HDP kurulduğu günden bu yana basında, yayında ve bütün toplum kesimleri arasında yaygın bir şekilde tartışıldı ve tartışılmaya da devam ediyor. Zaman zaman yürütülen tartışmalar yerini ağır eleştirilere, zaman zaman ırkçı saldırılara, zaman zaman ise hakarete varan söylemlere bıraktı. Ancak ağır eleştirilere, ırkçı saldırılara, hakaretvari söylemlere rağmen HDP hızla gelişti ve gelişmeye de devam ediyor.
BDP’nin de HDP’ye katılmasından sonra hızla gelişen ve güçlü bir kitle partisi haline gelen HDP cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Eşbaşkan Selahattin Demirtaş’ı aday göstermiş ve 9,8’lik bir oy oranını yakalamıştı. Tabi ki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortaya çıkan bu durum şuan iktidarda bulunan Türk İslamcı-Milliyetçi-Osmanlıcı AKP’yi, Kemalist-Ulusalcı CHP’yi, aşırı Milliyetçi-Irkçı MHP’yi şaşkına çevirdi ve oldukça da endişelendirdi.
Çünkü 12 Eylül faşist askeri darbesini gerçekleştiren Kenan Evren ve diğer genarellerin ” bölücü ” Kürtleri ve ” yıkıcı ” Sosyalistleri siyasetin dışına itmek için ortaya koyduğu ve bugüne kadar da başarılı oldukları %10 seçim barajının tuzla buz olacağı gerçeği cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra çok net bir biçimde ortaya çıktı. İşte bu durum da egemenler ve partilerinde (AKP, CHP, MHP ve diğer) endişe ve korku yarattı.
Ancak 15 Eylül’de AKP’nin tetikçisi IŞİD’in Kobané’ye yönelik başlattığı 3. işgal harekatı ve ortaya çıkan katliam tehdidine karşı Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da 6-7-8 Ekim tarihlerinde gelişen Devrimci halk serhıldanlarından sonra Selahattin Demirtaş şahsında HDP egemenler ve partileri tarafından ve de her dönem iktidarların ” fahişesi ” olan basın ve yayın tarafından hedef tahtasına oturtuldu. HDP’ye yönelik gerçekleştirilen bu saldırılara bizatihi cumhurbaşkanı R.T.E, başbakan A. Davutoğlu ve AKP’ye bağlı olan tüm çevreler öncülük etti.
Selahattin Demirtaş ve HDP’nin hedef tahtasına oturtulmasının birinci ve en önemli nedeni Selahattin Demirtaş şahsında HDP’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yakaladığı 9,8 oy oranıdır. Yukarıda da belirtiğim gibi 12 Eylül faşist darbeci genarellerinin ” bölücü ” Kürtleri ve ” yıkıcı ” Sosyalistleri siyasetin dışına itmek için ortaya koyduğu %10 seçim barajının tuzla buz olacağı gerçeğinin egemenler ve partilerinde yarattığı endişe ve korkudur.
İkinci neden ise tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin, dışlanan ve yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin, emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları tahrip edilenlerin, ekolojistlerin, aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanlarının sosyal ve siyasal alanda daha fazla söz sahibi olacak olması hatta iktidar ortağı olması ihtimalinin yarattığı korkudur.
Üçüncü bir neden ise Şengal ve özellikle de Kobané direnişinin deyim yerindeyse tüm dünyayı sallaması. Ve dünya da değişen yeni ve olumlu PKK algısı, Türkiye’de de ezilenlerin oluşturduğu politik hattın doğal bir sonucu olan HDP’nin güçlenmesi, AKP’nin 2007 yılından beri adım adım kurduğu ileri faşist diktatörlük rejiminin (İleri demokrasi diye yutturulan rejim) çatırdaması ihtimali ve bugüne kadar PKK ile her türlü hile ve hurdaya başvurarak yürüttüğü ” çözüm sürecinde ” de zorlanacağı ihtimali
HDP’ye yönelik saldırılara öncülük edenleri ve saldırıların nedenlerini belirttikten sonra gelelim HDP seçimlere parti mi olarak girsin? Bağımsız adaylarla mı girsin? tartışmalarına. Öncelikle bu tartışmayı yürüten çevreleri belirtmekte ve bu çevreleri belirttikten sonra da kısaca analiz etmemizde de yarar olacaktır. Kaba tabir ile belirtmek gerekirse 13 yıldır her seçimde rakipleri CHP ve MHP karşısında tek kale maç oynayan AKP, her fırsatta sol-sosyal demokrat olmaktan dem vuran Kemalist-Ulusalcı çevreler (CHP, İP vs.), ve Sol-Sosyalist çevreler.
