Kürdistan ve IŞİD Momentumu


IŞİD’in, bölgede işleri yarım kalan emperyalizmin yeniden bir hamle geliştirebilmesi için tasarlandığını biliyoruz. Asal programının Suriye ve Lübnan direnişini kırmak ve giderek İran-Irak-Suriye-Lübnan hattında oluşan Şii eksenine karşı bir cephe oluşturmak olduğu da belli. Ve bu arada bölgenin yeniden düzenlenmesi için de stratejik işler bitirmekte olduğunu gözlemliyoruz.


Bölge politikasına stratejik girişini ansızın Musul’u ele geçirerek Irak’ta Maliki yönetiminin devrilmesini sağlayarak yaptı. Ve zaten bu hamlesiyle bölgenin petrol ve siyasal sınır dengelerini parçalayarak yarattığı fiili durumla üzerine uzun yıllar konuşulacağı ısrarla belirtilen bir siyasal momentum oluşturmuş oldu. Obama yönetiminin de IŞİD bahanesiyle bölgeye tıpkı Dubya Bush gibi “uzun savaş”tan bahsederek gelmesi emperyalist konjonktürü ve bölgesel gelişmeleri daha uzun bir süre bu momentum üzerinden değerlendirmek zorunda kalacağımızı gösteriyor.
Musul’dan sonra Şengal ve Mahmur saldırısıyla Kürdistan sahasında yoğunlaşan IŞİD varlığı, şimdilerde Kobane’ye yönelmiş durumda. Şiddetli çatışmalar yaşanıyor.
Beklenmedik bir durum değildi. Aksine… IŞİD momentumunun emperyalizm adına bölgenin yeniden düzenlenmesi amacıyla oluşturulduğu konusunda bir kabulünüz varsa bunun kendisini mutlaka Kürdistan zemininde de göstereceğini kolayca öngörebilirsiniz.
Konuya ilişkin bütün dramatik değerlendirmelerin Kürt ulusal varlığına karşı bir Arap gericiliği saldırısı üzerinden kurgulanmasına karşın Devrimci Cephe yazılarında ısrarla dikkat çekilmeye çalışıldı ki, durum pek öyle değildir. IŞİD saldırısı son derece merkezi ve kontrollü bir şekilde Irak ve Suriye yeniden yapılandırılması yanı sıra Kürt siyasal coğrafyasını Barzani merkezli düzenleme ve PKK önderlikli Kürt devrimini tasfiye etme esası üzerine yönetilmektedir.
Bugünkü Kobane saldırıları bu genel plan çerçevesinde değerlendirilemezse bölge devrimi açısından geleceğe dair mevzilenmede önemli kayıplar yaşanacağını şimdiden söyleyebiliriz
xxx
IŞİD’in ilk faaliyetleri bu yılın ilk yarısında gene Kobane üzerine saldırılarla başladı. Ancak bu saldırılar bir süre sonra kesildi ve IŞİD kendini birdenbire Musul’da gösteriverdi. Kürt milliyetçileri ve liberalleri Kerkük’ü tehdit altında görüp Barzani’ye ulusal birlik esaslı dayanışma mesajları gönderiyorken IŞİD Şengal’e ve ardından Mahmur’a doğru harekete geçti.
Barzani’ye dayanışma mesajları gönderen bir bakış IŞİD hamlesini sadece petrol hatlarına yönelik bir egemenlik aracı olarak görmekten öteye geçemeyen burjuva milliyetçi bir kabalığı yansıtıyordu. Oysa KCK, IŞİD hareketinin gerçek değerini en önce görenlerdendi ve IŞİD’in emperyalist merkezlerin yanı sıra TC/AKP ve Güney/KDP ittifakıyla oluşturulduğunu son derece doğru tespit etmiş durumdaydı.
