Demirtaş’ın RTE’yi alkışlaması, geçen ve önümüzdeki seçim momentiyle ilgili tartışmalara doğrudan zemin ve veri oluşturuyor. Bununla birlikte cb seçimlerinde Demirtaş’a destek verenlerin de, karşı çıkanların da argümanları kişisel tutum ve ahlaki/görgüsel zeminlerin dışına taşma gücü gösteremiyor.
Karşı çıkanlar RTE gibi bir katil ve hırsız alkışlanır mı diyorlar, destekleyenler Demirtaş’ı çarmıha germek için fırsat mı buldunuz diye itiraz ediyorlar, Demirtaş’ın kendisi konuyu nezaket ve şıklık zeminine taşıyor. Oysa Kürt hareketi bünyesinde tümüyle siyasal/sınıfsal eğilim ayrışması zemininde değerlendirilmesi gereken bir gelişmeler manzumesi vardır ve bu olay bu manzumedeki genel bir tutumun dışavurumu olarak yaşanmıştır.
Güzel Gidiyordu…
Kürt özgürlükçülüğü IŞİD saldırıları sonrasında bölgesel planda, cb referandumu sonrasında ise Kuzey siyasetinde önemli ilerlemeler kaydetti. Ancak daha henüz bu kazanımlar pekişmeden gelişmeler göstermektedir ki Kürt özgürlükçülüğü içindeki sınıfsal eğilim farklılıkları bu iki alandaki kazanımların bütünsel bir düzey oluşturmasının önünde giderek büyüyen bir engel haline gelmektedir. Bu tarihsel bir kaçınılmazlıktır. Sorun devrimin ve devrimcilerin bu tarihsel kaçınılmazlık çerçevesinde çatışmanın hangi tarafında durma konusunda tavır netliği gösterip gösteremeyeceğindedir.
Demirtaş’ın “alkış” bildirimi referandumda elde edilmiş olan önemli kazanımları bir hamlede olmamışa döndürüverdi. Açıktır ki Kürt sivil siyaseti devrimsel bir yeniden yapılanmayı gündemine almadığı takdirde önümüzdeki seçimlerde ancak ağzıyla kuş tutabildiğinde referandumdaki başarısını yineleyebilecektir.
HDP’nin cb seçimlerindeki başarısı Türkiye solu ve liberalleri tarafından “Kürt sorununa sıkışmamış bir söyleme” bağlandı. Bu tanımlama pek de doğru sayılamaz. Demirtaş, cb seçimleri sırasındaki propagandasında Kürt sorununun gündemine ilişkin bundan önceki söylem çerçevesinin gerisinde ya da dengi bir düzeyde kalmadığı gibi aksine Kürt burjuvazisinin işbirlikçi siyasetini aşan tarzda bir söylem geliştirdi. Örneğin, Roboski için RTE’nin elindeki kanı temizlemek için ailelerle yemek düzenleyen Demirtaş’ın yerine Roboski’nin hesabını soran bir Demirtaş vardı meydanlarda. Ve keza Kürt burjuvazisinin işbirlikçi eşiğinin ötesine geçebildiği için doğrudan AKP/RTE’yi hedefe koyan bir retorikle Alevileri, Gezi potansiyelini ve CHP’den umudunu kesmekte olan kentli, modernist, cumhuriyetçi kesimlere de seslenebildi ve de oylarını almayı başardı. Elbette bu kısmi bir başarı oldu, çünkü Kürt burjuvazisinin seçim öncesindeki pazarlıkçı atağı bu kesimlerin eğilimlerini HDP’ye yöneltecek ön düzenlemelerin önüne geçti. Bu yaklaşım Kürtler dışındaki demokratik toplum muhalefetinde kararsızlık ve kuşkuya yol açtı. Bu tür olumsuzluklara meydan vermeden yürünebilseydi, açıktır ki %10 barajını aşmak oldukça kolay olabilecekti.
