İki dünya ozanı: PABLO NERUDA, VICTOR JARA…

11 Eylül 1973 Şili, 12 Eylül 1980 Türkiye 

1973 yılının 11 Eylül sabahı; bombalanan Baş­­kanlık Sarayı’ndan yükselen dumanlar Al­len­de ve yol­­daşlarının katledildiklerini tüm Şili hal­­kı­na duyu­ruyor gibiydi.

Her şey, 1970 yılının sonlarında olmuştu, Şili’de Allen­de yönetimi alarak başkanlık koltuğuna çıkmıştı. Tarımda gerçek­leştirdiği re­formlar ve başlıca sanayi dallarını ulusallaştırması Amerikan emperyalizminin tüm öfkesini kazan­ma­sına yetmiş de artmıştı bile.

Bugün artık emperyalistlerin de açıkça itiraf et­tikleri gibi, CİA’nın tezgahladığı tüm komplo, suikast ve devirme girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmış, hal­­kın güven ve desteğinin artarak sürmesi engelle­ne­­memişti. CİA’nın akıttığı milyonlarca dolarla finan­­se edi­len karşı kampanyalara rağmen, halk 1973 yılı­­­­nın yaz ay­larında bir kez daha baş­­kanlığa seçe­rek ödüllen­­­dirmişti Allende’yi.

Ama bu kez tahammülü yoktu ABD’nin. Öyle ya da böyle, çıkarlarına ağır darbeler indiren bu adamı alaşağı etmeliydi. İşbirlikçi ege­menlerle el ele verip, 11 Eylül 1973’de Genel­kurmay Başkanı Ge­­ne­­ral Pinochet’nin başını çek­tiği ordu güçlerinin yö­­netime el koymalarını sağladı.

Sabahın ilk karanlığı yeni yeni yırtılırken, tonlarca bomba düştü Moneda Başkanlık Sarayı’nın üzerine. Orada bir avuç adam, Allende ve yoldaşları, ellerinde silahları, tepelerinde ölüm kusan savaş uçaklarına kafa tuttular.

Halkın iradesinin çiğnenmesine karşı koydu Allende, gücü yettiğince. “Teslim olursan, istediğin yere gitmen için uçak veririz” çağrısına silahına sarılarak yanıt verdi. Ona umutlarını bağlayan halkına ihanet etmeyi bir an olsun düşünmedi.

En yakını olanların, yanı başında dövüşenlerin birçoğunu koparıp aldı bombalar ama o yine de soğukkanlıydı. Sağ kalanları Başkanlık Sarayı’nın kapısına kadar geçirdi, yaşananları tüm dünyaya ve Şili halkına anlatmalarını isteyerek yolcu etti ve yeniden mevzisine dönüp “kanının son damlasına, silahının son mermisine” kadar çatışarak Şili halkının bağrına gömüldü.

Allende’yi katledip yönetime el koyan işbirlikçi uşakların başında, kapkara gözlüklerinin ardına gizlenmiş Pinochet vardı. 11 Eylül sabahından başlayarak Şili’de insan avı başlatıldı. Yüz binlerce insan işkencelerde geçirildi, katledildi.

İşkencehaneler yetmeyince, on binlerce insan stadyumlara dolduruldu. Aylar boyu işkence çığlıkları yükseldi stadyumlardan. Sayıları bugün dahi tam olarak bilinemeyen binlerce Şilili katledildi. Kimilerini ise bir daha gören olmadı. Onlar “kayıp”tı artık; izleri bir daha bulunamadı. Ama hiç unutulmadılar… Ülkemizde ki “kayıp”lar gibi…

Açıklanan CİA arşivlerinde ABD’nin Allende’yi koltuğundan devirmek için giriştiği yasadışı işler, silah ve para yardımları, komplolar ve Pinochet’nin emperyalizme nasıl hizmet ettiği tüm boyutlarıyla açığa çıkarılıyordu. İşbirlikçi Pinochet yönetimindeki Şili’de 11 Eylül günü başlatılan faşist terör dalgasında binlerce kişi katledildi. Gözaltına alınanların, işkenceden geçirilenlerin sayısı yüz binlerle ifade edildi. On bini aşkın devrimci-demokrat ise gözaltında kaybedildi. Şili halkı yıllar boyu koyu bir karanlığın içinde yaşamak zorunda bırakıldı.

Bu sözler sanki bizim ülkemizi anlatıyor. Şili yerine Türkiye, Pinochet yerine Evren adını geçirmek yeterli 12 Eylül’de yaşananları anlatmak için. Şili’de yapılanlar ile Türkiye’de yapılanlar ayni merkezde, ayni odaklarca hep tezgâhlandı, tezgâhlanıyor.

