KİTLESEL ŞİDDETİ NASIL KAVRAMALIYIZ, DEVRİMCİ ŞİDDET NEDİR?

 

Engels’in “Marksizm şiddete yol açıyor” eleştirilerine karşı;sınıf savaşımlarının şiddete dayalı olduğunu ve egemenliği elinde tutan sınıfın (burjuvazi) egemenliğin kaybetmeye başladığı anlarda şiddete başvurduğunu söyler, bu sebeple şiddete Marksizm değil egemenliğini kaybetme tehlikesi altında olan burjuvazi sebep olur demektedir.

 

Ülkemizde devrimci şiddeti temel araç olarak ortaya çıkaran, maddi dayanaklarını oluşturan nesnel koşullardır. Bu maddi dayanakları ve nesnel koşulları yaratan olgu ise, emperyalizmin ilişki ve çelişkilerinin ülkemize yansıyan özelliklerindendir.

Ülkemiz devrimci mücadelesi son yıllarda kitlesel çatışma eylemlerine sık sık tanık oldu. Bu kitle çatışmalarının bir kısmı spontane özellikler taşırken, bir kısmı bilinçli, iradi ve örgütlenmiş çatışma özellikleri taşıyordu.

Kürt halkının serhildanları, özyönetim direnişleri, Gazi mahallesi, Gezi başkaldırısı, çatışmaları, gençliğin sivil faşistlerle, yada polisle çatışmaları, 1 Mayıs’larda yaşanan çatışmalar vb. bir çok eylemin devrimci hareketlere kitle çatışması açısından önemli deneyimler kazandırdığı açıktır. Bu deneyimlerin her devrimci hareket için ne denli anlam bulduğu elbette ayrı bir tartışma konusudur. Ama şu gerçeğin altını çizmek gerekir. Gerek örgütlü ve iradi eylemliliklerde, gerekse spontane eylemliklerde yaşanan deneyimlerin yeterli bir kazanıma dönüştürülemediği açıktır.

Her kitle çatışmasının kendi özgülünde yaratacağı deneyler ve dersler bir sonrakine daha örgütlü ve güçlü katılımı sağlamış olacağından, kitlelerin kendi özdeneyimlerini arttıracaktır. Özdeneyimleri artmış kitlelerin şiddeti uygulama biçimi, devrimci bir hareketin taktik ve stratejik anlayışına uygun bir gelişim göstereceğinden, hem bilinç, hem örgütlülük, hem de mücadelede ilerleme sağlıklı bir zeminde gelişecektir.

Türkiye devrimci hareketi, kitle çatışmaları ve kitlelerin şiddeti uygulama yöntemleri konusunda zengin bir birikime sahiptir. Ancak bu deney ve birikimlerin gerektiği gibi ele alınıp geliştirilebildiğini söyleyemeyiz. ’90 sonrası süreçte yaşanan sorunlar ve gelişim seyri ise devrimci hareketin sınıflar mücadelesinde bulunduğu mevziden hayli geri noktalara itti. Bu durum genel mücadele çizgisinde olduğu kadar, kitlesel eylemliklerde de kendini gösterdi ve devrimci hareket adeta kitlelerin tepkilerini açığa vurduğu, kitlesel şiddetin uygulandığı eylemliklerin dışında kaldı.

Yeni sürecin toparlanma ve örgütlenme anlayışıyla biçimlendirilmesinden bu yana, devrimci hareketin gücü oranında kitlelerin tepkilerini açığa vurduğu eylemliklerde yer almaya çalıştı. Ancak gelinen süreçte devrimci hareketin daha örgütlü bir tarzda kitle eylemliklerinde yer alan değil, onu örgütleyen, yönlendiren, bu çatışmanın yöneticisi olmak zorunda. Taraftarıyla, sempatizanıyla, alanlarda, meydanlarda, kitlesel şiddetin örgütlü bir güce dönüştüren olmak durumunda.

Bunun için öncelikle bir devrimci hareket, önüne koyduğu her programa ilişkin kadrolarında, taraftarlarında, sempatizanlarında bir bilinç yaratmak, bir anlayış şekillendirmek zorundadır. Bunun yapılmadığı koşullarda ya süreç kendiliğindenciliğe terk edilmiş demektir, yada kendi eyleminin muhtevasına yabancılaşmış unsurların dar pratiği hapsolması kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle öncelikle güncel program (taktik) ile strateji arasındaki bağın doğru bir tarzda kurulması ve genel olarak örgütlenmenin tüm unsurlarında bilince çıkarılması gerekir.