Bu nedenle gerilla, Musul’da sünni aşiretlerin geri çekilmesiyle aynı taktik içine giren peşmerge güçlerinin IŞİD için yarattığı saha boşluklarını tıpkı Rojava’da olduğu gibi değerlendirebildi; Şengal, Mahmur ve Kerkük’e kadar kendisine fiili alan açtı.
Ama bu arada zaten olan olmuş, Şengal ve Mahmur halkı yerlerinden sürülmüştü. Ve ne zamanki halk yerinden sürüldü, IŞİD, isteyene kahramanlık hikâyeleri düzdürecek şekilde sahadan çekiliverdi.
Bu kadarlık bir gözlem dahi IŞİD momentumunun Kürdistan düzenlemesindeki işlevini görmek mümkündür. Bu momentumun Kürdistan’a yönelik iki işlevi vardır: Birincisi, Kürt ulusal liderliğini Kürt burjuvazisi yani doğrudan Barzani etrafında pekiştirmektir. İkincisi, bugüne kadar üzerinde Tamil modelinden “çözüm” modeline kadar bin bir hesap yapılan Kürt devriminin yeni bir tarzlatasfiye edilmesidir.
Bilanço çok nettir: IŞİD hamleleriyle bugüne kadar Barzani’ye sorun olmuş Şengal ve Mahmur sorunlarında Barzani’nin istediği tarzda çözüm gerçekleşmiştir.
Şengal’de inanç farklılığı nedeniyle Barzani’yi biat etmeyen ama Irak ve Suriye Kürdistanlarının buluşma alanında ve petrol ve ulaşım hatlarına hâkim arazide konumlu Şengal Kürtleri sahadan sürülerek çıkarılmıştır. Keza Mahmur’un boşaltılmasıyla, doğrudan PKK yönetiminde olan ve Erbil’le doğrudan bağlantılı BM güvenceli büyük bir Bakur nüfusu sahadan sürülmüş durumdadır. Bu TC açısından da bir kazanımdır.
Ve şimdi IŞİD yeniden Kobane kapısındadır. Rojava devrimini tehdit altına almıştır.
Kuzey devriminin “Çözüm” modeliyle alargaya alınmasını engelleyemeyen Kürt özgürlükçülüğü kendi somut siyasal varlığını Rojava devrimiyle kalıcılaştırdı. Dağ yapısının insansız alanlarındaki hâkimiyeti, Rojava devrimiyle doğrudan bir “ülke” siyasetine evrildi. Bu devrimci atılım Kürt burjuvazisini o denli ürküttü ki, Barzani Rojava devrimini yok sayan bir tutum aldı.
Elbette Rojava’nın varlığından rahatsız olan sadece Kürt burjuvazisi/Barzani değildi. TC, Barzani’yle ittifakını bu zeminde güçlendirip karşılıklı hendekler kazarlarken, TC tarafından desteklenen selefi güçlerin yaz başlarında Rojava devrimine yönelik saldırıları karşısında sadece AKP ve KDP değil, uluslararası emperyalizm de sessiz kalmayı tercih etti.
Bugün bu saldırılar bir kez daha ve çok daha stratejik bir şekilde yinelenmektedir.
IŞİD momentumu, emperyalizm açısından bölgesel Kürdistan’ın Barzani egemenliği temelinde inşa edileceğini açığa çıkarmış durumdadır. Bütün emperyalist ülkelerin Barzani güçlerini silah ve finans desteği altına alması bunu tartışılmaz biçimde göstermektedir.
Emperyalistlerin ve liberal burjuvaların hiçbir maddi destek yaratmadan gerillanın savaşçılığı üzerinden yaptıkları değerlendirmeleri ise hiçbir somut siyasal düzey oluşturmayan meşruiyet bağlamlarına sokarak Kürt devrimi adına paylar çıkarmaya kalkmak ise en basit haliyle safiyane bir çocukluktan başka bir şey değildir. Sömürgecilerin geri halkların tercihlerini kendilerine doğru yönlendirmelerinin en klasik tarzlarından biri onların egolarına seslenmektir. Bu tür söylemlerin temel amacının Kürt devrimini IŞİD sopası ile emperyalizmin havucu arasında sıkıştırmak olduğu ortadadır.
