HDP ve Türkiye’de Demokratik Sol Yapılanmada Yeni Aşama

Türkiyeli özgün tarihsel ve sosyo-politik koşullar gereği emekçi kitlelerin ve toplumsal muhalefetin sosyal gelişkinliğiyle, bu gelişkinliğin siyasal tekabülü arasında büyük farklar olduğunu biliyoruz.

Türkiyeli demokrasi mücadelesinin kronik düşük düzeyi, dışardan devindirici güçler devreye sokulamadığı sürece bu tarihsel politiğin içerden dinamiklerle, örneğin işçi emekçi hareketinin ya da muhalif kitle önderlikleriyle dönüştürülmesindeki zorlukların bir verisi durumundadır.

Emek düzlemli, işçi öncülüklü bir demokratik muhalefet yaratmak söz konusu olduğunda ise bu dış devindirici gücün, statükoya, statüko dışından müdahale eden, kitleye bu zeminli bilinç ve eylem taşıyıcı olan bir devrimci öncü olması gerekiyor.

Özellikle 80 ve 90 yenilgileriyle Türkiyeli devrim dinamiklerinin böyle bir öncülük yaratma isteğinden iradi olarak düşüşleri, daha da öte, doğrudan statükonun bir parçası olmakta yüksek kararlılık göstermeleri; yeni aşamadaki devrimci öncüyü kurumlaştırma denemelerinin ise henüz bu “makus tarih“imizi değiştirip dönüştürecek güce kavuşamamış olmaları demokratik muhalefetin sosyolojik varlığının siyasal karşılığını görmemizin önemli engellerinden biri oldu.

Ama yakın tarihimizde, gene dışarıdan bir etki olarak, Kürt özgürlükçülüğünün harekete geçirdiği Kürt kitleler, serhildanlarını metropol sokaklarına taşıyarak, kitlesel siyasal gücü seçimler vb üzerinden Türkiye platformlarına aktararak Türkiyeli demokratik muhalefete nefes alanları yarattı.

Kürt demokratik mücadelesinin örgütü olan BDP’den aldığı örgütsel ve siyasal destekle birlikte HDP, önümüzdeki hafta sonu yapacağı kongreyle artık Türkiyeli demokratik mücadele alanlarını kurumlaştırıp, bu alanlar üstündeki mücadeleyi daha da yükseltmek üzere siyaset sahnesindeki esas konumuna yerleşmiş oluyor.

HDP Niçin Gereklidir.

Türkiye burjuva devletleşmesinin sınıfsal, etnik, dinsel ve cinsiyetçi temelde dışladığı sosyal maddeye yaslanarak toplumsal demokratik muhalefete siyasal zeminde yeni alanlar açmak, dışlanmış bu sosyal varlığının giderek bu alanlara doğru akarak geniş örgütlenmelere ulaşmasını sağlamak ve bunu başardıkça da siyasal etkinliğini geliştirerek büyütmek, bu ileri düzeyleri Türkiye siyasal yapılanmasında kurumlaştırarak birer kazanıma dönüştürmek HDP’nin varoluş amacını oluşturuyor.

Ancak bu amaçlar silsilesi HDP’nin varoluş gerekçelerini açıklamaya yeterli değildir, çünkü Türkiye siyasal sahasında bu amaçlı bir dizi demokratik sol ve sosyalist örgütün var olduğunu da biliyoruz. O halde niçin HDP sorusuna bir karşılık bulunmalıdır.

HDP, Kürt devriminin Türkiyeli bir devrime de devindirici kılınması yönündeki devrimci girişimlerin Türkiyeli oportünist düzen solculuğunun aşırı direnci karşısında başarılı olamadıkları yerde, bu kez bir başka düzeyde; demokratik siyaset zemininde zorlanması anlamına gelmektedir.

HDP girişimine şimdilik uzak durmayı seçen ve özellikle AKP iktidarı karşısında kentli modern küçük ve orta burjuvazinin siyasal temsilcisi konumuna geçen oportünist düzen solculuğunun bu zemindeki direnci, devrime direnişi kadar yüksek olamayacağı için bu girişimin başarı şansı yüksektir. Neticede oportünist kadro ve kurmaylar için devrimci bir savaşın risklerinden ziyade statükoda siyasal rant mevzilenmeleri söz konusudur.