 

 

 

 

Devrimci Şiddet Nedir? Niçin Gereklidir?


Engels’in “Marksizm şiddete yol açıyor” eleştirilerine karşı;sınıf savaşımlarının şiddete dayalı olduğunu ve egemenliği elinde tutan sınıfın (burjuvazi) egemenliğin kaybetmeye başladığı anlarda şiddete başvurduğunu söyler, bu sebeple şiddete Marksizm değil egemenliğini kaybetme tehlikesi altında olan burjuvazi sebep olur demektedir.

Tarih boyunca, şiddetin yaratıcısı hiçbir zaman halk, yada devrimci güçler olmamıştır. Sınıfların ortaya çıktığı andan itibaren şiddeti uygulayan, halkı ve toplumu şiddet yöntemleriyle baskı altında tutan egemen sınıflar olmuştur. Halkın, egemen sınıfların uyguladığı baskı ve şiddet uygulamalarına yönelik tepkileri de sınıf savaşımının bir parçası olarak gündeme gelmiştir. İşte halk yığınlarının tarih boyunca egemen güçlere karşı sürdürdüğü mücadele farklı biçimlerde sürerek bugüne gelmiştir. Halkın, egemen güçlerin iktidarını yıkmaya yönelik şiddet yöntemleri haklı bir temelde olduğu içindir ki şiddeti de devrimci bir öz taşımaktadır.

Günümüz koşullarında ve ülkemiz gerçekliğinde ise devrimci şiddet, iktidar savaşımının temel bir aracı olarak gündeme gelir. Ülkemizde devrimci şiddeti temel araç olarak ortaya çıkaran, maddi dayanaklarını oluşturan nesnel koşullardır. Bu maddi dayanakları ve nesnel koşulları yaratan olgu ise, emperyalizmin ilişki ve çelişkilerinin ülkemize yansıyan özelliklerindendir. Bu özellikler ülkemizin nesnel gerçekliğini, iktidarın karakterini, halk yığınları karşısındaki durumunu vb. belirlemektedir. Bunları kısaca maddelersek;

1) Emperyalizme bağımlılık ilişkileri, emperyalizmi ülkemizde içsel bir olgu haline getirmiştir.

 2) Oluşan oligarşik yönetimle birlikte, devlet faşist bir niteliğe bürünmüştür.

3) Devletin faşist karakteri, halkın demokratik olanaklara sahip olmasının önünde en büyük engel olmuştur ve halk tepkilerini dile getirecek araçlardan yoksun bırakılmıştır.

4) Ekonomisiyle, siyasetiyle emperyalizme bağımlı bir ülke olması, egemenleri iktidarlarını sürekli koruyabilmek için halkın tepkilerini şiddetle bastırmaya yöneltmektedir.

İşte devrimci şiddeti temellendiren bu nesnel koşullar, devrimci hareketin devrimci şiddet anlayışını da biçimlendirmektedir.

Bu noktada devrimci şiddetin işlevleri nelerdir? Nasıl anlaşılmalıdır? soruları önemlidir.

Devrimci şiddetin uygulanabilmesinde nesnel koşulların payı büyüktür. Ama tek başına yeterli değildir. Nesnel koşullara bağlı olarak bir de bunu gerçekleştirecek bir gücün örgütlü olarak var olması gerekir. Böyle bir gücün yaratılamadığı koşullarda „devrimci şiddetin nesnel koşulları vardır” demek pek anlam ifade etmez. Nesnel koşullarla örgütlülük arasındaki diyalektik bağ, devrimci şiddetin pratikte uygulanabilirliğini sağlayabilir.

Zira amacı emperyalist köleliğe son vermek, faşist devleti yıkmak, sömürü düzenini ortadan kaldırmak olan bir örgütlülük açısından devrimci şiddetin işlevi, anlamını bu amaç içerisinde kazanmaktadır.

Devrimci şiddetin işlevlerini bu açıdan sıralarsak; emperyalizmin ve oligarşinin gerçek yüzünün teşhiri, kitlelere bilinç taşıması ve mücadeleye seferber ederek örgütlemesi, halkın istek ve tepkilerini dile getirmesi, devrimci bir hareketin vermek istediği mesajları halka ulaştırılması, oligarşiyi maddi ve manevi olarak yıpratması vb. sayılabilir.

