Faşist iktidarlar halkların özgürlük, eşitlik ve adalet taleplerini polis ve faşist çetelerinin ırkçı terörüyle yok edemeyecektir.
Korona virüsü salgınıyla birlikte dünya genelinde ırkçı-faşist saldırılar hızlı bir yükseliş içinde. Başta politikacılar olmak üzere çeşitli kurum ve kuruluş temsilcileri bu saldırılara karşı protesto açıklamaları yapıyor, düzenlenen mitinglerde boy gösteriyorlar. Faşist partilerin kapatılmaları gerektiğine değinen yazı ve görüntüler de medyada geniş yer buluyor. Böylelikle, bu saldırılar ilk kez meydana geliyormuş ve genel gelişmelerden bağımsızmışçasına bir şaşkınlık ve doğal tepki görüntüsü çiziyorlar. Oysa devletlerin kendileri ve onların kolluk güçleri medyası bunun en büyük körükleyicisi ve yaratıcısı.
Özelikle Türkiye, ABD ve Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde yabancılar yaşamlarının her kesitinde ırkçı-faşist yükselişin bin bir türlü göstergesiyle yüz yüze kalıyorlar.
ABD’de ırkçılık özellikle siyahilere yönelik her dönem yaşanıyor. Her gün bir siyahi ya polis tarafında vuruluyor ya da darp edilerek katlediliyor, ırkçı saldırıya maruz kalıyor. Hiç yabancısı olmadığımız haliyle bunu yapan polisler, ırkçılar ya hiç soruşturmaya tabi tutulmuyor ya da göstermelik soruşturmalarla geçiştiriliyor.
Son olarak dünya halklarının baş katili ABD’de Minnesota eyaletinde George Floyd’un polis tarafından boğularak öldürülmesinin ardından ülke geneline protestolar ve sokak çatışmaları her yere yayıldı. Polisin George Floyd’un boynuna diziyle bastırması ve “boğuluyorum” çığlığı ırkçılık karşısında slogana dönüştü. George Floyd’u boğarak katleden polis tepkiler üzerine tutuklandı. Tutuklandı mı, can güvenliği nedeniyle mi içeri alındı? Çünkü aynı polis hakkında daha önce 12 şikâyet olmasına rağmen sadece bir tanesinde soruşturma açılmış, onda da Türkiye’de bolca gördüğümüz haliyle aklanmıştır.
Türkiye’de ise cumhuriyetin kuruluşundan beri başka halklara, azınlıklara, farklı inançlara ve muhaliflere karşı ırkçılık hep devlet eliyle körüklene gelmiştir. ABD’de ki ırkçı saldırı karşısında “kınayan” faşist şef Erdoğan aynı saatlerde kendi polisleri ve çetelerine Kürtleri linç ettiriyor ve katlediyordu. Bu devletin klasik yöntemidir. Kendisindeki ırkçılığı perdelemek dikkatleri uzaklara çekmektir. Türkiye’de ırkçı-faşist saldırıların sayısının her geçen gün artması faşist devletin uzun yıllardan beri uyguladığı politikalardan ve karakterinden bağımsız değildir. Bu gerçekliğin üzerine kalın bir örtü çekebilmek içindir ki, burjuva politikacıları bu saldırıların kendini bilmez üç-beş serseri veya sarhoşun işi olduğu düşüncesini kitlelerin kafasına yerleştirmeye çalışıyorlar. Ya da vatan millet duyarlığı vb ile mahmurlaştırılmaya çalışılıyor.
Bir yanda sokağa çıkma yasaklarını bahane ederek ülkenin her yanında terör estiren polis, bekçiler ve kendi ekonomik ve sosyal çöküntüsünü gizlemek, halk kitlelerini vatan-millet edebiyatıyla dikkatlerini başka yöne çekmek için sürekli ırkçılığı körükleyen faşist iktidarın ta kendisidir. Kürt halkı bir anlamıyla Türkiye’nin siyahileri gibi seçilmiş, katliyam, soykırım, işkence, linçlerle sindirilmeye, teslim alınmaya çalışılmaktadır.
7 yıl önce Gezi başkaldırısında Eskişehir’de polis ve sivil faşistlerin sokakta linç ederek Ali İsmail’i katlettiler. Onun ölüm yıldönümünde bu kez Ankara’da bir Kürt gencinin Kürtçe müzik dinlediği gerekçesiyle Barış Çakan katledildi.
Aynı günlerde Diyarbakır Emniyeti’nde göz altına alınan Kürt genci Muhammet Emir çıplak soyularak bedenine işkence yaparak sosyal medyada teşhir eden faşist Türk devleti, Kürt halkına ‘size soykırım sürdüreceğim’ mesajı vermektedir.
