçekleştiremediği bir şeyi vaat ediyor olması olduğunu söylediği[3] liberalizm manipülatif bir burjuva riyakârlığından başka şey değildir.

Bunun ne demek olduğunu Francis Fukuyama’nın, ‘Tarihin Sonu’ başlıklı yapıtında, insanlık tarihini ideolojik evriminin sonuna ulaştığını ve liberal demokrasinin insanlık tarihinin son ve değişmeyecek yönetim biçimi olduğunu öne sürdüğü[4] post-modern zırvada ve 2000’de “Devrimler Çağı Bitti” söylencelerinden hareketle, “post-devrimcilik çağındayız” yollu liberal hezeyanlarda tüm boyutlarıyla görebilirsiniz!

Liberalizmden söz edince Karl Marx’ın, “Geld ist scheisse” yani “Para boktur,” sözünü anımsamamak mümkün mü? Elbette değil!

Yani Karl Marx gibi, V. İ. Lenin’in de “hayırhah” bir tutum sergilemediği liberalizm meselesindeki aslî ayrımlara karşın birilerinin şu sözlerini hâlâ ciddiye almak mümkün mü?

“Marksizm, pek çok kavramını kendisinden önceki ekonomi politikçilerden dolayısıyla liberallerden devralmıştı. Ancak Marx, işçi sınıfının toplumu dönüştürücü gücünü görmüştü ve klasik ekonomi politiğin eleştirisini geliştirdi. Ancak bugün algılananın aksine Marx, kendi düşüncesini liberalizm karşıtlığı üzerinden kurmadı, o kapitalizmin işleyiş yasalarını ve bunun içinde işçi sınıfının bir toplumsal devrim aracılığıyla toplumu değiştirebileceğini gösteriyordu. Marx’tan sonraki Marksistler için de aynı durum geçerliydi. Örneğin; Lenin ve Bolşevikler belirli koşullar altında Rusya’daki Çarlık Rejimi’ne karşı liberallerle işbirliği yapmayı dahi uygun görüyorlardı. Ayrıca liberal demokrasilerin kendisinden daha gerici rejimlere karşı savunulması Marksistler açısından vazgeçilmez bir görevdi. (…) Sosyalistler bir yandan özgürlükler için gerekirse liberallerle de yan yana gelerek mücadele eder, bir yandan da somut bir gerçeklik olan neo-liberalizmin yıkımına karşı mücadele ederler çünkü kapitalizme karşı mücadele somut bir mücadeledir.”[5]

“SOL”DA MI? (DEDİNİZ!)

Cemal Süreya’nın, “Solcular yalan söylemez/ Yalan söyleyenler/ Solcu olduğunu söyler,” dizeleri de; Friedrich Nietzsche’nin, “İflah olmazlara hekim olunmaz,” saptaması da ne kadar doğru!

Coğrafyamızda da sosyalist geçinen kimilerinin -“demokratlık” adına!- gizliden gizliye savundukları ideolojinin ta kendisidir liberalizm; bunda da 1980 darbesinin etkisi büyük olmuştur.

Ancak buna rağmen V. İ. Lenin’in, “Tarihin diyalektiği öyleydi ki, Marksizm’in teorik zaferi, onun düşmanlarını, Marksist kılığına bürünmeye zorladı. İçten çürüyen liberalizm, kendini, sosyalist oportünizm biçiminde canlandırma yolunu denedi,” uyarısını “es” geçmedikçe liberalizmi, allayıp/ pullayan sığlıklarla uğraşmanın doğru olmadığı kanaatindeyiz.

Çünkü Pierre Bourdieu’nün, “Neo-liberal ‘bireysel özgürlük’ ve ‘hür teşebbüs’ düzeninin nihaî temeli işsizliğin, güvencesiz çalışmanın, işsiz kalma tehdidinin yapısal şiddetidir,” uyarısıyla birlikte; V. İ. Lenin’in, “Kapitalizm, ekonomik ve dolayısıyla toplumsal eşitsizlik ile biçimsel eşitliği birleştirir. Bu, kapitalizmin burjuvazinin yandaşlarınca, liberallerce, yalanlarla gizlenmeye çalışılan ve küçük-burjuva demokratlarca anlaşılmayan temel özelliklerinden biridir,” saptaması güncelliğini hâlâ korumaktadır!

Liberalizmin sol ile -zerrece- alâkâsı yokken; birinin onlara “Emperyalizm nedir, nasıl işler, neye yarar?”ı anlatması gerekiyor!

Sosyalistler toplumsal, liberaller de “doğal” hakları savunurken; liberalizm, burjuvazinin çıkarlarını ve niyetini ifade eder. Marksizm ise işçi sınıfının acılarını ve umutlarını dillendirir.

Ekonomik ve politik alanı birbirinden ayıran liberalizm, üretimi özel mülkiyete göre düzenler. Marksizm ise, özel mülkiyeti üretime göre düzenlemeyi savunur. Özel mülkiyetin aşılmasının, toplumun ihtiyaçlarına göre üretimin yapılmasını mümkün kılacağını savunur.

Nihayet “Sol” demek; emek-sermaye çatışmasında emekten yana olmak demekken; hem sol hem liberal nasıl olunuyor?

Garip değil mi!