En genel anlamda kapsamı bu çerçeve içerisinde düşünülmelidir. Devrimci şiddetin işlevini bilince çıkarmaz, hedefleri net bir hale getiremezsek, pratikte sonuçları hem devrimci hareket açısından olumsuz olacaktır. Devrimci şiddetin işlevlerini kavramış, pratikte ona uygun bir hat yakalamış bir örgüt, düşmanın çarpıtma, demagoji malzemesi haline getirme aracını elinden almış, halk yığınlarına gereken mesajı vermiş, güvenini kazanmış demektir.

Devrimci şiddet anlayışımız, devrimci şiddetin işlevleri, devrimci hareketin stratejik çizgisinden bağımsız değildir. Devrimci hareket süreci bir bütün olarak ele almak ve bu süreci bu temelde mücadele biçimi olarak belirlemektir. Ancak tüm bu süreç boyunca iktidar hedefli silahlı mücadele temel bir mücadele biçimi olarak belirlenmesine rağmen, sürecin kendine özgü yanları nedeniyle dönem dönem geriye düşebilir, yada daha öne çıkabilir.

Her sürecin kendine özgü bir karakteri vardır. Sürecin kendine özgü karakteri doğrudan taktikleri oluşturur. Bu nedenledir ki, bir süreçte doğru olan taktik diğer bir süreçte aynen geçerli olmaz. Tersine, yeni süreç zorunlu olarak yeni taktikleri üretmeyi zorunlu kılar. Ama stratejik planda herhangi bir değişiklik yoksa, stratejik çizgi bütün süreçlerin tayin edici çizgisini oluşturur. Soruna bu açıdan bakıldığında ülkemiz devriminin bütün süreçlerine silahlı mücadele çizgisinin egemen olacağını söyleyebiliriz.

Sorunun diğer bir yanı ise, mücadelenin yürütüleceği sürecin nesnel özelliğidir. Zira süreçlerin kendi nesnelliği bazı özgün biçimlerle birbirinden ayrılabilirler. Bu daha çok bizim irademizin dışında gelişen olgulara bağlı bir durumdur. Bizim irademize bağlı olmadan ortaya çıkan ve sürecin nesnelliğini oluşturan bu olgular, stratejik örgütlenme ve mücadele biçimlerimizi kökten değişikliğe uğratmayan olgulardır ama taktik planda etki yaparlar.

Türkiye devrimci hareketi tarihinde önemli bir yer tutan ve taktik planda örgütlenme ve mücadele biçimleri yaratan örneğin ’80 öncesindeki anti-faşist mücadele pratiği buna somut bir örnektir. Bu sürecin devrimci harekete dayattığı temel olgu, faşist terörü caydırma, etkisizleştirme, kitlelerin can güvenliğini sağlama temelinde ortaya çıkmıştı.

Öte yandan, süreçlerin nesnel yanı ile örgütsel durumu arasındaki ilişki de çok önemli bir noktadır. Örgütlülüğümüzün sübjektif gücüne göre devrimci şiddeti şekillendirebilir, ivmesini yükseltebilir, yada düşük tutabiliriz. Bunu yaratan, örgütlenmenin içinde bulunduğu durumdur. Peki, örgütlenmenin sübjektif durumundan kastedilen nedir? Biz örgütü hiçbir zaman, tarihimizin hiçbir döneminde „bir araya gelmiş üç-beş kafadar” vb. basit yaklaşımlarla ele almadık ve devrimci şiddetin şekillendirilmesinde örgütün sübjektif durumundan kastettiğimiz de yine hiçbir zaman „eylem yapacak insan” vb. olmamalı. Devrimci şiddetin biçimlenmesinde sübjektif durumumuzun belirleyiciliğinden söz edildiğinde anlaşılması gerekenler şunlardır:

Kadroların niceliği ve niteliği

Kadroların psikolojisi

Kitlelerin hareketle bağı

Kitlelerin eylemliliği ve psikolojisi

Sürecin nesnel karakteri ile çakışan genel eylemlilik vb. dir.

O halde devrimci şiddetin şekillenmesi her şeyden önce, bu olgulara bağlı olacaktır. Bu anlamda sübjektif örgütlülüğümüz derken, bütün bunları içeren bir durumdan bahsediyoruz demektir.