Emperyalist sömürgeciliğin ve bölgesel gericiliğin Rojava devrimine bu amaçlı yöneleceği Temmuz saldırıları sırasında ortaya çıkmış bir durumdu.
Kobane’ye yönelik IŞİD saldırılarının birdenbire kesilmesini çoğu analizciler gerillanın çetelere karşı üstünlüğü şeklinde değerlendirdi. Bize göre ise, Tıkrit’te Irak ordusunu hallaç pamuğu gibi atan bir gücün göreli olarak daha düşük bir savaş düzeyinde pes etmesi pek mümkün değildi. Bu askeri kıyaslama IŞİD’in Türkiye merkezli ilişkileriyle birlikte ele alınınca, Devrimci Cephe, çetelerin saldırıları kesmesinin Türkiye’deki CB seçimleriyle ilişkili olduğu saptamasını yaptı. Rojava devrimi çetelerin saldırıları altındayken AKP/RTE’nin Türkiye Kürdistanı’ndan oy devşirmesi zor olacaktı ve saldırılar seçim sathına girilmesiyle kesildi. CB seçimlerinden sonra bu saldırıların yeniden büyük bir şiddetle başlayacağı keza DC yazılarında öngörüldü. Çünkü bölgesel süreç içinde emperyalizm tarafından önem atfedilen AKP/RTE modeli artık işlevli değildi ve bu yüzden TC’yi elde tutmak adına askıda tutulan bölgesel Kürdistan’ı düzenleme tasarımı artık doğrudan devreye sokulabilirdi. Böyle bir tasarımda Kürt işbirlikçiliğinin yükseltilip Kürt devriminin tasfiye edileceğini ve bunun öncelikli somut zeminin Rojava olduğunu saptamak için kâhin olmaya gerek yoktu.
Bu nedenle Devrimci Cephe, CB seçimlerindeki tavrını ne misakı millici Türk soluna ne de misakı millici Kürt burjuvazisine göre belirledi. Devrimci Cephe’nin tavrı Rojava devrimi içindi ve CB seçimlerinin hemen ertesinde şiddetle yükseleceği kolayca öngörülen gerici saldırılara karşı Rojava devriminin korunmasında moral ve siyasal yığınağın olabildiğince güçlü kurulması için Kürt temsilcinin olabildiğince güçlü bir siyasal desteğe ulaşması gerekli görülerek Demirtaş’tan yana tavır alındı. Yoksa Demirtaş’ın seçimlerde sağlanan siyasal yığınak daha henüz kurumsallaştırılmadan Kürt burjuvazisi adına RTE’yi alkışlama “nezaketi” göstermesi bizim için beklenmez değildi.
KCK’nin CB seçimleri üzerine saptadığı gibi AKP/RTE’nin hem IŞİD tezgâhçılığı hem de Müzakere oyalamasını birlikte yürütmesinin artık imkânı kalmamıştır. İşbirlikçi Kürt burjuvazisi yeniden konuşabilmek için şimdi Rojava’da Kürt devriminin zaafa uğramasını beklemektedir. Çünkü ancak bu şekilde 30 yıllık mücadele uluslararası emperyalizmin, TC’nin ve Barzani’nin kontrolü altına sokulabilecektir.
Bu yüzdendir ki, bugün IŞİD momentumunun Kürdistan sahasına dayattığı birinci yük Rojava’nın Kürt devriminin doğrudan kontrolü altından çıkartılarak Barzani’nin alanda söz sahibi kılınmasıdır.
Cezire’de daha evvel selefi saldırılar karşısında genç Rojava devriminin tutunamaması sonrası bölge halkının Barzani’ye sığınmasının benzeri şimdi bölge halkının TC’ye doğru sürülmesiyle gerçekleştirilmek isteniyor.