Evet, tüm devletlerin ve faşist şeflerin başka ülkede yaşananları “kınama” sahtekârlıklarının altında kendi ırkçı, faşist, katil yüzünü gizleme çabasıdır.
Bir kez daha yineliyoruz. Irkçı-faşist saldırılar kapitalist sistemin ve faşist iktidarların izlediği politikaların sonucudur. Onların kendi sistemlerini garantiye alma ve hak, özgürlük, eşitlik arayışı içinde olanlara karşı sindirme, teslim alma politikalarının ta kendisidir.
Sistemin çıkmaza girmesi, işsizliğin, enflasyonun yükselmesi, krizin derinleşmesi geçmişe oranla “refah” düzeyinin çok gerisine düşmesi karşısında sistemler varlıklarını sürdürme ve sömürücü politikalarını örtbas etmek için ırkçılığa başvurmaları onlar açısından en kolay ve kaçınılmaz olandır. Genel olarak sosyal hakların sürekli budanması, halkının yaşadığı ekonomik sıkıntılar ve sosyal haklardaki kısıtlamaların yaşam düzeyinde gerilemelere yol açması çeşitli tepkileri açığa çıkarmıştır. Bu durumda kapitalist sistem ve faşist devletler bu tepkiyi yabancılara, azınlıklara, farklı ulustan olanlara yönlendirme yolunu seçerek ırkçı-faşist saldırıların maddi zeminini kendi elleriyle hazırlıyorlar.
Bu ırkçı-faşist örgütlenmeleri yaratan, besleyen ve yönlendiren devletler bunların saldırıları karşısında ortaya çıkan tepki karşısında timsah gözyaşları dökmekteler. Yasalar kendilerine sığınak yapmaktalar. Bu yasaları çıkaran kim? Kendileri değil mi? Onların tüm söylem ve timsah göz yaşları sahtekarca halkı aldatmaya ve kendi gerçek yüzlerin gizleme amaçlıdır. Onlar baskı, sömürü düzenlerini sürdürebilmek için bu tür kışkırtma ve böl parçala taktiklerine hep başvurdular, vuracaklar. Başka türlü baskıcı sistemlerini ayakta tutma şansları yoktur.
Yasalar vb diyenler bu mevcut yasalarla sol muhalefete karşı “kararlılıkla” mücadele edilebiliyorsa, dahası bu yasaları da aşıp yargısız infazlara başvurulabiliyorsa, yargı aşamasında salt polis tutanakları ve açıklamaları yeterli görülüp en ağır cezalar verilebiliyorsa, neden aynı “duyarlılık” ırkçı-faşist saldırıları yönlendirenlere ve gerçekleştirenlere karşı gösterilemiyor? Aksine, saldırılar sıradan olaylara indirgeniyor; saldırganların ise üç-beş serseriden ibaret olduğu iddiaları ileri sürülüyor.
Toplumun duyarlı kesimlerini bu saldırılar karşısında harekete geçirerek kamuoyu oluşturmak; devletin bu saldırılarda oynadığı rolü teşhir edip kirli politikalarını boşa çıkarmak ve emekçi halkların yaşamını daha da zorlaştıracak ırkçı-faşist saldırıları engellemek noktasında yapabileceğimiz çok şey var.
Önümüzdeki süreç bu yönlü saldırıların dünya genelinde daha da çoğalacağı gerçekliği ortada. Sistemler sıkıştıkça resmi ve sivil faşist güçlerini özgürlük, eşitlik ve adalet talepleri karşısına dikeceği ve milliyetçilik temelinde halkları karşı karşıya getireceğidir.
Bu saldırılar karşısında sadece olaylar yaşandığında değil, halkların kardeşliği temelinde, örgütlü bir tarzda yükselteceğimiz mücadele ırkçı-faşist yükseliş önünde ciddi engeller oluşturabilir. Yeni linçler, katliamlar yaşamak istemiyorsak başka seçeneğimizin olmadığı akıldan hiç çıkarılmamalıdır. Unutmayalim ki, aslolan protesto etmek değil, direnmek, mücadele etmek ve değiştirmektir.
Bir kez daha, çözüm anti-faşist mücadelenin yükseltilmesidir.
Bir kez daha, adalet yoksa huzur da yok…
Bir kez daha, ya yer yüzüne özgürlük-eşitlik ya barbarlık…
Bugün insanlar renginden, dilinden dolayı katlediliyor, zindanlara atılıyorsa ve Ali İsmail Korkmaz, Kemal Korkut, Barış Çakan ve boğuluyorum diyen George Floyd gibi sıranın hepimize geleceğini unutmayalım.
Faşizm ve ırkçılıkla bir arada yaşanmaz, tarihte buna tanıktır. Faşizm ve ırkçılık ancak yok edilir, edilmelidir. İnsanlığın tek kurtuluşu bundadır…
2 Haziran 2020