Diğer taraftan bu yapılanmaların bu tür “sınıfsal“ amaçlarla da olsa HDP’ye sürüklenmesi demokratik muhalefet açısından bir tehdit oluşturmaz. Bizim için önemli olan onların düzenden peylenmeleri değildir. Onlar statükonun koruyucu unsuru oldukları sürece, bir siyasal parti ya da sendika yöneticisi olarak, köşe yazarı ya da öğretim üyesi olarak statüko tarafından zaten besleneceklerdir. Bizim için önemli olan statükonun kabullenmek zorunda kaldığı bu meşruiyet kalkanı altında emekçi kitlelerin bastırılmış siyasal eğilimlerinin ve eylem potansiyellerinin açığa çıkarılmasıdır. Kürt devrimince eğitilmiş kitle tarzı bu imkânı oldukça ileri düzeylerde sağlayacak bir yeterliliği HDP’ye kuruluşu ile birlikte vermektedir. HDP olması gereken, tutması gereken bir projedir.

HDP’nin Kuruluş Diyalektiği

Bugüne kadar BDP altında mücadelesini yürüten Kürt demokratik siyasetinin sömürgecilikten ziyade sömürücülüğün daha başat çelişkiler ürettiği Türkiye metropollerindeki örgütlenmesinin bir başka biçim ve program altında gerçekleştirilmesinin bir zorunluluk olduğu, Devrimci Cephe literatüründe, daha 2010 referandumu sürecinde belirlenip ifade edilmişti.

Konunun kendini açığa vurduğu moment, 2010 referandumu idi.

O momentte, sömürgeci partilerin kayıkçı döğüşünün Kürt halkını bağlamadığını söyleyen Kürt Özgürlükçülüğü, mücadele tarihinin dördüncü dönemine yönelik devrimci halk savaşı stratejisini öne çıkarmakta olduğu için sistemin parlamenter çözümlerinin işe yaramayacağı bilinç ve eylemi etrafında Kürt yığınları toplamak adına “boykot” taktiğini uyguladı.

Aynı momente, Kürt devrimiyle yoldaşlaşmayı, bu devriminin etkilerini Türkiye proletaryası üzerinden Türk metropollerine taşımaktan ziyade kaba bir şekilde doğrudan Kürt devriminin yanında hiza vermek olarak anlayan Türk solu kesimleri de boykot taktiğini savundu. Kürt devrimine mesafeli durmanın ellerini rahatlattığı statüko solculuğu ise, referandumu metropoldeki siyasal gerekler itibariyle değerlendirerek “hayır” taktiğine yöneldi.

Bize gelince; Devrimci Cephe, Kürt devrimini kendi siyasal algı ve pratiğinde “Türkiye ve Kürdistan devrimlerinin kan kardeşliği” temelinde istihdam etmesine karşın nihayetinde Türkiyeli bir devrim çizgisiydi ve genel olarak devrimin son süngü saldırısı arifesinde olunmadığı sürece “boykot” taktiğinin anarşizan karakterini eleştiren leninist anlayışa tâbi olarak o da “hayır” taktiğinin uygulayıcısı oldu. (1)