Tek Turun Getirisi, Alkış’ın Götürüsü…
Bununla birlikte %10’un eşiğine gelmiş bir başarı tüm demokratik toplum muhalefetinde gelecek seçimler açısından büyük umutların doğmasına yetti. Seçimlerin daha ilk turda bitmesi, bu başarının içindeki kuşku potansiyellerinin kendilerini açığa vurmalarının önüne geçmiş, hatta var olanları dağıtıcı olmuştu. Örneğin cb seçimi ikinci tura kalsaydı, ilk turda kısmen kurulmuş olan alevi-Kürt yakınlaşmasının, RTE’nin kesin olacak kazanımı karşısında Kürt siyasetini büyük bir töhmet altında bırakacağı ve Kürt demokratik siyasetine zaten mesafeli duran alevi oyların ve alevi demokrasi arayışının hızla Kürt demokratik alanının etkisinden uzaklaşacağı açıktı. Ve elbette, Gezi’nin siyasal sözcülüğüne soyunarak seçimleri boykot kararı alan küçük-burjuva Türkiye solu Kürt demokratik hareketine uzak durmasının gerekçelerindeki haklılığını öne sürerek bu uzak duruşu kalıcılaştırmanın malzemesini elde edecekti. Oysa ilk tur sonuçları itibariyle hem boykotçu kesimler hızla Kürt demokratik hareketiyle yakınlaşmanın sinyallerini vermeye başladılar hem de alevi hareketi kendi politik ihtiyaçlarına söylemsel düzeyde de olsa sahip çıkışın getirdiği kazanımlarla moral bulduğunu gösterdi.
Ancak Kürt sivil siyasetinin işbirlikçi geleneği un çuvalından yapılan elbise gibi bir yerden kendini göstermekte gecikmedi; tek turda biten seçimin önümüze getirdiği bütün bu umut yığınağı Demirtaş’ın elleriyle çöpe atılıverdi.
Ve İşbirlikçi Açılım…
HDP’nin başarısıyla arsızlaşan Kürt burjuvazisi seçim sonuçlarını kendi işbirlikçi siyasetine tahvil etmekte hiç çekingen davranmadı. Oldukça erken ve pek beklenmedik bir şekilde açığa çıktıysa da sürecin bu yönlü karakteri Devrimci Cephe’nin seçim öncesi değerlendirmesinde mevcuttu ve haliyle bizim için pek de sürpriz olmadı. HDP’ye verilecek oyların seçim sonrasında Kürt burjuvazisinin işbirlikçi pazarlıklarına malzeme olacağı, ancak buna rağmen Kürt devriminin asli sürecinin Rojava’da işleyeceği, bu nedenle Kuzeydeki başarının nihai olarak Kürt burjuvazisinin reel politikerliğinden ziyade Rojava devriminde tarihsel karşılığını bulacağı bu değerlendirmelerde belirtilmişti.
Demirtaş’ın olumlu ve güçlü seçim söylemlerinden dolayı, Kürt devriminin Kuzey’de yeni saha tutma taktiklerinin ve Güney’deki ataklarının konjonktürel olarak Kürt demokratik muhalefetindeki inisiyatifin Kürt devrimine geçmekte olduğunun bir işareti olabilir mi, şeklindeki sorgulamalarımız Kürt burjuva siyasetinin açığa çıkışının bizim için “erken ve pek beklenmedik” momentini oluşturdu.
Aslına bakılırsa, Süreyya Önder’in Paris’teki üç Kürt kadın devrimcinin katili olduğu artık kanıtlanmış MİT Başkanını Dışişlerinde görmekten mutlu olacağını deklare etmesi sadece Sırrı’nın sırrının Sırrı olmakta olduğu konusundaki uyarıcı olmakla kalmayıp, Kürt burjuvazisinin kendi politikasına hızla tam yol vermekte olduğunun da bir işaretiydi.
Önder, tuluatçılıkla siyasal temsiliyeti ayıramayan seviyesizliği ile işbirlikçi adaşının bir karikatürü olarak siyaset sahnesindeki konumunu somutlarken, Demirtaş alkış “nezaketi”yle alevi ve demokratik sol sosyalist siyasal alana yönelik bir politika cambazı olmaktan daha öteye geçecek bir potansiyeli olmadığını göstermiş oldu.
Ve elbette RTE’nin cb’liğini Kürt çıkarlarının hayrına gören Barzani kutlamasının Buldan’ın seçimlerden önce dile getirdiği değerlendirmeyle neredeyse kelime kelime örtüşmesi kimseleri şaşırtmamış olmalıdır. Böylece RTE’nin resepsiyonuna katılan HDP’liler, kendilerinin aslında Türk parlamentosundaki Barzani milletvekilleri olduklarının deklare etmiş oldular.
