Uzun süredir savaş, işgal, ekonomik kriz, kadın cinayetleri, çocuk tecavüzleri, iş cinayetleri vb birçok sorunun önüne geçen ve ülke gündemini meşgul eden yerel seçimler ve İstanbul seçimlerinin iptaline ilişkin hırsızlık, gasp/darbe söylemlerinin her yanı kapladığı ortamda, seçimin yenilemesiyle son buldu. Kuşkusuz ki, ortaya çıkan tablo karşısında bu kez de faşist blok AKP-MHP tek adam diktatörlüğünü pekiştirme çabaları karşısında yıkım ve çatırdama gündeme geldi. Özünde faşist iktidarın ötekileştirdikleri kazandı!
Daha önce 24 Haziran seçimlerinden zaferle çıkan Erdoğan rejimi, yeni kurmuş olduğu başkanlık sistemiyle ilk kez seçimlere girdi. Bu seçimleri Cumhur ittifakının başı Erdoğan ve onun küçük ortağı Bahçeli yeni rejimin meşruiyeti ve beka sorunu olarak lanse etti ve kendi deyimleriyle “İstanbulu alan ülkeyi alır” söylemiyle alanlara çıktılar. Kuşkusuz bu seçimler düzen cephesinde yoğun bir şekilde süren ittifaklar, pazarlıklar eşliğinde geçen aday belirleme mesailerinin sonunda seçim gidildi ve Kürdistan’da kayyumlar büyük oranda kovulurken büyük şehirleri kaybeden faşist ittifak her türlü hilebazlıkla İstanbul’da kaybettiği seçimlerin iptali ve yenilenmesini dayattı. Kürdistan’da birçok yerde hile ile, YSK kayyumuyla HDP’nin kazandığı belediyeyi gasp etti.
Halkların gündemi daha çok krizin vermiş olduğu yıkımlar, hayat pahalılığı ve faşist sitemin dayattığı yaşam alanlarının daraltılması, nefes alamaz hale gelmesiydi. Böylesi bir ortamda devrimciler seçim gündemini es geçip, ondan uzak kalamazdı. Seçime karşısında tutum geliştirmek buna uygun bir yönelim ortaya koymak kuşkusuz her politik yapının kaçamayacağı bir gündemdi. Hem emekçi kitlelere ulaşmak, onlarla yeniden bağlarını güçlendirmek ve faşist ittifak karşısında ezilenlerin sesini ittifakını geliştirmektir.
Türkiye devrimci hareketinin bir kesiminde var olan hastalık her koşulda, her dönem boykot, hata muhtarlık seçimlerinin dahi boykot olduğu tutumu bu seçimlerde de kendisini gösterdi.
HDP ve bileşenleri ise Kürdistan’da kayyumları Ankara’ya yollama ve büyük şehirlerde AKP-MHP faşist ittifakına kaybettirme tutumu üzerinde şekillendi. Bu konuda bir başarı da elde ettiğini pratikte gördük. Ancak İstanbul seçimlerinin yenilenmesi ve 23 Haziran’da bir kısım HDP bileşeni utangaçça boykot çağrısını gevelemekten geri kalamadı.
Ancak faşist tek adam rejimi ve AKP-MHP ittifakının topluma dayattığı teslim alma, susturma, sindirme politikası karşısında yenilenen İstanbul seçimlerinde kuşkusuz ki sistemin ötekileştirdiği, provokatör, komünist, terörist, devrimci̇, Kürt, Ermeni̇, Süryani Alevi̇, dindar, ateist, türbanlı, Kadın, engelli̇, fakir, işçi̇, memur, köylü topyekûn bu ittifakın nefret ettiği ve meydanlarda yandaş medyasıyla küfür ettiği̇ kesimler kazandı.