TC egemenliği altındaki sömürgeci ilişkilerin başat olduğu Kürdistan alanıyla, sömürü ilişkilerinin başat olduğu Türkiye alanında bu tür siyasal boyut farklılıklarının açığa çıkması, değişik tarihsel evrelerin iç içe yaşandığı Türkiye kapitalizminin aktüel siyasal düzlemi ve alanlardaki mücadelenin farklı düzeyleri itibariyle son derece anlaşılır bir durumdu. Bu nedenle, gelinen aşamanın suni denge analizinde demokratik mücadelenin örgütlenmesinde o güne kadar tutmayan çatı partisi girişimleri yerine şöyle bir önermeyle yol gösterildi. “Seçim süreci üzerinden motive olan kolektif devrimci demokratik kurumsal çalışmayı kalıcı kılabilmek için artık belki de artık geçerliliğini yitirmiş modeller yerine başka tarzların arayışları ve tartışmaları gerekmektedir. Örneğin, devrimci hareket, böyle bir süreci geliştirebilmek için yapacağı bir ön hazırlıkla, mücadelesinin geldiği özerklik aşaması itibariyle Kürt halkının metropollerdeki siyasal nüfuzunun, öncüsünün Türkiyelileşme programına da içkin yeni bir varyant olarak, tutmayan “çatı partisi” modelinden Almanya örneğindeki gibi bir “kardeş parti” modeline yönlendirilmesini önerebilmeyi düşünmelidir. Verili aşamada metropollerdeki Kürt siyasal örgütlenmesinin varlığında böyle bir kardeş partinin örgütlenme sürecinin yaratacağı öngörülebilen komplikasyonların basit örgütlenme teknikleriyle giderilmesi mümkündür. Ancak teknik sorunları gölgede bırakan bir esas dahilinde, bu modelle Türkiye devrimci hareketinin çatı partisinin çatılmasını bile engelleyen Türk reflekslerini fiilen aşmak da, metropollerdeki Kürt proletaryanın sömürü süreçlerine muhalefetini engelleyen Bundvari kasılmalardan kurtulmasını sağlamak da mümkün olabilecektir.” (2)

Herkesin kendi gerçeği, gerçeklerin kavranma sürecinde zaman boyutuyla farklılıklara yol açsa da duruşta ortaklaşıldıktan sonra, hep söylenegeldiği gibi, son tahlilde aklın yolu bir oluyor. Öcalan’ın, BDP’yi HDP’ye taşıma önerisi kimi iç tartışmalar sonrasında, özellikle değerli yazar Hüseyin Ali’nin DC’nin önerisinde olduğu gibi, özdeki farklılıklara rağmen Alman modelinin HDP-BDP modeline uygulanabilir olduğunu belirten değerlendirmesinin ardından bu aşama itibariyle, Kürdistan’da BDP, Türkiye’de HDP olarak şekillendirilmiş durumdadır. (3)

Elbette örgütsel aşamanın bu düzeyde tutulması, suni zorlamalarla daha ötelere taşınarak, BDP’nin HDP üzerinden yeniden örgütlenmesine geçilmesine yol vermemek bu yeni şekillenmenin başarısı için bir önkoşul durumundadır.

Diyalektiği Zorlamanın Tehlikesi

BDP, ulusal, sömürgeci çelişkiler üzerinden sömürü ilişkilerini gündeme almaya yönelirken, HDP, sınıfsal sömürü çelişkileri üzerinden sömürgeci ilişkilere yönelen programatik ve taktik öncelikler dizilişinde olmak zorundadır. Bu iki hareket noktasından birbirine yönelik tamamlayıcı yürüyüşleri tek ve aynı taktik ve programatik siyaset altına sokmaya kalkıştığınızda, tıpkı 2010 referandumunda yaşandığı gibi çaprazlıkların doğmasına engel olamazsınız. Her iki coğrafyanın mücadele ve örgütlenme düzeylerindeki farklılıklar bile her iki sahada aynı taktik hedeflere yönelmenin önüne geçebilir.

Bu noktada ileri olanı esas aldığınız takdirde, örneğin verili aşama itibariyle Kürt özgürlük mücadelesine göre politik ayar tutturmaya kalktığınız takdirde, HDP’nin, gene içine Türkiyeli demokrasi güçlerini alamayacak kertede BDP’nin yeni bir versiyonu olarak örgütlenmesini engelleyemezsiniz. Bir karbon kopya oluşturmak için harcanacak enerji Kürt ve Türk demokrasi güçlerinin envanterine eksi işaretle işlenecek, yerine getirdiği yeni bir şey olmayacaktır.

Ya da çok daha büyük bir tehlike olarak, Türkiyelileşme adına batının gündemi üzerinden Kürt mücadelesi organize edilmeye kalkışılırsa, otuz yıllık bir mücadelenin devrimci temelde örgütlediği ulusalcı eğilim bu mücadeleye yabancılaşarak her şeyden önce en birincil gücü olan kitlesel hareket dinamizmini yitirmeye başlayacaktır.