V. İ. LENİN DERSLERİ

“Varsın liberaller ve kafasızlaşmış entelektüeller, özgürlük uğruna ilk gerçekten kitlesel meydan savaşından sonra cesaretlerini yitirip, korkakça şöyle desinler: Bir kez yenildiğiniz yere gitmeyin, bu uğursuz yola tekrar ayak basmayın! Sınıf bilinçli proletarya onlara şu yanıtı verecektir: Tarihin büyük savaşları ve devrimin büyük görevleri ancak, ileri sınıflar tekrar tekrar saldırıya geçtikleri ve yenilgi deneyimiyle akıllanmış olarak zaferi kazandıkları için yapılabilmiş ve çözülebilmiştir,”[6] diye haykıran V. İ. Lenin’in, “Bir liberalin genel olarak demokrasiden söz etmesi doğaldır. Bir Marksist ise, ‘Hangi sınıf için?’ diye sormaktan hiçbir zaman geri kalmayacaktır,”[7] eleştirisiyle müsemma liberalizm ile sosyalizm iki ayrı dünyadır.

Liberalizme/ liberallere karşı tavır konusunda, “Bir liberal kendisine kötü muamele edildiği zaman, tanrıya şükür dayak atmadılar diye düşünür. Dayak yediği zaman ise, öldürülmediği için tanrıya şükreder. Ve iş ölüme gelecek olursa, bu defa ölümsüz ruhu fani vücudundan kurtarıldığı için tanrıya şükredecektir,”[8] diye dalga geçen V. İ. Lenin’in tavrı nettir!

Hem de “Liberaller işçilere ‘Sizler toplumun sempatisini kazandığınızda güçlü olursunuz,’ derken Marksistler işçilere farklı bir şey söylerler, onlara şöyle derler: ‘Güçlü olduğunuzda toplumun sempatisini kazanırsınız’!”[9]

Bu kadar da değil; dahası da var: “Genel olarak liberal burjuvazi ve özel olarak liberal burjuva aydınları, özgürlük ve meşruiyet için mücadele ederler; çünkü bunlar olmaksızın burjuvazinin egemenliği tam, bütün ve güvenilir değildir. Ama burjuvazi gericilikten çok, yığınların hareketinden korkmaktadır. Liberallerin siyaset alanındaki çarpıcı, şaşırtıcı zayıflığı, mutlak iktidarsızlığı bu yüzdendir. Yığınların desteğini kazanabilmek için demokrasiye oynamak zorunda olan, ama aynı zamanda derinliğine anti-demokratik, yığınların hareketine, yığınların inisiyatifine, geçen yüzyılda Avrupa’da yer alan yığın hareketlerinden birini anlatırken Marx’ın söylediği gibi ‘yeri göğü sarsmalarına’ derinliğine düşman olan liberallerin bütün siyasetine egemen olan bitip tükenmez dalavereler, ikiyüzlülük, yalan ve korkakça kaçamaklar bu yüzdendir.”[10]

Evet, “Kapitalizm, ekonomik ve dolayısıyla toplumsal eşitsizlik ile biçimsel eşitliği birleştirir. Bu, kapitalizmin burjuvazinin yandaşlarınca, liberallerce, yalanlarla gizlenmeye çalışılan ve küçük-burjuva demokratlarca anlaşılmayan temel özelliklerinden biridir,” der ve yine ekler V. İ. Lenin:

“Devrim bir kez başladıktan sonra, liberaller ve devrimin diğer düşmanları tarafından bile tanınır; ama çoğunlukla bunu, aldatmak ve ihanet etmek için yaparlar. Devrimciler ise devrimi, devrimden önce öngörürler, kaçınılmazlığını fark ederler ve kitlelere bunun gerekliliğini anlatırlar, yol ve yöntemlerini açıklarlar.”[11]

Tüm bunlardan hareketle “Yetmez ama evet liberalizmi”yle V. İ. Lenin’i birlikte (?) telaffuz etmek mümkün olabilir mi?

ELEŞTİREL DEĞİNİLER!

Carl Edward Sagan’ın, “Eğer ki, bize bazı şeylerin doğru olduğunu iddia edenlere otorite sahiplerinden şüphe duymanızı sağlayan şüpheci sorular sorma becerisinde değilsek, bu durumda önümüze gelen ilk şarlatan politikacı veya dindara kanmaya açık oluruz,” uyarısı kapsamında ele alınması gereken liberalizm için Jean Paul Sartre’ın “Liberal iğrenç bir sözcüktür,” deyişi kadar ileri gitmeyeceğiz.

Ancak Murathan Mungan’ın ifadesiyle, “Pastörize edilmiş sağcılara liberal deniyor”ken; Noam Chomsky de, “Burjuva liberalizm ekollerinin övdüğü bireyci, bencil, süfli ve uydurma özgürlük”e[12] dikkat çeker!

Emile Zola’nın, “Bugün de burjuvazi, liberalizm çılgınlığıyla, yakıp yıkma hırsıyla, halka yaptığı dalkavuklukla aynı budalaca rolü oynuyor”;[13] Friedrich Nietzsche’nin, “Liberalizm, insanın sürü hayvanına indirgenmesidir”;[14] Yuval Noah Harari’nin, “Çağımızın en yaygın dini olan liberalizm, bireylerin öznel hislerini kutsal olarak gördüğü gibi üstün otoritenin de kaynağı olarak kabul eder,”[15] notu düştükleri liberalizmin riyakârlığına ilişkin olarak da Slavoj Zizek şu satırları kaleme alır:

“Benim liberalizmle derdim, insanların herhangi bir sorunu çözmek için bir şeyler yapmalarını istemekten çok liberalizm onların dilini ve düşüncelerini yönetmekle meşgul olmasıdır. Beyaz liberal üniversite öğrencileri, bir şeyler yapmak, daha da önemlisi bir şeylerden vazgeçmek zorunda kalmadan, ‘güvenli mekânlar,’ ‘tetikleyici sözcükler’ ‘mikro saldırganlık’ ve ‘beyazlara imtiyaz’dan bahsedip duruyor. Birilerine ırkçı, homofobik, kadın düşmanı, yobaz deme yoluna gitmeden; onları kampüste aforoz etmeye, onların canlarına okumaya ve itibarlarına gölge düşürmeye çalışmadan dünyayı farklı gören bu insanlarla sohbet bile edemiyorlar. Yoksullara yardım etmeye Afrika’ya gittikleri için siyahların acılarını hissettiklerini söylüyorlar, fakat kendilerinin de yaşamakta olduğu şehirdeki siyahî mahallelere gitmek istemiyorlar. Bu aynı öğrenciler çeşitliliğin sevincini yaşarlar ama aynı şekilde yalnızca pozitif ayrımcılık sayesinde kampüste olduklarını ya da tüm siyahların yoksulluk içinde büyüdüklerini varsayarlar.”[16]

SAHİ LİBERALİZM NEDİR? (Mİ!)

Lewis Wolpert’in, “Doğru olduğu varsayımı herhangi bir temele dayanmıyorsa, bir önerme doğru kabul edilemez,” saptamasıyla örtüşen liberalizm nedir (mi)?

Serbest rekabetçiliğiyle, de facto toplumsal adaletsizliğe ve eşitsizliğe yol açan liberalizmin, aç karnına savunulması mümkün değildir; o, tokların, sömürenlerin ideolojik hattıdır.

Paranın güç anlamına geldiği ideolojidir. Doğası gereği servetin artan bir kısmının belirli ellerde toplanması garantidir.

Michel Foucault’nun, “Kuşkusuz, liberalizmin kökeninde ekonomik analizden ziyade hukukî analiz de yatmıyor. Liberalizmi doğuran, sözleşmeye dayalı politik bir toplum fikri değil. Fakat liberal yönetim teknolojisi arayışı kapsamında, hukuki biçimli düzenlemenin yöneticilerin bilgeliğinden ya da makullüğünden çok daha etkili olduğu ortaya çıktı. (Fizyokratlarsa hukuka ve hukukî kurumlara şüpheyle yaklaştığından, bu düzenlemeyi kurumsal olarak yetkileri sınırsız olan despotun uymak zorunda olduğu apaçık bir hakikat olan ‘doğal’ ekonomik kanunlarda aramaya yönelmişti.) Liberalizm bu düzenlemeyi ‘kanunda’ aradı. Fakat bu kendi altyapısında hukukçuluk olduğundan değil, kanun, özel, bireysel ve istisnaî müdahaleleri ortadan kaldıran genel müdahale biçimleri belirlediği ve parlamenter düzende yönetilenlerin kanunun hazırlanmasına iştiraki en etkin yönetim ekonomisi olduğu için,”[17] notunu düştüğü liberalizm kurtla kuzunun aynı ağıla konmalarını, herhangi birinin müdahalesi olmaksızın “özgürce” yaşamalarını savunan bir düşünme biçimidir.

Hatta kuzular güçlenmeye başladığı zaman ağıl sahibinin kurtlara yardım etmesinde bir soru(n) görmezler.

Teoride savundukları hiçbir zaman pratiğe uymamıştır. Görünürde devletin etkisine karşı çıkarlarken, dünyanın her yerinde sermaye sahipleri devleti etkilerler, hatta bizzat devlet olurlar. Kazançlarını artıracak yasalar çıkartırlar. Geriletilen işçi hakları, vergi indirimleri, teşvikler, ihaleler, batan bankalara yardımlar söz konusu olduğunda devlet müdahalesinden hiç rahatsız olmazlar. Devlet müdahalesine sadece alt ekonomik sınıflar için bir şey yapıldığında karşı çıkarlar.

Aynı muhafazakârlar gibi dünyayı yalnızca kendi pençelerinden görürler. Halkın yüzde 5’inin zenginliğini, dünyadaki 200 ülkeden taş çatlasa 5-10 tanesinin refahını kendi ekonomik sistemlerinin başarısı olarak görürler.

Dünyanın geri kalanındaki fakirlik ve ölümler pahasına var olan zenginliği, yeri geldiğinde kendi içinde Evanjelizm ve KKK, yeri geldiğinde de Taliban, El Kaide gibi oluşumların önünü açan devletleri özgürlük illüzyonuyla pazarlarlar.

Adam Smith, David Ricardo, John Locke, Thomas Hobbes, John Stuart Mill, Ludwig Von Mises, Friedrich August Von Hayek, Milton Friedman, Bryan Çaplan, Michael Huemer, Joseph Salerno, Robert Murphy, Murray Rothbard, Hans-Hermann Hoppe, Gordon Tüllock, Jeffrey Tucker, Anthony De Jasay, Edward Stringham, Walter Block ve tilmizleri de benzer kafadadır. Nazilerle işbirliği içine girenlerden tutun, Augusto Pinochet’yi destekleyenlere kadar hepsi birbirlerine benzer!