Toplumun yaşadığı sıkışmışlık ve bunun karşısında öncünün ve öncülük iddiasında olanların alternatif olamadığı ve kitleyi yönlendiremediği bir dönemde en geri noktada da olsa, kitlelerin nefes almasının sağlanması, moral toplaması için daha geri noktada adımlar atabilir. Bir anlamda İstanbul seçimlerini de bu temelde değerlendirmek yanlış olmayacaktır. CHP ve onun ittifakı İyi Parti kuşkusuz bu faşist sistemin dışında değil. Cumhuriyetin kurucusu ve tekçiliğin mimari CHP ve bir dönemin yargısız infazların katliamların bire bir uygulayıcısı ve bugün de bunu savunan M. Akşener’in demokrasi mücadelesi, ya da demokrasi yanlısı olarak düşünülemez. Ama bugün iktidar olan faşist ittifakın yenilmezliği, kaybetmezliği karşısında onu geriletmek, içinde çatlakların yaratılması ve kitlelerin nefes alması ve kaybedebileceklerini görmesi önemlidir. Ortaya çıkan tablo da bu oldu. Kitlelerden kopuk onların duygu, düşüncelerin yok sayan, dikkate almayan bir politikanın kitlerde karşılık bulması onlarla bütünleşmesi düşünülemez. Bu yaklaşım ancak mezarlıktan geçerken kendine cesaret vermek için bağırmadan öteye geçmez.
Bu gelişmeler vasıtasıyla bizlere düşen görev, kitlelerde demokrasi kültürünü ve politik özgürlük bilincini geliştirmektir. Kaldı ki bu kavramı ve önemini yıllar önce Lenin tarafında dilendirilmiş ve hayata geçirilmiştir. Lenin birçok yerde kitlelerin baskıcı, otokritik rejim altında inlediği, burjuva demokratik nitelikte bir devrim yaşamamış bir ülkede işçi sınıfının örgütlü iradesi olan Parti’nin sosyalist devrim yolundaki ilk hedefinin politik özgürlüğün kazanılması olduğuna vurgu yapar.
“İşçilerin en acil talebi ve devlet erkinin işçi sınıfı tarafından etkilenmesi doğrultusunda birincil görev şu olmalıdır: politik özgürlüğün elde edilmesi, yani devlet yönetimine tüm yurttaşların doğrudan, yasayla (anayasayla) güvence altına alınmış katılımı, tüm yurttaşlar için toplantı özgürlüğünün, kendi meseleleri üzerine tartışma ve devlet işlerini dernekler ve basın aracılığıyla etkileme hakkının güvencelenmesidir.’’ (Leninizm ve Demokrasi Mücadelesi, 476).
Lenin politik özgürlükler kazanılmadan ve toplumsal düzen demokratikleştirilmeden sosyalist devrim için başarılı bir mücadelenin olanaksız olduğunu açık bir şekilde otaya koyar. Yani politik özgürlüğün ve demokrasinin kazanılması hedefi nihai amaç değildir ancak işçilerin birliğinin sağlanması ve ‘devrim yetisinin’ kazanılması için zorunlu bir koşul olduğuna vurgu yapar.
‘’Rus sosyal-demokratları her şeyden önce politik özgürlüğü kazanmak istiyorlar. Özgürlüğe ise, toplumun yeni, daha iyi, sosyalist inşası uğruna mücadelede bütün Rus işçilerinin kapsamlı, açık birliğini sağlamak için gereksinim duyuyorlar.’’ (Leninizm ve Demokrasi Mücadelesi, 245)
Kısacası bir anlamda devrimcilerin acil görevi, kapitalist sistem karşısında eşit savaşım koşullarını yaratma mücadelesidir. Bu eşitliği bozan onun faşist ve zor aygıtı devlettir, baskıcı rejimdir. Bu şiddet karşısında halkın şiddetini öne çıkarmak tartışılamaz ve asıl kurtuluşu sağlayacak olandır. Bu mücadelede salt işçi sınıfı demokratik mücadelede elbette yalnız değildir. Köylüler, küçük burjuvazi, aydınlar, öğrenciler, kadınlar, sömürge ulus ve azınlıklar vb. birçok toplumsal sınıf ve kesim de baskı altında inlemektedir. Lenin’inde buradan öncelikle işçi sınıfının diğer demokrasi mücadelelerine destek olması, onlarla dayanışması ve ittifak kurması gerektiği sonucuna vurgu yapar.
Bugün yaşanan faşist tek adam rejimi ve faşist ittifak karşısında seçim vb olanakların bu anlamıyla kullanılması mücadelede ileri mevzilerin elde edilmesinin koşularının olduğu ortamlarda bunları reddeden değil, politik bir kıvraklıkla değerlendirmek devrim mücadelesine kazandıran olmalıyız.