Faşist cunta şefleri hep ülkeleri ve halkları için yaptıkları fedakarlıklardan dem vururlar; halkın kendilerini nasıl sevdiğini, desteklediğini anlatırlar. Ama nedense halktan çekinirler ve bu nedenle kendilerini dokunulmazlık zırhlarına büründürürler; Pinochet, Evren ve diğer cunta generalleri gibi. Pinochet yirmi yıla yakın oturduğu başkanlık sarayından 1990 yılında ayrıldı, ancak kendi geleceğini garanti altına almayı da ihmal etmedi. Dokunulmazlık zırhı anlamına gelen bir yasa çıkararak kendini ömür boyu senatör seçtirdi. 12 Eylül cuntası generalleri ise aynı amaçla anayasaya 15. maddeyi ekleyerek kendilerini dokunulmaz kıldılar.

Bu darbe ile Dünya halklarına mal olmuş ve direnişlerde, barikatlarda, mücadelenin her alanında sosyalizm mücadelesinde devrim savaşçıları ve ezilenlerin ezgilerinde ölümsüzleşen Şili`nin iki devrimci sanatçısı; PABLO NERUDA ve VICTOR JARA…

PABLO NERUDA: Bir insan için, hele hele bir sanatçı için en önemli şeylerden biri geride bıraktığı güzelliklerle anılmak olsa gerek.

Neruda’nın ölümünün üzerinden tam yarım asır geçti, ama hala dünyanın mazlum halklarının yüreğindeki yeri capcanlı.

Şiirleri hala dillerde.

Neruda’ya onca zulmü yaşa­tanlar ise bugün lanetle anılıyor.

Bugün Şili halkının yüreğinde, Pinochet , Neruda hangisi yaşıyor gerçekte? Pinochet mi, Neruda mı?

NERUDA’lar ÖLMEYECEK!

 

 

MUZAFFER HALK

Yüreğim bu kavganın içinde

Kazanacak halkım

Bütün halklar kazanacak bir bir.

Bu acılar, ıslak bir mendil gibi

Kumlar arasından

Şehit duraklarından,

Süzülüp ortaya çıkaracak

                                     her şeyi,

Şanlı günler yakındır çünkü.

Kinler susacak bir an

Ceza veren eller titremesin diye,

Günler tam dolsun diye,

Halk caddelerde

Bir güzel, bir güçlü

Yerini alsın diye.

İşte benim günüm bu

İşte hoşgörürlüğüm…(P. NERUDA)

Victor Jara

Víctor Lidio Jara Martínez (28 Eylül 1932 Santiago, Şili- 16 Eylül 1973, Şili), Şilili şarkıcı ve müzisyendir. Şili kültür ve müziğinde son derece önemli etkileri olmuş devrimci sanatçı. Hayatı ve müziği ülkesinin aynası olmuş, içinde yaşadığı zamanı ve felsefesini yansıtmıştır.

“Victor Jara, dudaklarında şarkıyla öldü. Onu yanından hiç ayırmadığı refakatçisiyle, gitarıyla birlikte stadyuma getirdiler. Ve şarkı söylemeye başladı. Öbür tutuklular, gardiyanların ateş açma tehdidine rağmen melodiye eşlik etmeye başladılar. Sonra bir subayın emri ile askerler Victor’un ellerini kırdılar. Artık gitar çalmıyordu, ama zayıf bir sesle şarkı söylemeyi sürdürdü. Bir dipçikle kafasını parçaladılar ve diğer tutuklulara ibret olsun diye ellerini kesip tribünlerin önüne astılar.”

 

  Manifesto

Ne türkü söyleme aşkımdan ne de sesimiDinletmek için değil bunca türkü söylemem.Benim namuslu gitarımın sesiHem duygulu hem de haklıdır.Dünyanın yüreğinden çıkarBir güvercin gibi kanatlıKutsal su gibi şefkatli,Okşar gitarım öleni ve yiğidi.Şarkım amacına kavuşurVioletta’nın dediği gibi.Pırıl pırıl coşkulu durmak bilmezVe bahar kokan bir işçidir! Gitarım ne zenginlerin gitarıdır,Ne de başka bir şeyin.Şarkım bir yapı iskelesidirEriştirir bizi yıldızlara.Katıksız gerçekleri şarkısındaSöylerken bir insan ölmek pahasına,Anlamını bulur o şarkıDamarlarında atarken. Şarkım ne gelip geçici övgüler düzerNe de başkalarına ün katar,Yoksul ülkeminKök salmıştır toprağına.Orada, her şeyin bittiğiVe her şeyin başladığı yerde,Söylerim o her zaman yiğit ve derinSonsuza dek yeni olacak şarkıyı. (V. JARA) PABLO NERUDA, VICTOR JARA ve ALLENDE’nin katledilişinin 48 yıldönümünde saygıyla anıyoruz.

11 Eylül 2021

 

 

Önceki İçerikTalibanseverliğin mahcubiyeti ve ayazda kalanlar!
Sonraki İçerikPKK: Türk devleti Yasin Bulut arkadaşımızı vahşice katletti