Yeri geldi anımsatayım: Neo-liberal politikaların fikri babalarından Friedrich Hayek’in, Reagan iktidara geldikten sonra verdiği bir röportaja bakalım! 1981’de Şili’de yayımlanan ‘El Mercurio’ ile yaptığı röportajda “özgürlükçü” Hayek, Şili’de sosyalist Allende hükümetini deviren Pinochet darbesini şöyle savunuyordu:

“Şunu söyleyebilirim ki, uzun dönemli kurumlar olarak diktatörlüklere tamamıyla karşıyım. Fakat diktatörlük bir geçiş dönemi için zaruri bir sistem olabilir. Kimi zaman bir ülke için, şu veya bu biçimdeki bir diktacı gücün bir süreliğine mevcut olması zorunludur. Sizin de anlayacağınız üzere, bir diktatörün liberal yoldan yönetimde bulunması mümkündür. Aynı şekilde, bir demokrasinin de liberalizmden tamamıyla yoksun olarak yönetimde bulunması mümkündür. Şahsen ben, liberal bir diktatörü, liberalizmin olmadığı demokratik bir yönetime tercih ederim. Kişisel izlenimime göre – Güney Amerika için de geçerlidir bu – örneğin Şili’de, diktacı yönetimden liberal bir yönetime geçişe tanık olacağız. Bu geçiş dönemi boyunca belirli diktacı yetkilerin daimî olarak değil de, geçici bir düzenleme biçimi olarak muhafaza edilmeleri zorunlu olabilir.”[18]

Devam edelim: “Ortak çıkar, bireylerin insanlıklarına dayalı değildir; bencilliklerine dayalıdır. Akşam yemeğimizi soframızda bulmamızın sebebi, kasabın; biracının veya fırıncının cömertliğinden değil, onların kendi çıkarlarına olan düşkünlüğündendir,”[19] diyen Adam Smith’in “gizli eli” ile kontrol edildiği “iddia” edilen liberal dictum, yani “serbest piyasa” mülkü olanı koruyup; parası ve gücü olanların önünü emekçileri rahatça sömürmesi için açacak doğrultuda çalışır.

Yani Friedman’ları, Hayek’leriyle Margaret Thatcher’ı yaratan liberal öğreti için “güçlü birey”, “zayıf devlet”, “hukukun üstünlüğü”, “kuvvetler ayrılığı”, “ifade özgürlüğü”, “din özgürlüğü”, “basın özgürlüğü”, “mülkiyet hakkı”, “şeffaflık”, “hesap verebilirlik”, “tolerans”, “insan hakları”nın sınıfsal anlamı vardır; “genellemeleri” beyhude ve pazarlığa tabidir!

Kısaca büyük balığın küçük balığı yemesi demektir. Her koyun kendi bacağından asılır sistemidir.

Özetle sermayenin kendini koruma biçimlerinden birisidir liberalizm ve zenginler için özgürlüktür.

“Serbestliği özgürlük,” diye yutturma; güçlünün zayıfı yediği orman kanunlarını uygar göstermedir.

Zenginin daha da zenginleşmesi, yoksulun daha da yoksullaşması ve yoksunlaşmasıdır. Daha fazlası ya da azı değil!

Liberalizm, “Herkes kendinden sorumludur,” deyip; işin içinden çıkar. Hâlden anlamaz. “Özgürlük anlayışı” negatiftir.

Sosyal Darwinizmi savunur: Toplum koşullarına ayak uyduramayan bireyler, yok olurlar, bundan da kimseyi sorumlu tutamazlar. Bunun sorumlusu da sadece kendileridir.

Bunların yanında liberalizm her zaman muhafazakârlıkla el ele gitmiştir.

Margaret Thatcher partisi’nin adını nedir? Muhafazakâr Parti!

Ronald Regan hangi partiden seçildi? Muhafazakârların oy verdiği Cumhuriyetçi Parti’den!

“Yerli” versiyonlarında, Rasim Ozan Kütahyalı ile Nagehan Alçı liberaldir! Besim Tibuk, Cem Toker de öyle…

Ayrıca da Heywood C. Broun’a göre, “Liberal, kavga çıktığında sıvışan kimsedir.”

Bu coğrafyadaki epigonların bolca sergilediği üzere, Mehmet Barlas’lı, Engin Ardıç’lı, Atilla Yayla’lı omurgasız muğlaklıktır.

Yani “Liberallik nasıl bir şeydir”in tanımı çok geniştir!

Kimilerine göre de, nasıl tahayyül ediyorsa öyledir!

Bu tabloda “Gerçek liberalizm bu değil,” çırpınışları bir şey anlatmaz!

“Gerçek liberalizm şudur,” izahatları sadece zaman kaybıdır!

ÖZGÜRLÜK DEĞİL; SERBESTİ!

“Görünmez -denilen- el”in kadife içindeki demir yumruğu/ veya ökçesi olarak liberalizm ekonomik olarak bireyin çıkarlarını önde tuttuğunu “iddia” ederse de; “Hangi bireyin çıkarı?” sorusuna yanıt veremez!

Bertolt Brecht’in, “Özgürlük neye yarar, yaşarsa bir arada özgürlerle tutsaklar?” dizelerinden bihaber liberalizmde aslî özgürlük zenginin fakiri sömürme özgürlüğüdür.

İnsanlara aç kalma kaydıyla çalışmama özgürlüğü tanıyan liberalizm özgürlükten bahsedip durur da; özgürlüğün sınıfsal olduğunu “es” geçer.

Evet, bireysel özgürlükten bahseder, ama toplumsal özgürlük en büyük düşmanıdır. Ekonomide devlet müdahalesini istemez; fakat her krizde sıkışınca devletten medet umar. Örneğin liberal ABD’yi ele alalım. Devlet her yerdedir ve çıkarına/ bekasına uygun olmayan her şeye müdahale eder, özgürlükleri askıya alır.

Özetle “Liberalizm = özgürlükçülüktür” formülü, abartılı, asılsız bir genellemedir.

Burada yeri gelmişken, İşaya Üşür’ün önemli uyarısını aktaralım: “Liberty’nin karşılığı ‘serbestiyet’tir; ‘özgürlük’ değil.”[20]

İfade edilen “serbestiyet” de, insanlar için değil sermaye için öngörülen bir kavramdır. Liberalizmin temeli, toplum bireylerinin değil, sermayenin önündeki engelleri kaldırarak yeni pazarlar yaratma düşüncesidir ki bunun da zaten insan özgürlüğüyle doğrudan bir ilgisi yoktur.