İşte sürecin nesnel gerçekliği, örgütlülüğün sübjektif gücü bu kapsamda ele alındığında, kendi gerçekliğimiz ve taktiklerimiz anlaşılır bir hal alabilir. Türkiye devrimci hareketinin uzun yıllar boyunca yaşanan olumsuzluklardan sonra, yeniden bir sıçrama sürecini yaşarken, kitlelerle olan bağımız, kadrolarımızın niceliği, niteliği, psikolojisi, nesnel gerçekliğin yarattığı eylemlilikler içindeki yerimiz vb. tümüyle sürecin özgün boyutlarını ortaya koyar.

Kadro erimesi yaşamış, kitlelerle bağı zayıflamış, örgütlenmesi işlevsiz kalmış, mücadele ivmesi düşmüş bir örgütlemenin, devrimci şiddeti uygulama zemini ortadan kalkmış demektir. Böylesi bir süreç yaşayan bir örgütün, öncelikle kendini tamir ve yeniden inşa süreci yaşaması gerekir. Türkiye devrimci hareketin bir kesımının son yıllarını, (Rojava ile birlikte) sürecini bu şekilde değerlendirmek gerekir. Ama yeniden örgütlenirken, devrimci şiddet perspektifi temel hareket noktamızdır. Örgütlenirken, kadro yaratırken, kitlelerle bağ kurarken, temel anlayışımız radikal mücadele çizgisidir ve devrimci hareket bu süreci, bu perspektif içerisinde ele alarak büyütecek bir noktayı hedeflemektedir. Yoksa örgütlenmenin sübjektif durumu tek başına belirleyici olarak ele alındığında güne hapsolmuş bir örgütlenme ve mücadele pratiğinin teorileştirilmesi anlamına gelir.

Özellikle günümüzde her türlü şiddetin birbirine karıştırıldığı, tümünün amaçsız ve anlamsız bir terör olgusuna indirgenerek yığınlar nazarında mahkûm edilmeye çalışıldığı, tüm dünyada şiddet karşıtlığı adı altında özünde şiddete boyun eğmenin teorisinin yapıldığı bir süreçten geçerken, devrimci şiddetin tanımını çok net yapmak gerekir.

Burjuvazi kendi iktidarını koruyabilmek için her türlü yöntem ve aracı kullanırken, devrimci şiddetin özünü deforme etmeye özel bir önem vermektedir. Devrimci şiddetin özünü boşaltma amaçlı yöntemlerin başında, sahibi belirsiz, hedefi belirsiz şiddet eylemleriyle toplumu terörize etmek ve bir kaos ortamı yaratmak gelmektedir. Bu amaçla, kendi çıkarlarına hizmet edecek, faşist karakterli, yada mafya tipi kimi çete-örgütleri, yada bizzat kontralarını piyasaya sürerek terör salmaktadır. DAİŞ çetesinin ülkemizdeki eylemlilikleri buna somut örnektir. Terör saçan bu yapılar, devrimci şiddet eylemleriyle karıştırılarak, halk yığınlarında belirsizlik yaratabilmektedirler. Emperyalizm, Latin Amerika’dan Asya’ya, Ortadoğu’ya kadar tüm dünyada, özelliklede Kürt özgürlük hareketi nezlinde, ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesi veren devrimci yapıları, terörist ve amaçsız bir şiddetin uygulayıcısı olarak göstermeye çalışmaktadır. Emperyalizmin kullandığı terörün etkisi üç boyutta kendini göstermektedir:

1) Bu terörle ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesi veren yapıları doğrudan imhaya yönelmiştir.

2) Bu terörle devrimci yapıları ve toplumu sindirmek, teslim almak, kendisine boyun eğmeye zorlamak hedeflenmektedir.

3) Terörün bir diğer amacı ortamı bulanıklaştırmak, kaos yaratmak, böylelikle devrimci şiddet ile kendi terörizmi arasındaki farkı belirsizleştirmek, yığınlarda her türlü şiddet eylemine karşı nefret düzeyinde bir şartlandırılmışlık yaratmaktır.

Emperyalist burjuvazinin yarattığı bu kaos ortamı ve psikolojik atmosfer, bir çok ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesi yürüten yapıyı devrimci şiddetten vazgeçme, uzlaşmacı bir çizgiye yönelme tarzında etkilemiştir. Birçok devrimci yapıyı şiddet karşıtı konuma düşürmüştür.

