HESABI SORULMADIK HİÇBİR KATLİAM KALMAYACAK

 

‘’Bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır’’

Yine bir Mart ayındayız. Yine her yanda katliam, soykırım, baskı, zulüm ve elbette onun karşısında direnişler içindeyiz.

Mart ayı dünya ve Türkiye devrim tarihinde özel bir yere sahip. Sosyalizmin büyük ustaları Marks ve Stalin’i yitirdiğimiz ay Mart ayı. Kızıldere manifestosunu yaratan Mahir’lerin, 6 Mart direnişiyle Mahirlerin geleneğini sürdüren Bedri’lerin, Gürcan’ların şehit düştüğü̈ ay. Paris komünarları proletaryanın ilk iktidar deneyimi bir Mart ayında yarattılar. Kürt halkında Mart ayında yoğun katliam-soykırımlardan geçtiği aydır. Dersim’de, Koçgiri’de, Halepçe’de, Qamişlo’da. Yine Kürt halkının direnişe durduğu Newroz geleneği, Newroz ateşini daha güçlü harmanladığı aydır. Berkin Elvan’ın katledilmesinin, Maraş’ta. Çorum’da. Sivas’ta olduğu gibi Alevi halkımızın 12 Mart’ta Gazi ve Ümraniye’de katledildiği aydır. Devrimci öğrenci gençliğin sindirilip teslim alınmaya çalışıldığı, katledildiği 16 Mart Beyazıt’tır. 8 Mart Dünya Emekçi kadınlar Gününde erkek egemen sisteme karşı kadınların haykırdıkları eşit özgür yaşam ve devrimi gerçekleştirme düşlerinin bir gün mutlaka gerçek olacağı ve bugün dünyanın her yanında kadınların direniş ve karalığının sesinin yankılandığı gündür Mart ayı…

Ülkemizde faşist oligarşi diktatörlük her dönem içinde bulunduğu kriz ve çıkmaz karşısında hakların sesini boğmak, onları teslim almak, yükselen toplumsal muhalefeti bastırabilmek için şiddeti her zaman ön plana çıkarmıştır. Kısa sürede sonuç alabilmek, toplumu teslim alabilmek için bütün yöntemleri devreye sokarak halklarımıza karşı katliamlarla, işkencelerle yaptırımlar gündeme getirmiştir.

16 Mart Beyazıt katliamı; Faşist sistemin tarihinde devraldığı ve devam ettiği gelenektir. Katliamlar üzerine şekillenen, kendisi dışındaki tüm halkları ve muhaliflerini katletme üzerine şekillenmiş bir faşist devlet. 12 Mart askeri faşist darbesi sonrası hızla yükselen toplumsal muhalefet karşısında sistemin sıkışması noktasında, toplumsal muhalefeti sindirmek için sivil destekli faşist güçlerini devreye sokmuştur. Yaşanan yoğun anti-faşist direniş karşısında kitlesel kıyımlara başvurmuştur. Bunun en kitlesel katliam başlangıcı ise Tarih 16 Mart 1978 dir. İstanbul Üniversitesi’nde faşist katillerin öğrencilere karşı geliştirdikleri bombalı ve silahlı saldırı, katliamıdır. Bu katliamda 7 devrimci, demokrat, yurtsever öğrenci katledildi, onlarcası yaralandı. 16 Mart 1978 sabahı, öğrenimini tamamlayıp topluca İ.Ü. merkez binasından çıkmakta olan Hukuk ve İktisat Fakültesi öğrencileri, Beyazıt Meydanı’na açılan dış kapıyı geçip, Eczacılık Fakültesi önündeki küçük meydana geldiklerinde, bomba ve kurşun yağmuruna tutuldular. Öğrenci gençliğe vahşice saldıran faşist caniler, çevredeki tüm “güvenlik önlemlerine” rağmen ellerini kollarını sallayarak uzaklaştılar. Bu saldırının devlet destekli, onun kolluk güçlerince organize edildiği her yanıyla açık iken, işlediği tüm katliamlar gibi failsiz bırakıldı. Ama biz faillerini iyi tanıyoruz. 1977 1 Mayıs’ı, Maraş, Çorum, Sivas vb katliamlarında olduğu gibi bununda faili devletin ta kendisiydi.