Ancak unutulmamalıdır ki: Sermaye özgürse, özgür birey yoktur; özgür olan sermaye sahipleri vardır; bir de özgür olamayan mülksüzler! Bireyin özgürlüğü toplumda iştigal ettiği yer ve konumla bağlantılıdır, buna da sınıfsal konum deniliyor.

John Locke, John Stuart Mill’iyle liberalizmin, “Ekonomide kişisel serbestlik ile bireysel davranışlarda özgürlüğü savunduğu” görüşü, yaygın ve kocaman bir yalandır.

O özgürlük değil serbestlik vaat eder, gücü olana. Çünkü liberalizmin “zengin olabilme hakkı” denilen şeydir aslında.

Özel mülkiyet ile üretkenliği kutsayan serbest teşebbüsün liberalizmi sömürme, yağmalama ve talan özgürlüğünden başka bir şey ol(a)madı, olamazdı da.

Kaldı ki türlü sosyal bağdan kopmuş, her türlü koruma ve sosyal güvenceden yoksun, emeğini satmadığı zaman aç, kaderi sermayenin insafına terkedilmiş, ekonomik planda özerk olmayan, meta denizinde boğulmamak için sürekli debelenen bireyin özgürlüğünden, oradan hareketle de toplumsal refahtan söz edilebilir mi?

Evet, liberaller için özgürlük kocaman bir yalandan ibarettir.

Örneğin “Bağımsız ABD’nin ilk 36 yılının 34’ündeki başkanlar köle sahibiydi… Köle ticaretinden büyük servetler edinenlerin bir de liberalizm şampiyonu sayılmaları ne anlama gelebilirdi?”[21]

Özetle liberalizm, kapitalistlerin insanlara sunduğu sahte bir özgürlük vaadi, bir “Amerikan Rüyası”dır.

KAPİTALİZM VE FAŞİZM İLİŞKİSİ

“Liberal ekonomi” alt başlığında yapılan da; emeği kapitalist düzen(sizliğ)e mahkûm etmektir.

Ne özgürlüğe, ne insan haklarına, ne de demokrasiye hizmet eder. O, sadece ama sadece kapitalizme hizmet ederken; serbest piyasanın olmazsa olmazı yani “İşçileri daha özgürce nasıl sömürebiliriz”in yanıtıdır.

Kapitalizm artı-değer sömürüsü değil midir? Tabii ki evet! İyi de liberal kapitalizm nedir o hâlde? Veya “tercih nedeni” ne olabilir ki?

Unutulmasın, 1909’da kaleme aldığı ‘İşçi Hareketinde Taktiksel Ayrılıklar’ başlıklı makalesinde Anton Pannekoek, “Burjuvazinin liberal politikalarındaki kesin, gerçek amacı; işçileri yanlış yola sevk etmek, saflarında parçalanmaya neden olmak, politikalarını kudretsiz, her zaman kudretsiz ve kısa ömürlü, sahte bir reformizmin kudretsiz bir eklentisi hâline dönüştürmektir,” derken; liberal söylencenin “büyüme”, “kalkınma” vb’i gibi kavramları toplumsal meşruiyet yaratmaya dönük sermaye manipülasyonlarıdır.

Özetle kapitalizmi aklama sanatı olarak liberalizm her şeyden önce ücretli köleliktir.

Slavoj Zizek’in, “Kapitalizm ve demokrasi arasındaki evlilik sona erdi,” notunu düştüğü serbest piyasaya gelince, o kocaman bir yalandan ibarettir.

Hem de Emma Goldman, “Kapitalist toplum, hiç durmadan çalışanların asla bir şeye sahip olmadığı, buna karşılık hiç çalışmayanların her şeyin keyfini çıkardığı bir toplumdur”; Andery Tarkovski’nin, “Dürüst insanlar hiç zengin olamazlar, zengin insanlar da dürüst,” derlerken Eduardo Galeano’nun eklediği üzere:

“Ve doğmak da tehlikelidir, çünkü her üç saniyede bir çocuk beş yaşını göremeden ölüyor.”[22]

“İşçiler işlerini kaybediyor. Köylüler topraklarını kaybediyor. Çocuklar çocuk olma haklarını kaybediyor. Gençler inanma yeteneklerini kaybediyor. Yaşlılar emekliliklerini kaybediyor. ‘Hayat bir piyango’, diye düşünüyor kazananlar.”[23]

Kapitalizmsiz bir liberalizm olamay(a)cağına göre! O hâlde?

NAZİZM

LİBERALİZM

Antikomünist

Antikomünist

Özel mülkiyeti savunur.

Özel mülkiyeti savunur.

Kamu işletmelerinin burjuvazinin kârı için özelleştirilmesini savunur.

Kamu işletmelerinin burjuvazinin kârı için özelleştirilmesini savunur.

Halkı faşist ve antikomünist propaganda ile doktrine eder.

Halkı liberal ve antikomünist propaganda ile doktrine eder.

Eşitsizlik doğal ve olumludur.

Eşitsizlik doğal ve olumludur.

Anti-Marksist.

Anti-Marksist.

Hiyerarşik toplum.

Hiyerarşik toplum.

Sosyal Darwinizm.

Sosyal Darwinizm.

Üretim araçları üzerinde özel girişimi ekonominin motoru olarak görür.

Üretim araçları üzerinde özel girişimi ekonominin motoru olarak görür.