Özgürlükçü Devrimin Açılımı
Kuzeyli işbirlikçi Kürt burjuvazisi kendi egemenliğini bütün arsızlığıyla zorlarken, devrimci halk yapısı gerilla üzerinden Güney’de bir yandan Rojava devrimini korumak diğer yandan bu amaçla devrimi yaygınlaştırıp geliştirmenin yanı sıra Kuzey’deki politikanın sınırlarını da çizmiş durumdadır. Ya hızla müzakere ya da savaş… Cemil Bayık’ın bu ön belirlemesindeki netlik, Öcalan’ın yapması beklenilen görüntülü “silahsızlanma” çağrısının da önünü kesmiş bulunmaktadır. Kürt devrimi Güney’de ve Batı’da devrimi yerleştirmeye ve geliştirmeye çalışırken kent gerillacılığına yaptığı adlandırma itibariyle yeni “öz savunma” taktiği ve DBP üzerinden örgütlenmesini geliştirme çabasındadır. Ve mücadelenin yürütülmesinde Özgürlükçü Kürt devrimi, Devrimci Cephe’de uzun zamandır formüle edildiği haliyle bir önderlik tandemi kurulduğunu resmen ilan etmiş durumdadır. Öcalan ve dağ yapılanması arasındaki işlevsel ayrım net bir şekilde ortaya konulmuştur. Haliyle bunun sivil siyaset kesimine yansıması kaçınılmaz olacaktır.
DBP Kürdistan’da demokratik özerkliği, demokratik komünalizm ve öz savunma hamleleri itibariyle geliştirirken, Türkiye soluna düşen de, Kürt devrimindeki bu açı farklılıklarını görerek devrimci olandan yana mevzilenmektir. Bu konu çok stratejiktir, çünkü Kürt burjuvazisiyle Kürt devrimi arasındaki farklılaşma Kuzey’deki olgunlaşmasını aynı zamanda Güney ve Batı alanlarındaki mücadelenin dinamikleri üzerinden derinleşmektedir. Kürt halk hareketindeki farklılaşma artık ulusal/bölgesel genişliği üzerinden gelişmektedir.
Barzani ile Bayık arasındaki tartışmanın uzandığı alanlar bu ayrışmanın ulusal bir boyut taşımakta olduğunu göstermektedir. Şengal ve Mahmur alanlarının IŞİD tarafından Barzani için kitlesizleştirildiği artık somuttur. Şengal Kürtlerinin konumlandığı coğrafyanın stratejikliği yanısıra dini/ideolojik farklılığı nedeniyle Barzani önderliğine biattan uzak kalışının ciddi sorunlar yarattığı ve buradaki halkın geçmişte de konumlanmalarını istikrarsızlaştırıcı saldırılara uğramakta olduğunu biliyoruz. Keza Kürt özgürlük mücadelesinin büyük ve kahırlı mücadelelerle oluşturduğu Mahmur yerleşiminin boşaltılması için Barzani ve TC’nin BM üzerinden girişimlerini ve bu yerleşim üzerindeki KDP denetiminin her fırsatta sıkılaştırılmak istendiğini de biliyoruz.
Barzani’nin Mahmur’daki gerilla komutanlarıyla teması yanıltıcı olmamalıdır. Bu temas gerillanın IŞİD saldırısına uğrayan alanlara yönelik gösterdiği devrimci inisiyatif sayesinde tıpkı Rojava’da olduğu gibi Güney’de alan tutması sonrasında Barzani’nin icazete zorlanması, halk desteği karşısında gerillanın yarattığı fiili durumu kabullenmesinin bir sonucudur.
Diğer taraftan Kerkük’teki peşmerge-gerilla dayanışmasının YNK ile kurulduğu açıktır.
KDP peşmergeleriyle tabanda kurulan kardeşleşmeye karşı Peşmerge Bakanlığının PKK ve yöneticileri hakkındaki saldırgan ifadesi ve Rudav televizyonunun gerilla kazanımları hakkında halkı bilgisiz bırakma gayretleri KDP’nin PKK/HPG güçleri karşısındaki gerçek tutumunu yansıtmaktadır.
Uluslararası emperyalizmin, Suriye’den çıkardığı dersler gereği bölgede ehven gördüğü güçleri destekleme kararının Kürt örgütlenmeleri içinde doğrudan KDP’nin ve Bölgesel Kürt Yönetiminin seçilmesiyle sonuçlandığı ve bu yapının güçlendirilerek bütün bölgedeki Kürt muhalefetinin üzerinde egemenlik kurmaya yöneldikleri artık biliniyorken, KDP-PKK yönetimleri arasındaki gerilimin devrimci ve işbirlikçi siyasetler arasındaki bir ayrıma tekabül ettiği somutça bilinmeli ve bunun bütün yansımalarına karşı net ve kati tutum geliştirilebilmelidir.