Burjuvazinin çok yönlü bu saldırılarını boşa çıkartmak için devrimcilere çok büyük görevler ve sorumluluklar düşmektedir. Öncelikle devrimciler şiddete bakış açılarını doğru ve herkesçe anlaşılır bir biçimde eylemlerine yansıtmalı, burjuvazinin devrimci özünden soyutlayıp, amaçsızlaştırmak istediği devrimci şiddeti, halk yığınlarının beyninde yeniden canlandırmalıdırlar. Öyle ki, yığınlar, haklı temelde sürdürülen mücadelenin doğal sonucu olan devrimci şiddeti, kaos ve kargaşanın yaratılmasına neden olan ve burjuvazice kullanılan terörden net bir şekilde ayırabilsin. Devrimci şiddetin; baskının, zulmün, sömürünün ve adaletsizliğin hüküm sürdüğü bir düzene karşı isyan ateşi olduğunu görebilsin. Yüreğinde ve beyninde bunu hissedebilsin. Burjuvazinin tüm çarpıtma ve karalamaları devrimci şiddetin berrak çizgisinde tuzla buz olsun. Bu sonucun elde edilebilmesi için her şeyden önce devrimci şiddet eylemlerinin hedefinin netliği ve halkın çıkarlarıyla uyuşması şarttır.

O halde eylemlerimizde hedefimiz ne olmalıdır? Ve hedef seçiminin önemi nereden kaynaklanmaktadır? Bu sorulara açıklık getirmek, bu yanıyla önemlidir.

Eylemlere yalnızca askeri bir mücadele gözüyle bakamayacağımız açıktır. Keza bizi anarşizan eğilimlerden ve terörizmden ayıran farkların iyi kavranması gerekir. Devrimci şiddet eyleminin esas olarak düşmanı maddi ve manevi açıdan yıpratması, yığınları düşünmeye sevk eden, giderek harekete geçirmeyi sağlayan özelliklere sahip olması gerekir.

Örneğin belirlenmiş bir hedefe yönelirken, hedefin imhası eylemin amacı değil, amaca bağlı sonucudur. Bu içerikte ve çizgide hayata geçirilen eylemlilikler devrimci şiddetin özüne uygun bir kapsam taşır. Kısacası yapılan eylemin kime karşı ve niçin yapıldığı konusunda yığınların bir belirsizlik yaşamamalarını sağlayacak açıklıkta olması, düşmanda korku, panik, saflarda çözülme yaratırken, yığınlarda ise tam tersine güven ve devrime inanç yönünde bir kazanıma yol açması gerekmektedir.

Buradan hareketle halka zarar vermeme konusu ilkesel bir sorun olarak devrimcilerin karşısına çıkmaktadır. Eğer eylemin hedefi ve netliği doğru belirlenmişse ve halkın dikkatini politik bir gerçeğin üzerine çekme, desteğini sağlama amaçlı ise, o halde halka zarar vermeme ilkesi, tüm devrimciler açısından önemle üzerinde durulması gereken bir konudur. Zira devrimciler şiddeti egemen güçlere karşı kullanırlar. Bu da demektir ki, zarar görecek güçler, burjuvazi ve diğer sömürücü güçlerdir. O nedenledir ki, devrimci şiddet eylemleri titizlikle planlanmalıdır. Aksi halde bir devrimci şiddet eylemi düşmana ne denli zarar vermiş olursa olsun, sonuçta halka zarar veren boyutu ortaya çıkmışsa, eylemin silah olarak devrimcilere dönmesi kaçınılmazdır. Çünkü şiddet eylemlerinde halkın göreceği zarar, yığınlar içerisinde örgütlenme konusunda sorunlar yaratacaktır. Halkın zarar gördüğü, göreceği bir eyleme destek vermesi ve onu benimsemesi mümkün müdür? Elbette ki hayır.

Böyle bir durumda yığınların eylemin haklılığını görmesi de mümkün değildir.