Böylece Kürt devriminin kendi egemenlik alanında kendi halkını korumadaki yetmezlikleri üzerinden yaratılacak politik atmosferde Rojava devrimi Barzani üzerinden uluslararası sistemin kontrolü altına sokulmaya çalışılacaktır. Gerillanın Kerkük’e ulaşmasının önünü açan siyasal boşluk şimdi, önceleri ısrarla reddedilen peşmerge desteğinin Rojava’da artık kendine yer bulabilmesi için oluşmaktadır. Diğer taraftan ise, Rojava devriminin sivil siyaset temsilcilerinin küresel sisteme tâbiyete çoktan teşne olduklarını daha önceleri Karasu’nun, en yakınlarda ise Rıza Altun’un eleştirilerine de konu oldukları üzere,  devrimin askeri başarısından ziyade emperyalistlerin siyasal inayetlerini önceleyen bir diplomasi faaliyeti içinde bulunmalarından biliyoruz.
Böylece Kürt özgürlükçülüğünün doğrudan kontrolünden çıkartılarak Barzani milliyetçiliğinin nüfuz alanına sokulan Rojava’yla IŞİD momentumunun Suriye zeminindeki ikinci yükümlülüğü devreye sokulacaktır. Bu da Esat’a karşı Rojava Kürtlerinin tam desteğini sağlamak olacaktır. ÖSO ve bir dizi “ılımlı İslamcı” çeteyle yapılan sözleşme daha genel ve kapsayıcı bir bağlama kavuşturulmak istenecektir.
Bunun küresel/bölgesel konjonktür açısından sonuçlarını tartışmak bir başka konudur ama Türkiyeli devrim ve demokrasi mücadelesine önemli bir negatif girdisi olabileceğini hemen geçerken belirtmek önemlidir.  Rojava Kürtlerinin Esad’a karşı AKP/Selefi ittifakı içine girmesi zaten kurgulanması önemli zorluklar taşıyan ama halk muhalefetinin devrimcileştirilmesinde önemli bir dinamik oluşturan alevi-Kürt ittifakının önüne çok büyük bir engel oluşturacaktır.
Bütün bu sonuçlardan kaçınmak mümkündü ve kısa vadedeki gelişmeler sonrasında ortaya çıkacak kimi zaaf ve zararlara rağmen gene de mümkündür.
Kobane’nin gerici çetelerce dört bir taraftan kuşatılıp imhasına yönelik saldırıların varlığında IŞİD momentumunu bu bağlamda tartışmak sıkıntı vericidir, çünkü önümüzdeki gelişmelere dair değerlendirmeler ancak geçmişin eleştirisi eşliğinde mümkündür. Bölge devriminin en somut alanını korumak adına somut bir şeyler yapamama çaresizliği, bir taraftan eleştirel tutum hakkınızı kullanmanızı vicdanen engellerken, diğer taraftan mademki bölgesel bir “uzun savaş”ın girişindeyiz, o halde geleceği kazanmak adına vakit kaybetmeden yanlışlarımızı yakalayıp doğrultumuzu saptamak stratejik bir görev olarak karşımıza dikilmektedir. Susmak bugüne dair bir kazanım yaratmayacak. Belki tartışmak geleceğe dair kazanımları ortaya çıkarmamıza daha yardımcı olacaktır.
Yalın bir şekilde ifade edebiliriz ki, Rojava devriminin bugün içinde bulunduğu handikaplar özellikle 2012’den itibaren geliştirilen ve özellikle 2013 Newrozu’yla statü kazandırılan “çözüm süreci” politikalarının eseridir.