1.) AKP ve ona bağlı çevrelerinin bu temelde yürüttüğü tartışmalara baktığımızda karşımıza HDP’nin seçimlere parti olarak değil, bağımsız adaylarla girmesi istendiği çıkıyor. Son zamanlarda da AKP tetikçisi kalemşörlerin bu konuyu basın ve yayın aracılığıyla nasıl hararetli bir şekilde işledikleri karşımıza çıkıyor. AKP ve ona bağlı çevreler bunu yaparken de Gezi direnişi, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları, yerel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri süreçlerindeki gibi taktiklere başvuruyorlar. ” Çözüm sürecine ” rehine muamelesi yapmak veya ” çözüm sürecinde ” yapacakları bir iki hamle ile de zaman kazanma, oyalama
AKP uyguladığı bu taktik ile Gezi direnişi ve 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları sürecinde HDP-BDP tabanının sokağa güçlü ve kitlesel bir katılım sağlamasının önünü alarak kısmi bir başarı sağladığını söyleyebiliriz. Yerel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde ise AKP ” çözüm süreci ” ile ilgili bir iki hamle yaparak zamana yayma ve oyalama taktiği uyguladı. Örneğin ” çerçeve yasa ” hamlesi. AKP yaptığı bu hamle ile yine kaba bir tabir ile belirtecek olursak HDP-BDP tabanının gazını aldı.
Tekrar bugünkü tartışmalara dönecek olursak AKP önümüzdeki seçimlerin kendi siyasal geleceği açısından son derece kritik olduğunu biliyor. Bütün siyasal hamlelerini de buna göre yapıyor. AKP bu nedenle 6-7-8 Ekim’de gelişen Devrimci halk serhıldanları sonrasında Selahattin Demirtaş’ı ve HDP’yi hedef tahtasına oturttu. AKP’nin amacı 2015 seçimlerindeki en güçlü ve en ciddi rakip olan S. Demirtaş öncülüğündeki HDP’nin yükselişini engellemek, zayıflatmak ve parti içinde kendilerince bir dizayn yapmaktı.
Ancak ne HDP’nin yükselişi engellenebildi ne zayıflatılabildi ve ne de kendilerince bir dizayn yapabildiler. Bu amaçlarına ulaşmak için yoğun bir şekilde yürüttükleri karalama ve saldırı kampanyaları sonuç vermeyince bu kez de HDP severler derneği olmaya karar vermiş olacaklar ki HDP’nin seçimlere parti olarak girmesi halinde %10’luk seçim barajının altında kalacağını vurguluyorlar. Hatta kimi AKP çevreleri de HDP’nin seçimlere parti olarak girmesi kararı için provokasyon, ” çözüm sürecini ” dinamitleme gibi akla hayale sığmayan yorumlar yapıyor.
AKP ve ona bağlı çevrelerin esas amaçladıkları HDP’yi 2015 seçimlerine bağımsız adaylarla girmeye zorlamak. Bu bilinçli yürütülen bir politikanın ürünüdür. Çünkü mevcut haliyle CHP, MHP ve diğer partiler AKP için rakip değil, sadece birer koltuk değneğidir. AKP 13 yıldır bu koltuk değnekleri sayesinde istikrarlı bir yükseliş içinde olmuş ve bütün seçimlerden zaferle çıkmıştır. AKP ve ona bağlı çevrelerin hedefi 2015 seçimlerden de başarı ile çıkarak 2007’den beri adım adım kurdukları ileri faşist diktatörlüğü kalıcılaştırmak.
2.) Gelelim sol-sosyal demokrat olmaktan dem vuran ve Fethullah Gülen cemaati ile uzun süredir bir dirsek teması içinde olan Kemalist-Ulusalcı çevrelerin HDP ile ilgili olarak yürüttüğü seçim tartışmalarına. ” Çözüm sürecinin ” başladığı günden bu yana HDP-BDP’yi, AKP ile iş tutmakla suçlayan ve buldukları her fırsatta da HDP-BDP’yi karalayan bu çevreler 30 Mart yerel seçimlerinde Ankara’da azılı ülkücü Mansur Yavaş’ta, İstanbul’da sağcı-liberal Mustafa Sarıgül’de, Hatay’da AKP’li Lütfü Savaş’ta birleşmişti.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise aşırı Milliyetçi-Irkçı MHP-BBP ile ittifak yapmış ve siyasal İslamcı Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday göstermişti. Yine bu çevreler cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde S. Demirtaş’ın ve HDP’nin defalarca yalanlamasına rağmen ısrarla HDP’nin ikinci turda AKP’ye destek vereceği yalanını topluma pompalayarak kendilerince bir algı operasyonu yapmışlardı.