Konum ve Görüş Sağlığı/Sığlığı
Tavır ve tutumdaki duruluklar bu zemindeki bilinç bulanıklıklarının önüne geçmekte bize yardımcı olacaktır. Bu tür bulanıklıkların bir tezahürü olarak Ali Haydar Kaytan’ın Nuray Mert’e açtığı polemik üzerinde konuşmaya değer, çünkü A. Haydar Kaytan özgürlük mücadelesinin en değerli kurmaylarından biridir ve buna rağmen Nuray Mert’in Kürt burjuvazisinin işbirlikçi siyasetinin yol açtığı belirsizlikler üzerine getirdiği eleştirilere Kürt muhalefetini sahiplenme adına kendini muhatap kılma yanlışına düşmüştür. İşbirlikçi Kürt siyasetinin tutum bozukluklarını savunmanın gücünü ise ancak üslup abartılarıyla kurmaya kalkışınca ortaya bir Türk liberali karşısında etkisiz kalan bir Kandil kadrosu görünümü çıkmıştır.
Kaytan’ın bilinir ve gıpta edilir felsefi birikim ve derinliği diğer yazılarında usta işi damıtılmış bir basitlikle satırlara dökülürken bu tartışmadaki zayıf pozisyonu onu bir zamanlar A. Tuğluk’un denediği çiğ entelektüel gösterilere başvurmaya zorlamış olmalıdır. Kürt işbirlikçiliğinin politik savunusu, bu politikaların Öcalan mesnedini savunmayla karıştırıp tam da kendi paralaksına yol açınca Kaytan’ın hem içerik hem üslup olarak bildiğimiz düzeyinin gerisine düşmesi kaçınılmaz olmuştur. Muhtemelen bu düşük düzey yazarınca da görülmüş olmalıdır ki, bizim arşivimize ve Google kaşesine kendi adıyla giren yazısı bir süre sonra Fırat Aydınkaya envanterine geçti.
Sürece “mütareke” tanımı yüklemeyi tercih ettiğiniz yerde konu Öcalan’ın daha en son görüşmede bile ne zaman başladığını bilmediğimiz “müzakerelerin neredeyse sonuçlanmak üzere” olduğu deklarasyonuna bağlı politikaların savunusuna vardırıldığında ortaya çıkan çaprazlığın savunu gücü bir liberal karşısında bile kaçınılmazca zayıf kalmaktadır.
Oysa kuzeyli, güneyli Kürt burjuvazisinin işbirlikçi politikalarına karşı tutumlarındaki netlik ve kararlılık gereği Cuma ve Rıza arkadaşların sade anlatıları sürece dair oldukça güçlü bir şekilde aydınlatıcı ve perspektif sunucu oluyor.
Bu demektir ki, Kürt devriminin Kürt burjuvazisine karşı ideolojik mücadelesini DBP ve Kandil üzerinden daha doğrudan bir söyleme kavuşturması giderek elzem bir hal almaktadır.
Ve de oldukça daraltılmış bir program somutluğunda Kürt devrimiyle yoldaşlaşma adına Türkiyeli devrimci demokrat ve sosyalistlere düşen görev, Kürt burjuvazisinin seçim sonuçlarını istismar eden arsızlığını yüzüne çarparak gündemdeki seçim çalışmalarını bu negatif girdiye rağmen olumluya çevirecek tutum ve çaba içinde olmaktır.
Doğru tutum ve çaba;
Her şeyden önce;
1- Kürt siyasal alanına Kürt demokratik mücadelesinin AKP/RTE’den beklentilerinin beyhude olduğunu ifade eden sınıfsal bir karşı duruş tarifi yapmakla; yani yeni Türk burjuvazisinin sömürgeciliğinin kendisi için yapısal ve varlıksal bir ihtiyaç olduğunu anlatmakla mümkündür.
2- Demirtaş alkışının tekil bir tavır değil bu sınıfsal eğilimle uyumlu işbirlikçi sınıf siyasetinin bir dışavurumu olduğunu deklare etmektir. Ve de Buldan’dan Önder’e kadar bütün tezahürleriyle en genelinde bu işbirlikçi sınıf eğilimine karşı tavır almaktır. Yoksa HDP içindeki sosyalistlerin yaptığı gibi, Demirtaş’ı eleştirdiği için özür dilercesine muhalif eleştirilere ağız dalaşı içeriğiyle konuyu tekilleştirip tikelleştirerek cevap yetiştirmeye çalışmak değildir.
30 Ağustos 2014