Sonuç olarak; Demokratik Türkiye ve Özgür Kürdistan sloganı çerçevesinde İstanbul seçimlerini kazananın halklar ve Kürtlerin hesaba katılmadan atılacak adımların sonuçsuz olacağının somut ifadesi olmuştur. Burada bizleri bekleyen tehlike faşist tek adam diktatörlüğü ve faşist infaktan bir farkı olmayan Millet İttifakı’nın demokrasi mücadelesinin parçası olacağı safdilliğidir. Ya da adı olup kendisi olmayan parlamentoya demokratik anayasa çağırılarıdır. Bu çağrının muhatabı da uygulayıcısı da sokaklardır, sokaklar olmalıdır. Bununla birlikte sövenizim ve ırkçılıkla beyinleri dumura uğratılmış özellikle CHP tabanının birazda olsa bunun etkisinden kurtulması ve bu temelde onlarla daha rahat bir bağın kurulabileceği fırsatının doğmuş olmasıdır. Kulağa hoş gelen kitlelerin gönlünü okşayan “birliğimizi koruyalım” adına bu ittifaka bel bağlamak değil, bunu geliştirme ve ileriye taşımanın yolunun sokaktaki mücadelede, kazanımlarımız ve yakaladığımız morali daha ileriye taşımaktır. Yaşam bir kez daha, Gezi direnişi, açlık grevi, ölüm oruçları, beyaz tülbentli anaların bize sinmeyi değil, isyanı, başkaldırmayı ve diktatörü halkın gücüyle yıkabileceğimizi gösterdi.
Sıkışan faşist tek adam rejiminin nasıl İmralı’ya koştuğunu, Öcalan savunuculuğuyla zavallılaştığını hep birlikte yaşadık bir kez daha. Faşizmi yenmenin, devrimin, başkaldırının hayal değil, halkın mücadelesiyle gerçek olabileceğini gördük bir kez daha. Bunun içindir ki, devamcısı olduğumuz öncülerimizin Denizlerin, Mahirlerin, İboların, Mazlumların yarattığı geleneği yeniden hatırlamak, yapıyormuş gibi yapmak değil, yapmak oldugunu bilincini tazelemektir. Faşizmi yıkmak istiyoruz, Demokratik Türkiye Özgür Kürdistan’ı kurmak istiyoruz. Bunun yolluda buradan geçmektedir.
Devrim istiyoruz!
Faşist rejimi yerle bir edip halkların demokratik iktidarını kurarak sosyalizm hülyasını gerçekleştirmek, halklarımızın özgürce eşit bir arada yaşamasını istiyoruz. Faşizm karşısında kazanılan her adımın, her mevziinin bu uzun yolda atılan küçük bir adım olsa da, geleceği şekillendirmede kilometre taşları olduğunu unutmamalıyız.
Devrimcilik, kendi kendini motive eden, kitlelerde kopuk sloganlar atmak, değildir. Devrimcilik faşist sistem karşında muhalefetin doğru rotaya girmesini baskıya, haksızlığa, adaletsizliğe, iş cinayetlerine, kadın kıyımına, çocuk tacizlerine, savaşa, kısacası yokluk ve yoksulluğa karşı bunun mağduru olan tüm toplum katmanlarının yanında olmak, onlarla bütünleşmektir. AKP- MHP faşizminin yalan, demagoji sahtekârlıklarını herkes biliyor. Sorun bunları boşa çıkarmak, bunları onların yüzüne çarpmak, kitlelerin öfkesini harekete geçirmektir. CHP ve Millet ittifakının yönetiminin derdi demokrasi, özgürlük değil, düzeni koruma olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama tüm bunların bilincinde olarak sistemin kollayan ve korucuları arasındaki çatlaklıklarda faydalanmak ve bu çatlaklığı genişletmektir. Onların bu yaklaşımları karşısında tabanlarında halkların demokratik birliğini kurma noktasında ortaya çıkan fırsatı ete kemiğe büründürmeyi başarmaktır. Ki İstanbul seçimleri halkın iradesini gasp edenlere, tüm demokratik güçlerle birlikte karşı duruş sergilenmesi ve kazanması bu olanağı önümüze koymuştur.
İstanbul’da seçimlerin yenilenmesi karşısında yerel seçimlerde ki gaspçı, hırsız, yağmacı faşist kliğe karşı, hak gaspına uğrayan bu duyguyu taşıyanların zaferi olmuştur.
Şimdi görev bunu ileriye taşımak, tabanda halkların birliğini sağlamaktır. Bunun yolunun da sokaktan geçtiği gerçeğini unutmadan…
Biz kazanacağız, halklar kazanacak…