Sıkça rastlanan bu tür olumsuzluklar, Türkiye devrimci hareketinin önemli bir zaafıdır. „Kurunun yanında yaş da yanar” mantığı devrimcilerin mantığı olamayacağı gibi, bu tür yanlış eylemlerin çeşitli mazeretlerle izahı, gerek yığınlar nezdinde, gerekse devrimci-demokrat kesimler nezdinde pek de ikna edici olamamaktadır. Yada „kurşun adres sormaz”, „bu savaştır, olur” vb. yaklaşımlar, burjuvazinin yaratmak istediği kaos ortamına zemin hazırlamanın ötesinde bir kazanım sağlamaz. Nitekim bu tür zeminlerin var olduğu koşullarda, burjuvazi bunu en iyi biçimde kullanmıştır. Gerek Kürdistan’da korucu ve kontrgerilla eylemleriyle,  gerekse Türkiye’de sivil faşistler aracılığıyla, yada doğrudan polisin yarattığı provokasyonlarla çoğu kez halkı yığınları nezdinde belirsizlik, hatta devrimcilere karşı güvensizlik, tepki vb. sonuçlar yaratmayı başarmıştır. Kimin, niçin, neden yaptığı belirsiz olan bu tür eylem pratikleri nedeniyle kimi zaman bir eylemi kontrgerillanın mı yoksa devrimcilerin mi yaptığını anlamakta demokrat kesimlerin dahi zorlandığı olmaktadır. Bu da halk yığınlarını, oluşan terör ve kargaşa ortamından hareketle, devrimci şiddete karşı olma gibi bir duruma getirmiştir.

 

 

Devrimci şiddet adı altında, yığınların bulunduğu ortamlara bomba koymak, ya da bir polisin, korucunun cezalandırılması için bütün bir kesimi (örneğin bütün bir aileyi) hedeflemek vb. yaklaşımlar devrimci şiddetin hedefini ve netliğini muğlak kılan, yığınlarca anlaşılmasını engelleyen en büyük etkendir. Devrimcilerin özellikle bu konuda özen göstermesi şarttır.

Devrimci şiddetin içeriğinin bulanıklaştırılması, kitlesel şiddet eylemlerinde farklı boyutta karşımıza çıkmaktadır. Özellikle sürecimizin özgün yanları da dikkate alındığında, bunun tüm devrimci hareket insanlarının özenle üzerinde durması gereken bir konu olduğu görülecektir. Zira başında da belirttiğimiz gibi, önümüzdeki süreç, devrimci hareketin adım adım hayatın her alanında kendisini ifade etmeye çalıştığı bir süreç olacaktır. İdeolojik-politik çizgimizin öngördüğü devrimci şiddet anlayışımızı perspektif düzeyinde ortaya koyarken, bunun kitlesel şiddetle bağını kurarak, hareket tarzımızı belirlemek zorundayız. Yanlış noktalara savrulmamak, kitle kuyrukçuluğuna düşmemek ve teorik-pratik uyumluluğu sağlamak için bu şarttır.

Bu konudaki devrimci anlayış, kitleleri savruk ve taşkınlık düzeyindeki eylemliliklere sokmak değildir. Olmamalıdır! Tersine, kitleleri örgütlenmiş bir eylemliliğe sokmak, yada spontane tarzda eylemliliğe geçen kitleyi kontrol ve inisiyatif altına almaktır.

Çünkü kitlesel şiddet eylemleri, ister örgütlenmiş olsun, isterse kendiliğinden olsun, yasal sınırlar dışında gelişmektedir. Bu zaten böyle de olmak zorundadır. Yasaklar zincirini kırmak, icazeti parçalamak için, kitlelerin mücadele içerisine çekilerek, kendi özdeneyimleriyle düşmanı tanımalarını sağlamak ancak düzen sınırlarını aşan kitlesel şiddet eylemleriyle mümkündür. Bu nedenle, kitlesel eylemler yasal sınırları zorlayan, giderek o sınırı tanımayan bir hat üzerinde kurulmak zorundadır. Ancak kitlesel eylemlerde şiddetin devrimci bir anlayışın inisiyatifi altında örgütlü ve kontrollü sürdürülmesi de aynı ölçüde önemlidir. Aksi halde, devrimci bir inisiyatif altına alınamayan, kontrolsüz gelişen kitlesel şiddet eylemleri saflarda dağınıklığa ve savrukluğa yol açar. Nitekim birçok kitlesel şiddet eyleminde ortaya çıkan bu olumsuz durum, hem kitlenin eğitilmesini, kendi özdeneyimlerini geliştirmesini engellemekte, hem de kitlelerin dağınık ve kontrolsüz durumunu fark eden polisin çok daha kolay saldırı ortamı bularak kitleyi dağıtmada rahat davranmasını getirmektedir. Saldırı karşısında dağılmış ve kontrolsüz kalan kitlenin, duygusal tepkiler göstererek sağa sola saldırması, çevredeki araçlara, yada işyerlerine yönelmesi böylesi ortamlarda gerçekleşmektedir. Diğer bir açıdan ise, polisin saldırısı karşısında daha baştan mevcut olan dağınıklık doruğa çıkmakta, savunma örgütleneme-mekte, kitleler polisin terörü karşısında savunmasız bırakılmaktadır.