Burjuva devletin kapitalist burjuva ekonomisini düzenlemesini destekler. Büyük tekelci sermayenin yaşam alanını genişletmek amacıyla yağma savaşlarına yönelmesini destekler.

Burjuva devletin kapitalist burjuva ekonomisini düzenlemesinin desteklemesine karşıdır. Büyük özel sermayenin burjuva pazarı ve spekülasyonları aracılığıyla büyümesini destekler.

Faşist devletin işletmelerin üretimini yönetmesine karşıdır. Bunu ulusal ve yabancı büyük tekelci sermaye yapmalıdır.

Liberal devletin işletmelerin üretimini yönetmesine karşıdır. Bunu ulusal ve yabancı büyük tekelci sermaye yapmalıdır.

Serbest piyasaya yalnızca faşist burjuva devletinin ve tekelci kapitalist burjuvazinin ekonomisini etkileyen bir ekonomik kriz söz konusu olduğunda karşı çıkar. Bu, faşist devleti destekleyen ve savunan tekelci ya da korporatist ya da emperyalist kapitalist burjuvazinin büyük özel sermayesi lehine işleyen serbest piyasayı onayladığı anlamına gelir.

Tekelci kapitalist burjuvazinin büyük özel sermayesi için serbest piyasadan yanadırlar, dünyanın pek çok bölgesinde ekonomilerini etkileyecek kapitalist ekonomik kriz olmadığı sürece serbest piyasaya karşı çıkmaz. Bu durumda liberal burjuva devleti büyük sermayeyi kurtarmak için devreye girer, kapitalist burjuvazinin yüklendiği özel borçları liberal burjuva devletinin kamu borcuna dönüştürür.

Bütünüyle muhafazakârdır; burjuva kapitalist sistemin statükosunun emekçiler gibi daha az ayrıcalıklı kesimler lehine değişmesini istemez. Tersine, iktisadi, toplumsal ve siyasal eşitsizliğin süregitmesini yeğler. Burjuvazinin statükosuna aykırı olan her şeyden nefret eder, bu nedenle de ilerici olan, özel sermaye ve kapitalist burjuvazinin özel mülkiyetinin aleyhine olan her şeye karşı çıkar.

Bütünüyle muhafazakârdır; burjuva kapitalist sistemin statükosunun emekçiler gibi daha az ayrıcalıklı kesimler lehine değişmesini istemez. Tersine, iktisadi, toplumsal ve siyasal eşitsizliğin süregitmesini yeğler. Burjuvazinin statükosuna aykırı olan her şeyden nefret eder, bu nedenle de ilerici olan, özel sermaye ve kapitalist burjuvazinin özel mülkiyetinin aleyhine olan her şeye karşı çıkar.

Bireyciliği destekler, kolektivizme karşı çıkar; bireyin çıkarını her zaman kolektifin üstünde tutar.

Bireyciliği destekler, kolektivizme karşı çıkar; bireyin çıkarını her zaman kolektifin üstünde tutar.

Bütün iletişim araçlarının nasyonal sosyalist parti ve Joseph Goebbels’in Propaganda Bakanlığı eliyle toptan denetim altında tutulması. Alman halkı ve tüm dünya halklarının yabancı medyalar aracılığıyla komünizm üzerine yalanlarla manipüle edilmesi.

Küçük bir kapitalist burjuva medya sahipleri grubunun tekel ve oligopoller aracılığıyla bütün iletişim araçlarını kontrol eder ve medyalar aracılığıyla aşırı antikomünist propagandayla kamuoyunu manipüle edebilirler.

Bütün insanların toplumsal eşitliğini kabullenmez, sınıfların varlığını normal sayar.

Bütün insanların toplumsal eşitliğini kabullenmez, sınıfların varlığını normal sayar.

Emeğin sömürüsü aracılığıyla başkalarının sırtından edinilen kazançları meşru sayar.

Emeğin sömürüsü aracılığıyla başkalarının sırtından edinilen kazançları meşru sayar.

Halkın siyasete katılımını desteklemez.

Halkın siyasete katılımını desteklemez.

Beyazların üstün ırk olduğuna ve bu nedenle dünyayı yönetmesi gerektiğine inanır.

Burjuvazinin üstün sınıf olduğuna ve bu nedenle dünyayı yönetmesi gerektiğine inanır.

Bütünüyle emperyalist, Siyonist-yanlısı, halk düşmanı, anti-Semit, ırkçı, yabancı düşmanı, erkek egemen, aşırı şoven, kadın düşmanı, irrasyonel, gerici, anti-hümanist ve antikomünist bir ideoloji.

Bütünüyle emperyalist, Siyonist-yanlısı, halk düşmanı, tüketimci, kapitalist tekeller için serbest piyasa yanlısı, sömürü yanlısı, bilimdışı, bireyci, idealist ve antikomünist bir ideoloji.

Güçsüz ülkeleri ve yoksulları zorla boyun eğdirerek varlıklarını yağmalar.

Güçsüz ülkelerin ve yoksulların varlıklarını serbest ticaret anlaşmaları aracılığıyla yağmalar.

Milli kapitalist burjuvazinin çıkarlarını savunur.

Uluslararası kapitalist burjuvazinin çıkarlarını savunur.

Bankalar, milli ve yabancı kapitalistler tarafından desteklenir.

Bankalar, milli ve yabancı kapitalistler tarafından desteklenir.

İktidara faşist aracılığıyla gelir ve liberaller, muhafazakârlar ve kapitalistler tarafından desteklenir.

İktidara demokratik burjuva seçimleri aracılığıyla gelir ve liberaller, muhafazakârlar ve kapitalistler tarafından desteklenir.