16 Mart kitle katliamlarının bir başlangıcıydı. Bu süreçten sonra, emekçi halklarımıza ve kitlelere saldırılar faşizmin kullandığı bir “yöntem” olarak gündemde kalacaktır. Faşist niteliğe sahip olan Oligarşi, 70’ler sonrası yükselen toplumsal muhalefeti bastırmak için, devlet destekli sivil faşist terör aracılığıyla “kendinden olmayan” herkese saldırarak, var olan devrimci örgütlülüğü dağıtmak, insanları bir daha başkaldıramayacak biçimde sindirmek ve kendine taban oluşturmayı amaçlıyordu.

Beyazıt’ta şehit düşen

silkinip kalktı kabrinden,

ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını

yıktı Şahmeran’ın mağarasını.

Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar.

Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.

Safları sıklaştırın çocuklar,

bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.

(Nazım Hizmet)

12 Mart Gazi katliamı;

Bir kez daha benzer katliamlara ihtiyaç duyanlar yine her dönem katliam politikalarını ilk elde alevi hakların üzerinde gündeme getirdiler. Faşist 12 Mart askeri darbesinin yıl dönümüne denk getirerek İstanbul Gazi Mahallesinde, 12 Mart 1995 tarihinde bulunan Alevilerin çoğunlukta olduğu bir kahvehane ve pastanelerin taranmasıyla başlatıldı. Bu provokatör saldırı sonucu başlayan ve birçok bölgeye yayılan çatışma ve direniş sonucu Gazi ve Ümraniye’de 22 kişi katledildi, 155 kişi yaralandı.

4 parçaya bölünen Kürdistanın tüm parçalarında inkâr soykırım ve Kürt halkının asimile edilmesi, yok edilmesine yönelik politikaları hep gündemde oldu. Takvim yaprakları 16 Mart 1988 tarihini gösterdiğinde, tarihinin tanık olduğu, Kürtlere karşı en ağır ve en utanç verici insanlık suçlarından biri işlendi. Irak Baas yönetimi Irak-İran savaşında Kürtlerin İran’la ittifakını bahane ederek rejimi güçlerince Güney Kürdistan’ın Halepçe şehrinde kimyasal silahlarla Kürt halkı soykırıma tabi tutuldu.

“Enfal Harekâtı” adıyla başlatılan; Kürt halkına karşı işkence, idam, köylerin yıkılarak boşaltılması ve talan edilmesi ile devam eden saldırılar 1988 yılında bir insanlık suçu olan soykırımla zirveye ulaştı. Kürt halkının yeniden doğuşunu ve özgürlüğünün habercisi olan Newroz’a günler kala Halepçe semalarına ölüm bulutları çöktü. Kimyasal silahlarla yapılan saldırılar sonucu çoğu çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan tümüyle sivil, beş binden fazla insan katledildi, yedi binden fazla insan kalıcı şekilde sakat kaldı. Enfal Harekâtı süresince, 1986-1989 yılları arasında 150.000’den fazla Kürt katledildi. 

Hâkim sınıflar her katliam sonrası, kitlelere bu katliam, soykırımlarını “kardeş kavgası,” “vatan milletin güvenliği” “vatanın bölünmesi” vb demagojileriyle anlattı. Oysa tüm bunlar, iki sınıfın kıran kırana mücadele ettiği bir sınıf savaşıydı, ezenle ezilen-yok sayılanla-sömürgeci işgalcilere karşı savaştı. Süreç bugünde bir bütün olarak devrim karşı-devrim ikilemiyle devam ediyor. Faşizm halkları teslim almak, asimile etmek için her türlü yöntemi sakınmamaktadır. Bu katliamları, faşizmin uygulamalarını yok etmek ve katliamların hesabının sorulmasının biricik yolu ona karşı örgütlenmek, halkların özgür eşit bir arada yaşayacağı koşulları yaratmaktan geçmektedir. Bunun koşulu ise devrimdir, geleceğin özgür yarınların ve geçmişin hesabı ancak devrimle sorulur.

Hesabı sorulmadık hiçbir katliam kalmayacak.

Tek Yol Devrim

10 Mart 2020

Önceki İçerik8 Mart: Erkek şiddetine karşı ayaktayız, eşit ve özgür bir yaşam için isyandayız
Sonraki İçerikKoronavirüs bizi seçim yapmaya zorluyor: Ya küresel komünizm ya orman kanunlar