Kemalist-Ulusalcı çevreler son günlerde de basından ve medyadan takip edebildiğim kadarıyla HDP’nin seçimlere parti olarak girme kararı üzerinden çeşitli söylemler geliştiriyor. Örneğin şu sıralar şöyle bir söylem dillendirilmeye başlandı. ” HDP seçimlere bağımsız adaylarla girmeyerek AKP’ye destek olacak. AKP’nin tek başına anayasa yapacak sayıya (367) ulaşmasına veya referanduma gidebilecek sayıya (331) ulaşmasına bu yolla yardımcı olacak. ” deniyor. Bu görüş dillendirilirlerken de her zaman ki gibi ” çözüm sürecine ” atıfta bulunuluyor.
Yani Kemalist-Ulusalcı çevreler 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde ve 10 Ağustos 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bolca kullandığı taktikleri devreye sokmuşa benziyor. 13 yıldır AKP karşısında her seçimde ağır yenilgiye uğrayan bu çevrelerin HDP’yi karalama ile amaçladığı HDP’nin Sol-Demokrat-Laik tabanından kendilerine oy devşirmektir. HDP’nin ana muhalefet partisi haline gelmesini engellemek. Ve kendi tabanlarından HDP’ye oy geçişini durdurmaktır. Böylelikle de HDP’yi Kuzey Kürdistan’a hapsetmek ve sınırlandırmak.
3.) Bir de kader birliği ve siper yoldaşlığı yapmış olduğumuz Sol-Sosyalist çevrelerin HDP ile ilgili olarak yürüttüğü tartışmalara bakalım. HDP kurulduğu günden bu yana Sol-Sosyalist çevrelerin kimi zaman iyi niyetli kimi zaman ise art niyetli eleştirilerine hatta hakaretlerine maruz kaldı. Kimi Sol-Sosyalist şahıslar, parti, platform vb. çevreler HDP’ye parti tüzüğünde Sosyalizm vurgusu yapmadığı için çeşitli eleştiriler yöneltti. Ve Sosyalizm vurgusu yapmadığı için de HDP’nin Sol-Sosyalist bir parti olmadığına hükmettiler.
Kimileri ise PKK ile devlet arasında yürütülen veya yürütülmeye çalışılan ” çözüm süreci ” üzerinden HDP’yi hedefledi. Hatta bu kesimler zaman zaman ” HDP-BDP ile AKP işbirliği yapıyor, PKK ile AKP işbirliği yapıyor ” ve buna benzer bir çok söylem kullanarak bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde Kemalist-Ulusalcı çevrelerin değirmenine su taşıdı. Bu çevreler ayrıca BDP’nin HDP’ye katılmasından sonra Sol-Sosyalist hareketin Kürt özgürlük hareketi içinde eritileceği tezini de savundu.
Bu hatırlatmaları da yaptıktan sonra gelelim Sol-Sosyalist çevreler içinde yürütülen güncel tartışma konusuna. Yani HDP’nin seçimlere parti olarak girmesi kararı üzerinden yapılan tartışmalara. Konu ile ilgili olarak çeşitli görüşler ön plana çıkıyor. Kimileri seçimlere bağımsız adaylarla kimileri de parti olarak seçimlere girilmesi yönünde görüş bildiriyor. Ancak kimileri ise yine Kemalist-Ulusalcı çevreler ile ağız birliği yapmışçasına ” HDP seçimlere bağımsız adaylarla girmeyerek AKP’nin tek başına anayasa yapacak sayıya veya referanduma gidebileceği sayıya ulaşmasına yardımcı olacak. ” diyor.
