12 Eylül faşist darbesi ile faşizmin kurumlaştırıldığı 39. yıl dönümündeyiz. Bu vesileyle bugün Türkiye faşizmle yönetilen bir ülke olduğu gerçekliği akıldan çıkarıldığı noktada yaşananları kavramak, ya da sürece uygun politikalar geliştirmek mümkün değil. Tarihsel, sosyal ve ekonomik koşulları faşizmle belirlenen bir ülkede “demokrasi” söylemleri ve politikaları aldatmacadır. Bu göstermelik “demokrasi” söylemlerinin temelinde yatan amaç kitlelerin uyutulması, uyuşturulması ve faşist ideolojinin milliyetçilik, vatan millet edebiyatıyla sunulması ile sistem için oldukça işlevlidir. Kendi iç dinamiğiyle gelişmeyen, baştan beri emperyalist sisteme göbekten bağımlı, Türk burjuvazisi diğer kesimlerle ittifak ile iktidarı paylaşan oligarşik yönetim zayıf ve çelimsizdir. Bu zayıflık onun sürekli bir şekilde ezilen kitlelere baskı, zor, şiddet ve zulüm uygulamasına neden olmaktadır. Hâkim sınıfların zayıflığının üstesinden gelme biçimi ise en kaba şovenizm, hamaset ve yalanlarla kitlelerin manipüle edilmesidir. Kitleler bu şekilde değer yargıları, inançları, dünya görüşlerinde istikrarsızlaştırılıp parçalanarak kimliksizleştirilmeye, kişiliksizleştirilmeye çalışılmaktadır.
Bugün faşist AKP-MHP ittifakı halklarımıza karşı ihanet yolunda koşar adım ilerliyor. Sürekli saldırı, sürekli çırpınış halindeler. Bir türlü krizden kurtulmuyorlar. Sıkıştıkça “her şey yolunda, denetimimiz altında” tabloları çizdikleri süreçte de “enflasyonu bu kez yendik, krizi yendik” demagojisini dillerinden düşürmediklerinde de yalanlarla yol alamayacaklarının, güneşi balçıkla sıvayamayacaklarının altını çizmek gerekiyor. Çünkü emperyalizmin ve uluslar arası sistemin bir bütün olarak yaşadığı kriz bizim gibi ülkelere daha ağır yansımaları olmaktadır. Tüm demagoji ve söylemlerinin sonucu emekçi halklara yeni krizler ve daha fazla sefalet, yoksulluktan başka bir şey getirmediği açıktır.
Faşist sistemin içinde bulunduğu kriz süreklidir, dönem dönem rahatlasa da özünde, sosyal, ekonomik koşullarının getirdiği krizli uluslararası sitem ve yaşanan çelişki çatışmalardan tıkanmalar da eklenince sorunların üstesinden gelinemeyecek bir tablo yüz yüze kalmıştır. Bu kapitalizmin krizinin sürekliğinden kacinilamzdir. Bugün Irak Kürdistana yönelik işgal, Suriye ve Rojava’da bir bütün olarak dış politika ve 3 dünya savaşının fiiliyata yaşandığı Ortadoğu’da dış politikalarının iflası, çıkmazlarının iyice açığa çıkmasıdır. Bu nedenle başta Kürt halkına ve onun özgürlük hareketine karşı başlattığı savaşı geliştirmektedir.
Faşist karakterini gizlemeye gerek duymayan sistem, seçimlerin ne kadar göstermelik olduğunu kendi pratiğiyle ortaya koymaktadır. Yerel seçimlerin hemen başında kendi koyduğu yasaları, kuralları hiçe sayarak KYK vb bahane ederek birçok ilde seçim iradesine müdahale etmiştir. Daha yerel seçimlerin üzerinden 5 ay geçmeden “kayyum” saldırısı ile bunu tırmandırmıştır. Şu çok açık ki, faşist sömürgeci TC. işgalci sömürge valileriyle Kürdistanı yönetme konseptinden vaz geçmiyor. 1925’te Kürtistanı denetim altına almak ve yönetmek için Takrir-i Sükûn Kanunu‘nu devreye sokanlar bugün 2014 MGK kararıyla yürürlüğe koyduğu ezme planının adı altında geliştirerek sürdürüyor. Bu kararlarla Kürdistan da başta olmak üzere yaşadığı krizlerin ağır faturalarını, bugüne kadar olduğu gibi bugün de kesecekleri adres belli. Bir yandan bu büyük yağma ortamından nasiplenirken diğer yandan vatan millet, beka diyerek burjuva medyası eşliğinde gösteriler, şovlar düzenlenirken, esasta kendi hırsızlıklarının, yolsuzluklarının, büyük vurgunlarının ört bas edilmesi telaşını yaşıyorlar.