Metropol Kürtlerinin batılı gündemlere seferber edilmesindeki sürtünmelerin, bir bütün olarak yeni siyasal zeminde yaşanmaya başlanması ve giderek bu yabancılaşmanın alışkanlık edinilmiş bir düşük düzeyde pekişmesi ciddi bir tehlike olarak karşımıza çıkacaktır.

Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmamak gereklidir. Metropollerdeki demokratik mücadeleyi yükseltmek adına Kürdistan’daki mücadelenin verili yüksek düzeyini düşürmek göze alınmamalıdır. BDP ve HDP’nin ikili yapısı demokratik mücadeleyi bu tür tehlikelerden uzak tutar.

Siyasal akla uygun bir gerekçesi henüz sunulmamış olan tekleştirme çabası mücadelenin metropollerdeki başarı ihtimalini bile tartışılır kılar, ama diğer taraftan böyle bir yönelimin Kürdistan’daki mücadelenin aktif ve yüksek siyasal potansiyelini olumsuz yönde etkileyecek olması tartışma bile götürmez.

BDP’nin Kürt gündemine tâbiyeti bu zemindeki ulusalcı eğilimi güçlendireceği ve haliyle Kürt mücadelesinde Kürt burjuvazisinin siyasal ağırlığını artıracağını düşünmek yanlıştır. Ya da bu “üniter devletçi” devlet aklının ve bu akıl altında konumlanan ulusalcı eğilimlerin korkularının dile gelişidir.

Türkiye ve Kürdistan devrimleri açısından, devrimci demokrasi açısından bu tehlike, yani Kürt burjuvazisinin mücadelenin öncülüğünü ele geçirme tehlikesi, esas olarak gerillanın, Kürt kadın ve gencinin öncülüğündeki Kürt özgürlükçülüğünün bölgeye yönelik politikalarına Türkiye dolayımı verildiği takdirde ve ulusal taleplerin doğrudan sözcülüğü Kürt burjuvazisine bırakıldığı takdirde gerçekleşir.

Kürt burjuvazisinin böyle bir dolayıma karşı gösterdiği sert tepki Altan Tan’ın demeçlerinde daha şimdiden görünür durumdadır. Bunun bir siyasal eğilim halinde Kürdistan alanında örgütlenmesi ve mücadelede zaafa uğratıcı çatlaklar yaratması kaçınılmazdır.

Kürdistan emekçi ve yoksullarının özgürlükçü mücadelesinde ulusalcı karakterin sınıf bakışıyla zenginleştirilmesi ve ulusal kurtuluşu toplumsal kurtuluşla güvenceye alma bilincinin gelişimi, Kürdistan sahasında doğrudan Kürde ait biçim ve metotlarda özgür bırakılmış mücadeleye, metropol Kürtlerinin sınıfsal mücadelelerdeki mevzilenmesiyle yaratılmış bilinç sıçramalarının etkisi üzerinden olacaktır.

Bugüne kadar metropollerdeki Kürt kitleleri de içeren sınıfsal çelişkilerde yer almamakta Bundçu bir tutum gösteren Kürt özgürlük hareketinin eli, Kürt halkının doğrudan kendi ihtiyaçlarına yönelik demokratik siyaset alanının tekil varlığı koşullarında rahatlayacak, Türkiyelileşmek adına ulusal ve sınıfsal çelişkilerin çaprazlığında birinden birini esas alarak politik yönelim saptamak zorunluluğu duymayacaktır. Her iki düzlemdeki Kürt varlığı açığa çıkan çelişki başatlığına göre mücadelesini derinleştirme imkânı bulacaktır.

HDP ve BDP’nn başarısı, katmadan katıştırmadan Kürt halkının özgürlükçülüğü ile Türkiye proletaryasının demokrasi savaşını birbirini tamamlayan bir bütünsellik içinde yürütebilmekten geçmektedir.

Türkiye Sosyal Demokrasisini Yeniden Yapılandırılma Aygıtı Olarak HDP

Farklı siyasal yapılanmalara gitmenin görülmesi gereken stratejik değerdeki bir önemi de şudur:

BDP-HDP kardeşliği, özgün alanlarında özgün politikaların birbirine uyumlandırılarak geliştirilmesi zemininde oluşturulursa, HDP’nin kuruluşuna uluslararası emperyalizmin bölgesel zeminde biçtiği misyon ve kalıplar da öncüleyin parçalanmış olacaktır.