Son yıllarda kitlesel şiddet eylemlerinde değişmeyen tablo; dağınık, kontrolsüz kitlenin cam çerçeve kırması, araçları tahrip etmesi, önüne gelen her şeyi parçalama duygusuyla yaklaşmasıdır. Böyle bir tablonun burjuvaziye sağlayacağı demagoji malzemesi bir yana, kitlelerin kendi özdeneyimlerini geliştirecekleri zemini ortadan kaldıracağı açıktır. Bu zeminde kitlelerin eğitilmesi, savaş gerçeğinin kavratılması mümkün müdür?

Oysa kitlesel şiddet eylemlerinde devrimci perspektif, kitleleri eyleme örgütlemek, inisiyatif kazandırmak, bilinçli hedeflere yöneltmek, saldırı esnasında savunmayı örgütlemek, her kitlesel çatışmada bir öncekinden daha deneyimli, daha donanımlı bir kitle yaratmaktır. Kitleler ancak böyle bir anlayışla eyleme geçtiklerinde düzenli bir örgütlü davranış sergileyebilir, gerektiğinde geri çekilebilir, yeniden saldırı örgütleyebilir, geleceğin büyük çatışmalarına hazırlanabilirler. Mücadele bu tür eylemlerde pişen ve yetişen kitlelerle kazanılabilir.

Uzun yıllardan sonra, kitle eylemliliklerinde genç ve deneyimsiz insanlarla yer alıyoruz. Ama genel perspektifimizin kavrandığı noktada bilinmelidir ki, kitlesel şiddet eylemlerinde dezavantajlarımızı avantaja çevirme gücümüz vardır. Mücadele gerçeğini kitlelerle birlikte öğrenme, deney ve tecrübelerimizi arttırma, mücadele etmeyi öğrenirken mücadeleyi öğreten, giderek daha büyük mücadeleleri örgütlemeyi, hazırlamayı öğrenen olacağız. Her kitlesel eylemlilikte küçük bir grup olsak da, cüretli ve cesaretli atılımımız ön planda olmalıdır. Dağılmayan, paniklemeyen, birbirine sarılan, kontrollü, çevresini toparlayan, savunma örgütleyen olmalıyız. Her kitlesel eylemlilik yeni bir deney ve tecrübe kazandıran bir okul işlevi görecektir. Bir tarihten geliyoruz. Doğru bakışımız yol göstericidir. Bizi cüretli kılacak, bilinçli ve örgütlü hareket tarzına yöneltecek olan budur.

Kitle eyleminde kafa sayısıyla değil, eylemin devrimci özüne uygun pratik davranışımızla düşünmeliyiz. Devrimci hareketi temsil etme ruhu ve sorumluluğuyla davranmalıyız. Devrimci her insanı, tek başına bulunduğu bir kitlesel eylemde bile, içinde bulunduğu kitlenin, eylemin ve devrimci hareketin sorumluluğunu taşıma bilinciyle davranmalıdır.

Katıldığımız her kitle eyleminde kitleler bizim hem öğretmenimiz, hem öğrencimiz olmalıdır. Devrimci insanı atıl, edilgen değil, atak ve cüretli olmalıdır. Sürüklenen değil, inisiyatif sahibi olmalıdır, mütevazi olmalı, katıldığı her eylemden öğrenmeyi, kitlelerden öğrenmeyi bilmelidir. Bunlar, deneyimsizlikten kaynaklanan tüm dezavantajları alt etmemiz için yeterlidir. Unutulmamalıdır ki öğrenmeyi ve öğretmeyi sıcak savaşın içinde başarabiliriz. Başka yolumuz yok. Biz hep birlikte yeniden devrimci eylemlerimizle, kitlesel mücadelemizle, sınıflar mücadelesinde aslolan yerimizi alacağız. Buna dost da düşman da tanıklık edecektir.

 

Şemdin Şimşir

Temmuz 2016

 

Önceki İçerikKİM DARBECİ KİM DEMOKRAT KİM VATAN HAİNİ KİM VATANSEVER?
Sonraki İçerikOrdu’da 4 asker öldürüldü, 3 silah kaldırıldı