Daha önce ki kayyum saldırısı AKP-MHP için ne kadar güç pekiştirme ve kitleleri sindirme rolü üstlendiyse, kincisi de onu o kadar zayıflatacaktır. Ancak hemen seçim sonrası gasp ve kayyumlara gerekli tavır alınmadığından bugün Amed, Mardin, Van´a atanan kayyumlara karşı direnişi de zayıflattığı bir gerçeklik. O günkü öngörüsüzlük ve faşizm karakterini yeterince bilince çıkaramamanın yansıması bugünkü direnişi büyütmede kitlelerde tereddüte neden olmuştur. Hemen seçim sandıklarının açılmasının akabinde mazbataların verilmemesi KYK saldırılarına karşı HDP’nin tutumsuzluğu, halka güven vermeyen siyaset tarzı buna neden olmuştur.
Önümüzdeki süreç faşist rejim için bunalım ve krizin daha da derinleştiği bir dönem olacaktır. Aynı zamanda AKP içindeki parçalanma yeni parti girişimleri ile saldırı ve savaş konseptinin dayatılmasında daha yoğunlaşacaktır.
Bugün sömürgecilik, Kürdistan Özgürlük Mücadelesine karşı topyekûn bir savaş başlatmış durumda. AKP-MHP-Ergenekon itifakinin, faşist sistemlerinin sürdürülmesini ve kalıcılaştırılmasını Kürdistan Özgürlük Mücadelesinin ve Kürdistan halkının kazanımlarının tasfiyesine bağlamış durumdadır. Birçok bakımdan ciddi kriz ve zayıflıklar yaşamasına rağmen yine de tüm imkanlarını seferber edip halkımıza karşı savaşarak iktidarlarını ayakta tutmaya, faşist sistemlerini kalıcılaştırmaya çalışıyorlar. Bu anlamda biz ile soykırımcı sömürgeci faşist Türk devleti arasında çetin bir savaş vardır ve önümüzdeki süreçte bu daha da yoğunlaşacaktır.
Elde edilen mevzi ve hakların ancak sokakta korunacağı, sokak ayağının güçlendiği oranda kalıcılık sağlanacağı akıllardan çıkarılmamalıdır. Yasa, yürütme, yargı her şeyiyle tek ses olduğu bu faşist rejim karşısında bunun dışında izlenecek yol ancak faşizmin gücünü pekiştirmek, kitleler nezlinde onun yenilmezliğini perçinler. Faşist sistem karşsında sınıflar mücadelesi çetin ve zorlu bir süreçten geçeceği gerçekliğini unutmamak gerekir. Kürdistan’ın sömürge valilerince yönetilmesi, emekçi kitlelerin baskı ve zorla bastırılan hak alma mücadelesi, yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkûm edilen milyonlarca insanın geleceksizliği ve hiçbir ölçü, sınır tanımayan katliam ve işkence… Suni gündem yaratma uğruna yapılan onca hokkabazlığın, yolsuzlukların, soygunun tüm hızıyla sürdüğü koşullarda, “dünya lideri, güçlü ülke” vb şamatalarına rağmen emekçi halkların gerçek gündemi değişmiyor, değiştirilemiyor. Çünkü bir avuç asalak mutlu azınlık ve yardakçıları dışında kalan ezici çoğunluk açısından, yaşamın her geçen gün çekilmez hal alması, geleceği yok edilmeye çalışılan işçi, memur, çiftçi, küçük üretici, genç-yaşlı kadın-erkek ordusuna her gün binlerce yenisinin eklenmesi burjuva düzenin kâbusu olmaya devam ediyor.
Bir yığın insanlık erdeminin içten içe sorgulandığı kadın katliamlarının tavan yaptığı, çocuk taciz ve tecavüzlerinin hızla arttığı ve devletin dinle bunu meşrulaştırdığı bir süreç bu. Bu sorgulama en gün görmemiş kanlı katliam ve işkencelerin bile kıramayacağı inatla derinleşecektir. Eşitsizliğin, adaletsizliğin, soygun ve sömürünün kol gezdiği bir yerde, dizginlerinden boşalmış zulüm bile istedikleri sükuneti sağlamaya yetmez. Bu yüzden, yaptıkları katliamın ardından “bu iş bitti” yollu açıklamaları aslında kendilerini bile ikna etmiyor. Bunun için pençe1, pençe 2 vb işgal saldırıları, korumaları birkaç katına çıkarmaları, talimat üzerine talimat yağdırma telaşları bundandır. Eğer can ve mal talanının sonu olmasaydı, Rus çarının tacı sokaklarda yuvarlanmazdı. Hitler intihar etmez, Mussolini bacağından asılmazdı. Bolca savaş ve ölüm makinelerine, katilelere sahip olmak yetseydi, Vietnam halkının yiğit direnişi karşısında ABD emperyalizmi acısını hala unutamadığı bozgunla tanışmazdı. DAİŞ çeteleri yenilmezdi. Bu yaralı coğrafyada da tarih önünde sonunda mazlum halkların devrim zaferini, işkence ve ölüm kusan faşizme rağmen yazacaktır.
Yeter ki faşizm olgusunu iyi bilince çıkarmak ve ona karşı mücadelenin ancak devrimci şiddet ve devrim hedefiyle yenilebileceği bilinciyle hareket etmektir. Devrim hedefi ve faşizme karşı asıl mücadele hattıyla ona destek araçlarını birbirine karıştırmamaktan geçmektedir.
Devrimci Cephe
16 Eylül 2019