Ne demek istiyoruz?

Bilindiği gibi, içinde bulunduğumuz konjonktürün önemli bir tezahürü bölge devletlerinin emperyalizme entegrasyonlarının yeniden yapılandırılması şeklinde kendini gösteriyor.

Bölgesel zeminde islamın siyasal zemine çekilmesi ve klasik burjuva normlar içine sokulmaya çalışılması, bir bütün olarak Kürt coğrafyası temelinde bölge haritalarının yenilenmesi ve bu tür gelişmelere direnen bölge devletlerinin tarihsel mantık ve yapılanmalarının çözülmesi bu gelişmelerdendir. Bu temelde TC’nin de ılımlı islam ve devletçi Kürtle yeniden yapılandırılmasına çalıştığını bölge ve Türkiye politikasına ilişkin değişik değerlendirmelerimizde değişik yönleriyle ele aldık.

Gelinen aşamada ise, bu yeniden yapılandırmanın bir başka boyutunu; emperyalizmin bölgesel yeniden yapılandırma projelerinin ışığında Türkiyeli sosyal demokrasinin, demokratik solun yeniden yapılandırılmasını HDP’nin kurgulanması üzerinden tartışmak zorundayız.

Kapitalizmin klasik olarak geliştiği ülkelerde sosyal demokrasi, proletaryanın sermaye egemenliğindeki sistem içine çekilmiş ideolojik, siyasal ve haliyle örgütsel bir ifadesi olarak oluşmuştur. Varlığını bu zeminde sürdürmektedir.

Kapitalizme devrimci yoldan geçmeyen, tarihsel olarak gerici feodal yapılanmayı burjuvazi adına tepeleyen devlet sınıflarının iktidarın bir parçası konumunda olduğu Türkiye’de ise sosyal demokrasi emekçi kesimlerin değil, CHP tarihinden kolayca görülebileceği gibi, doğrudan devlet sınıflarının devletçi partisi kimliği üzerinden siyaset sahnesinde yerini almıştır. Bu haliyle de sınıf mücadelesinin emekçiler karşısındaki en büyük engeli olagelmiştir.

12 Eylül sonrasında Türkiye sosyal demokrasisini devlet partisi ve devletçi kimliğinden arındırma girişimleri özellikle Avrupa finans kapitali tarafından zorlanmış ve özellikle Baykal’ı devre dışı bırakacak -Altan Öymenli, Kürt vekilli denemeleri hatırlayınız- kimi örgüt denemeleri yapılmıştır.

Ancak özellikle ABD tarafından Ortadoğu’da emperyalist yeniden paylaşım sürecinin kızıştırılmaya başlanmasının siyasal islamı önemli bir aktör durumuna yükseltirken buna karşı devlet sınıflarında ve toplumda oluşacak muhalefetin kontrol altında tutulması için Baykal’lı sosyal demokrasi yeniden parlatılmıştır. Ne zaman ki AKP’nin “eksen kayması” gibi uluslararası emperyalizmin bölgesel politikalarını riske eden karakteri açığa vurmaya başlamıştır, bu zeminde AKP’ye TC’li parlamenter sistem içinde bir alternatif geliştirme ihtiyacı da kendini göstermeye başlamıştır. Baykal’ın yerine Kılıçdaroğlu’nun getirilmesi bu çizgide bir gelişmedir.

Ancak alevi Kürt kimliği devlet memurluğu kimliğinin altında sönük kalan Kılıçdaroğlu devlet partisinde bu yeniden yapılanma sürecini ateşleme gücünü gösterememiştir. Bu durumda bir yandan, CHP’li sosyal demokrasi, özellikle önümüzdeki siyasal dönem itibariyle ÖDP, HE gibi düzen solculuğuna evrilmiş sol siyasal kimliklerle rönesansa uğratılmaya çalışılıyorken, CHP’deki ulusalcı/devletçi kabuğun çatlatılamaması ihtimaline karşı ve de bu kabuğu çatlatmak için dışarıdan bir rekabet gücü olarak HDP, İmralı’da görüşmeler yürüten “stratejik devlet aklı”nın onayıyla da kurgulanmış durundadır.