İdeolojisi yayılmacı, savaşçı, sömürücü, yağmacı, despot, bürokratik, terörist, soykırımcı ve totaliterdir.

İdeolojisi yayılmacı, savaşçı, sömürücü, yağmacı, despot, bürokratik, terörist, soykırımcı ve totaliterdir.

İdeolojisini komünizmin ilerlemesini durdurmak için çokuluslu mali bankalar ve kapitalistlerin desteğiyle, terör aracılığıyla dayatır; aynı zamanda büyük ulusal kapitalist şirketlerin de koruyucusudur.

İdeolojisini propaganda gücü ve iletişim araçları aracılığıyla dayatır, büyük yabancı kapitalist şirketlerin koruyucusudur.[24] 

Bir şey daha: “Faşizm özüne indirgenmiş liberal devlettir,”[25] der François Chatelet ve “Neo-liberal faşistler”den[26] söz eder Komutan Yardımcısı Marcos da!

“Neo-liberal sermaye birikim rejimi” ve “kapitalist devlet” şahsında liberalizm deyince bunlara da kafa yormak gerekmez mi?

Faşizm, kapitalizm ile burjuva demokrasisinin uzantısıdır. Çünkü liberal sistem faşizmin gelmesi için gerekli koşulların birincisidir. Yani liberalizm ile faşizm arasındaki tarihsel bağ kapitalizmdir.

Bunun için de “Kapitalizm hakkında konuşmayanlar faşizm hakkında sussunlar,” der Max Horkheimer…

GÜNÜMÜZDE, COĞRAFYAMIZDA!

Ya coğrafyamızda mı?

Yüzünü hep sağa dönerek “demokrasi” aramak!

Sonra “Elveda” çığırtkanlığı!

Ve “Yetmez ama evet” AKP’ciliği!

Yani Birikim Dergisi’nin AKP’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002’de “Muhafazakâr demokrat inkılâp”[27] manşetiyle çıktığını; Ahmet İnsel’in de, “3 Kasım seçimlerinin ortaya çıkardığı tablo, beklenmedik biçimde, 12 Eylül rejiminden çıkış kapısını araladı… 12 Eylül’den çıkışın, Türkiye cumhuriyet tarihinin başat kutuplaşmasının etkisini kaybetmesiyle, yerini daha olağan kutuplaşma ve çatışma dinamiklerine bırakmasıyla birlikte gerçekleşmesi, çok önemli bir dönüşüm eşiğidir,”[28] saptamasını bilmeyen, duymayan var mı hâlâ?

Bir de Ufuk Uras’ın, “9 Mart cuntasının ruhu Türkiye solunda hâlâ yaşıyor… Benim için 15 Temmuz bir milattır. 12 Eylül ruhuna en büyük darbe 15 Temmuz’da vuruldu,”[29] hikmetini?!

Uzatmayıp, duralım burada!

Tarih 1 Nisan 2013’de AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu, “10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde bizimle paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar. Onlar da şu ya da bu şekilde her ne kadar bizi hazmedemeseler de; diyelim ki liberal kesimler, şu ya da bu şekilde bu süreçte bir şekilde paydaş oldular ancak gelecek inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak,” dedi ve bu bir işaret fişeğiydi.

2002-2015 kesitinde en parlak zamanlarını yaşayan liberaller ve kimi “muhafazakâr demokratlar”, 2015’ten sonra AKP’nin bir kenara itmesiyle sudan çıkmış balığa döndüler.

İzzet-i itibar, iktidar çevrelerinden art arda gelen konuşma davetleri, STK’larına aktarılan kaynakları vb’leri bıçak gibi kesildi.

Sonra da AKP iktidarına karşı kendilerini muhalefete eklemleme çabasına giriştiler. Bunun için özeleştiri vs yapma gereği de duymadılar. Onlara göre kendileri değil iktidar değişmişti; ne güzel “açıklama” değil mi?

Aslında soru(n) şuydu: Liberaller sadece AKP’ye mi destek verdi? Turgut Özal’a, Fetullah Gülen’e, tarikatlara verilen destek neydi?

Bugün AKP karşıtı olduğu “iddia”sındaki liberallerin samimi olduğuna inanmak mümkün mü?

BİR NOT

“Kimse özgür olduğunu sanan köleler kadar ümitsizce köleleştirilmemiştir,” der Johann Wolfgang von Goethe; ki liberallerin kapitalizm ile ilişkisi de bu kapsamda ele alınmalıdır…

Elbette aklın ve eleştirinin öne çıkması baskıcı kurumlarla çatışmayı zorunlu kılar. Ancak baskıcı kurumları var eden ekonomi-politiğe karşı mücadele pratiğiyle elbette…

O hâlde kapitalist düzenin ekonomi-politiğine karşı radikal tavır almadıkça düzen-içi muhalefet ufkunun fevkâlâde sınırlı olduğunu; sosyalist muhalefetin de bu noktayı İbrahim Kaypakkaya’nın, “Komünistler ‘her şart altında’ ittifaka hazır değildir. ‘Bağımsızlıklarını korumak’, ‘kendi kuvvetlerine dayanmak’, ‘inisiyatifi kaybetmemek’ ve program hedeflerine uygun olmak şartıyla, ittifaklar kurarlar,” uyarısı doğrultusunda göz ardı etmemesi yaşamsal önemdir.

Yerküre ile coğrafyamızda yaşananlar, muhalefet açısından “gök kubbe altında kaos var, koşullar mükemmel” sözünü anımsatırken; cesaretin önemini bir kez daha vurguluyor.