HDP parti mi olarak girsin? Bağımsız adaylarla mı girsin? tartışmalarını yürüten çevreleri tanımlayıp kısaca analiz ettikten sonra gelelim HDP’lilerin konu hakkındaki görüşlerine. Burada da karşımıza iki görüş çıkıyor. Birincisi bağımsızlarla girilmesi ikincisi ise seçimlere parti olarak girilmesi. Bağımsız adaylara seçimlere girilmesi gerektiği yönünde görüş bildirenler ” çözüm süreci ” ve %10 seçim barajı argümanlarına sarılıyor. Seçimlere parti olarak girilmesi gerektiği yönünde görüş bildirenler ise genellikle cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde ortaya çıkan tabloya atıfta bulunuyor.
Genel Bir Cevap…
İyi bilinmelidir ki HDP 2015 genel seçimlerine ister parti olarak girme kararı alsın isterse de bağımsız adaylarla girme kararı alsın her iki ihtimal de içinde hem fırsatlar ve hem riskler barındırıyor. Mevcut durumda HDP’nin 2015 genel seçimlerine bağımsız adaylarla girmesi halinde milletvekili sayısında 2011 seçimlerine oranla kısmi bir artış sağlayacak ve TBMM’de bir grup kuracaktır. Ancak mevcut haliyle CHP ve MHP’nin ve diğer partilerin de içinde bulunduğu durumu göz önüne aldığımızda AKP’nin kazançlı çıkacağını görmek zor değil.
İşte bu durum AKP’nin referanduma gidebileceği veya anayasayı tek başına değiştirebileceği sayıya ulaşmasını sağlayacaktır. Ve AKP 2007 yılından beri adım adım kurduğu ileri faşist diktatörlüğü kalıcılaştıracaktır. AKP kazandığı öz güven ile 2013 yılından bu yana sürekli oyalarak zaman kazandığı ” çözüm sürecinde ” adım atmayacak ve masayı devirecektir. Ve 2011 seçimleri sonrasında olduğu gibi Kürt özgürlük hareketine yönelik kapsamlı bir savaş geliştirecektir. Bununla kalmayarak HDP’yi de siyasi soykırım operasyonları ile tasfiye etmeye çalışacaktır.
HDP seçimlere parti olarak girer ve %10’luk seçim barajını aşamaz ise ne olur? ” Çözüm sürecindeki ” belirsizlik ve AKP’nin Ortadoğu halklarının baş düşmanı IŞİD’e verdiği desteğin Kürt halkı özelinde halklarda biriktirdiği öfkenin patlamasına yol açacaktır. Yaşanacak öfke patlamasının 6-7-8 Ekim Devrimci halk serhıldanlarını çok çok aşan bir düzeyde olacağını da kestirmek zor değil. Tabi HDP %10’luk seçim barajını aşamaz ise AKP de kazançlı çıkacak. AKP bu durumda yine yukarıda da belirtmiş olduğum gibi Kürt özgürlük hareketine yönelik kapsamlı bir savaşı gündemine alacak ve HDP’yi de siyasi soykırım operasyonları ile tasfiye etmeye çalışacaktır.
HDP seçimlere parti olarak girer ve darbecilerin koymuş olduğu %10’luk seçim barajını darbecilerin ve darbecilerin ipine sarılan AKP’nin başına yıkarsa, yani barajı aşarsa bu ezilenlerin cumhuriyet tarihinde siyasal alanda kazanmış olacağı ilk zafer olacaktır. Kazanılacak zafer;
Tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin,
Dışlanan ve yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının,
Kadınların, işçilerin, emekçilerin, köylülerin,
Gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin,
LGBT bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları tahrip edilenlerin,
Ekolojistlerin, aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanlarının zaferi olacaktır.
Bu zafer ezilenlerin çizdiği politik hattın sosyal ve siyasal alanda temsil edilmesinin, daha fazla söz sahibi olmasının da önünü açacaktır. Ayrıca HDP’nin %10’luk seçim barajını aşması durumunda belki de AKP tek başına iktidar olamayacak ve Türkiye yeni bir koalisyon hükümeti sürecine girecektir. İşte HDP’de kurulacak olan bu koalisyon hükümetinin bir parçası olabilir. Bunun da emarelerinin oldukça fazla olduğunu gözden kaçırmamak gerekir.
Ayrıca son söz olarak belirtmek isterim. HDP seçimlere kesinlikle parti olarak girmeli.
Gücümüz inancımızda, tarihte ve siyasal aklımızdadır. Biz kazanacağız. Çünkü biz halkız. Ve haklıyız…
Devrimci selam ve saygıyla…
Hüseyin Mahir