Yerel ve uluslararası burjuvazinin, egemenliğini sürdürebilmek için toplumda kendine karşıt güçlere öyle ya da böyle yol vermek zorunda kaldığını; toplumda reform dediğimiz ya da toplumsal rönesans dediğimiz iyileşmelerin egemen burjuvazinin bu zorlanmalara karşı duramazlığından kaynaklandığını hep biliriz. Bu haliyle örneğin HDP zemininde yaşandığı üzere egemen burjuvazinin de kabulünü gören gelişmelere yan gözle bakmak sadece sol çocukluk hastalığıdır.

Burada bizim için esas mesele, uluslararası burjuvazinin yeniden yapılandırma programı dahilinde devlet dışı bir sosyal demokrasinin yeniden yapılandırılmasından sağlayacağımız siyasal avantajlar karşılığında, bölgesel mücadelenin uluslararası yerel burjuvaziyi rahatsız eden devrimsel kazanımların zedelenmesi, aşındırılması, dejenere edilmesi tehlikesidir. Bu tehlike, esas olarak Kürt özgürlükçülüğünün harekete geçirip yönettiği Kürt yığınların devrimsel eylemliğinin geri çekilmesidir. Emperyalizmin ve bölgesel gericiliğin istediği budur. Türkiyeli ve Kürt devrimci demokrasinin asla izin vermemesi gereken gelişme de budur. BDP ve HDP’nin tekil varlıkları ülkede ve bölgede mücadeleyi geliştirici olacaktır. Ama BDP’nin zaman içinde HDP’ye tekerlenmesi mücadeleyi geriye çekecek ve akamete uğratacaktır.

HDP ve Devrimimizin Sorunları

Bizim için esas mesele HDP’de Türkiyeli bir devrimin örgütlenme ve mücadele sorunlarının çözüldüğüne dair bir bilinç yanılsamasına düşmektir. HDP, devrimin sorunlarına bir çözüm değildir. Dolayısıyla devrimin örgütlenme ve mücadelesine ait problemlerin çözümüne ait arayış ve inisiyatifler varlıklarını sürdürmek zorundadırlar.

Ama HDP türü sağlıklı sosyal demokratik ya da demokratik sol potansiyelin örgüt ve siyaset gelişkinliği elbette ki Türkiyeli devrimin sorunlarının çözümünde kolaylaştırıcı imkânlar da sağlayacaktır.

Bu çerçevede HDP ile devrimin ilişkilenmesinde, yasalcı sosyalizmin etki ve argümanlarına karşı Çayan’ın “Revizyonizmin Keskin Kokusu”, HDP’ye ait beklentilerin devrimle uyumlaştırılmasında ise Kıvılcımlı’nın “Türkiye’de Sınıflar ve Politika”sı yanlışlardan korunmamız için yeterli ışığı bize tutmaktadırlar.

24 Ekim 2013

(1) Erdoğan’ın 12 Eylülü, Serdar Kaya, http://devrimcicephe.org/index.php?option=com_content&view=article&id=456:erdoann-12-eyluelue&catid=76:tuerkiye-siyaset-hakknda-metinler&Itemid=61)

(2) Gelinen Aşamanın Suni Denge Analizi ve Çıkarımlar, Ali Efe, DC dergi, s1, Aralık 2010, http://devrimcicephe.org/index.php?option=com_content&view=article&id=570:ali-efe&catid=76:tuerkiye-siyaset-hakknda-metinler&Itemid=61)

(3) Türkiye’nin Temel İhtiyacı HDP gibi Bir Partidir. Hüseyin Ali, Özgür Gündem http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=81316&haberBaslik=T%C3%BCrkiye%E2%80%99nin%20en%20temel%20ihtiyac%C4%B1%20HDP%20gibi%20bir%20partidir&action=haber_detay&module=nuce&authorName=H%C3%BCseyin%20AL%C4%B0&authorID=19)

 
Önceki İçerikBölgesel Küresel Süreç Üzerine Güncelleme
Sonraki İçerikTürkiye’de Sınıflar ve Politika – Dr.Hikmet Kıvılcımlı