Tam bu noktada liberaller gibi -olup olmayacağı da şaibeli!- erken seçim talebi yerine, kapitalist rejimde ortaya çıkan istikrarsızlığı, iç kavgayı; “Bütün peygamberler çobandı. Hepiniz çobansınız, hepiniz sürünüzden mesulsünüz,”[30] diyen totaliterliği gözeten bir yerden ele almak gerekmiyor mu?

Gerçeğin ne olup olmadığının izahında ve olması gereken yolunda, değiş(tiril)mesi için görme ve gösterme praksisi olarak radikal sosyalizm açısından asılsız/imkânsız liberal demokrasi yaygaraları yerine Che Guevara’nın ifadesiyle, “Yapılacak başka bir devrim yoktur, devrim ya sosyalisttir ya da bir karikatürdür,”[31] duruşu biricik çözüm yoludur; V. İ. Lenin’den beri…

TEMEL DEMİRER

N O T L A R

[*] Kaldıraç, No:243, Ekim 2021…

[1] Bill Livant.

[2] Igor Shoikhedbrod, Revisiting Marx’s Critique of Liberalism. Rethinking Justice, Legality and Rights. Palgrave, MacMillan, 2019, s.28.

[3] Immanuel Wallerstein, Liberalizmden Sonra, çev: Erol Öz, Metis Yay, 1998.

[4] Francis Fukuyama, Tarihin Sonu ve Son İnsan, Çev: Zülfü Dicleli, Profil Yay., 6. Baskı, 2016.

[5] Can Irmak Özinanır, “Liberalizm Efsanesi”, 12 Kasım 2010… https://www.sosyalistişçi.org/ındex.php/arşiv/76-402-12-kaşm-2010/907-liberalizm-efsanesi

[6] V. İ. Lenin, Seçme Eserler: Gericilik ve Yeniden Yükseliş Yılları (1908-1914), Cilt: 4, çev: İsmail Yarkın, İnter Yay., 1995.

[7] V. İ. Lenin, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky, Çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 2013.

[8] V. İ. Lenin, Collected Works, Volume: 11, Progress Publishers, Moscow, 1977, s.385.

[9] V. İ. Lenin, Collected Works, Volume: 18, Progress Publishers, Moscow, 1977.

[10] V. İ. Lenin, İşçi Sınıfı ve Köylülük, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1970, s.235-236.

[11] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, Çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970, s.73.

[12] Noam Chomsky, Anarşizm Üzerine, çev:Tamer Tosun, Agora Kitaplığı, 2013, s.135.

[13] Emile Zola, Germinal, çev: Adnan Cemgil, Engin Yayınevi, 1992, s.248.

[14] Friedrich Nietzsche, Putların Alacakaranlığı, çev: Serpil Erfındık, Lilith Yayı., 2017.

[15] Yuval Noah Harari, Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens, çev: Ertuğrul Genç, Kolektif Kitap, 2017.

[16] Slavoj Zizek, Cinsel Olan Politik midir?, çev: Bahadır Turan, Encore Yay., 2018, s.29.

[17] Michel Foucault, Biyopolitikanın Doğuşu, çev: Alican Tayla, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., 2015, s.266.

[18] Aytunç Erkin, “Erdoğan Karşıtı ‘Liberalin’ Tarihi”, Sözcü, 6 Mart 2021, s.15.

[19] Adam Smith, Ulusların Zenginliği, çev: Ayşe Yunus-Mehmet Bakırcı, Alan Yay., 1985.

[20] İşaya Üşür, Ekonomi Politik Zarif Mezar Taşları: İşaya Üşür’e Armağan, Ahmet Arif Eren-Mesut Sert, Siyasal Kitabevi, 2018, s.4.

[21] Fikret Başkaya, Eko-Sosyalist Paradigma- Komünist Topluma Giden Yol, Yordam Kitap, 2020, s.112.

[22] Eduardo Galeano, Ve Günler Yürümeye Başladı, çev: Süleyman Doğru-Savaş Çekiç, Sel Yay., 2017.

[23] Eduardo Galeano, Tepetaklak-Tersine Dünya Okulu, çev: Bülent Kale, Sel Yay., 2018, s.81.

[24] https://twitter.com/Francis49146726/status/1338420684343693312

[25] Maria Antonietta Macciocchi, Faşizmin Analizi, çev: Cemal Süreya, Payel Yay., 1979.

[26] Komutan Yardımcısı Marcos, “Yeni Bir Sağın Doğuşu: Liberal Faşizm”, Birikim, No:139, Kasım 2000, s.51-59.

[27] Birikim Dergisi, No: 163-164, Kasım/Aralık 2002.

[28] Ahmet İnsel, “Olağanlaşan Demokrasi ve Modern Muhafazakârlık”, Birikim Dergisi, No: 163-164, Kasım/Aralık 2002.

[29] “Ufuk Uras: 12 Eylül Ruhuna En Büyük Darbe 15 Temmuz’da Vuruldu”, Independent Türkçe, 12 Eylül 2021… https://www.indyturk.com/node/410421/haber/ufuk-uras-12-eyl%C3%BCl-ruhuna-en-b%C3%BCy%C3%BCk-darbe-15-temmuz%E2%80%99da-vuruldu

[30] Selda Güneysu, “Erdoğan: Hepiniz Çobansınız”, Cumhuriyet, 25 Haziran 2021, s.5.

[31] Michael Löwy, Che Guevara’nın Düşüncesi: Devrimci Bir Hümanizm, çev: Aynur İlyasoğlu, Yazın Yay., 2004.

Önceki İçerikÇöpünde boncuk aramak
Sonraki İçerikAKP’NİN “LAİKLİĞİ”: NEREDE BAŞLAR, NEREDE BİTER?[1]