İmralı’da Öcalan’ın, Avrupa’ya çıkışı sürecinde her zaman geçerli olmayacağı kanıtlanmış “siyaset tarzı”ndaki ısrarının, Buldan’ın özeleştirisinden de anlaşılacağı üzere,  işbirlikçi Kürt burjuvazisi tarafından istismar düzeyinde zorlanması Kuzey’in Kürt toplumsal muhalefetini TC’ye bağlayan siyasal düzlem oluşturmuştur. Oysa Kuzey devriminin doğrudan askeri-politik desteğinden mahrum bir Rojava devriminin yaşama şansının olmayacağı daha devrim kendi özgünlüğünde gelişirken bile belliydi. Devrimci Cephe’nin Rojava devrimine ilişkin hemen bütün değerlendirmelerinde bu konuya ısrarla vurgu yapılagelmiştir. Ve bu gerçek Temmuz saldırıları sırasında H. Ali tarafından  “Rojava ve Kuzey sınırının ortadan kaldırılması” değerlendirmesiyle somutlaşmıştı. Şimdi bu değerlendirme bir KCK kararı olarak ortaya çıkmaktadır. 400 gerillanın Kobane’ye girişi ve halkın ve gençliğin Kobane’ye hareketlenmesi HDP’nin Barzani vekilleri AKP ve MİT önünde nezaket ve şükran gösterilerinde bulunurken Kürt devriminin boş durmadığını bize gösteriyor.
Ama bütün bunlara rağmen şurası da açıktır ki, bütün bu tespit ve çabalara rağmen Kürt devrimi, 2013 Newrozu’yla Kürt halk muhalefetinin öncülüğü için organize edilen İmralı –Kürt burjuvazisi tandeminin yönetiminde oldukça zaman yitirmiştir.
Olması gereken oydu ki, Kuzeyde örülmekte olan özerk yapının demokrasi maddesini kolektif emeğe bağlayan devrimci sınıfsal yaklaşım AKP/RTE politikalarına karşı da gösterilebilmeliydi. Böylece Kürt burjuvazisinin reel politik cambazlıklarına karşı Kürt halkının devrimsel kalkışmasının tarihsel politik çizgisinin tahkimatında bugün ortaya çıkan aksaklıkların önüne geçmek mümkün olabilirdi.
Dün, bugün için yapılamamış bu hamlelerin, bugün, yarın için yapılması şarttır.
Artık bölge ve uluslararası konjonktür hızla büyük bir hesaplaşmaya doğru yuvarlanmaktadır.
Ukrayna savaşını kışkırtarak Almanya’yı yedeğine bağlayan ABD şimdi Ortadoğu ve Suriye alanını kızıştırarak Rusya’yı ve İran’ı teslim almaya çalışacaktır.
İsrail’in Gazze’ye yönelik “önleyici üstünlük” savaşını niye başlattığını ve siyasal bir emri vakiyle birdenbire niye kestiğini, Amerika’nın bölgede gün güne artan fiili varlığıyla ilişkilendiremiyorsak eğer Kürdistan ve bölge devrimi açısından geleceğin bizim için pek de parlak olacağını söylemek mümkün değildir. Kürt devriminin anti sömürgeci mücadelesi, AKP/RTE önderlikli yeni İslamcı Türk burjuvazisinin tarihsel bekasının DC analizlerinde uzun uzun belirtildiği üzere Türkiye Kürdistanı’nı sömürge tutmakta olduğunu kavrayan bir perspektifle yönlendirilmek zorundadır. Bu analiz bize sadece Kürt devrimi açısından değil, Lasalcı anlayışlarla statü Rönesanslarını kendine görev edinen oportünist Türk soluna rağmen Türkiyeli bir devrimin imkanlarını da konuşma şansını verecektir.
Şimdi görev bütün yalnızlığına karşın Kürt devriminin emperyalist sömürgeciliğin ve bölgesel gericilik ve işbirlikçiliğin saldırı ve kuşatmalarından olabildiğince zararsız çıkması için çalışmaktır.
21 Eylül 2014

Önceki İçerikKürt Siyasetinde Büyüyen Açılar
Sonraki İçerikUkrayna’da Oldu, Yemen’de Oldu; Türkiye’de Kürtler Niçin Yapamıyor?