Haziranları Devrime Evriltmenin Taktik Gerekleri, Devrimci Cephe broşüründe…
Gezi Haziran’ı üzerinden bir yıl geçti. Bu bir yıllık sürenin, devrimci mücadele tarihimizin en eğitici dönemi olduğunu söylemek abartı sayılmamalı. Devrimci mücadelenin siyasal bir olgu olarak hayatımızda yer aldığı 60’lardan bu yana bakılacak olursa, 90’lara kadar mahallelere, hatta sokaklara kadar indirgenmiş dar pratikçilik, ancak pratik faaliyetin etkisizleşmesine tâbi olarak 90’lardan sonra bir bakış genişliğine kavuştu.
Siyasal pratiğin düşük bir düzey tutturduğu 90 sonrası dönemin devrimci harekete belki de tek önemli katkısı bu aşırı etkisizlik konumundan kaynaklandı, denilebilir. Kendisi siyasal bir aktör olma konumundan düşen solun kendi dışındaki siyasal faktörleri izlemeye mecbur kalması, ona en azından yöntemsel olarak stratejik bakış genişliği kazandırdı. Devrimci hareket artık Türkiyeli devrim sürecini salt küresel ve bölgesel ilişkiler içinde anlamlandırmaya çalışmakla kalmıyor, egemen sınıf ilişkilerini de doğrudan içerden, özgün değerlendirmeler üzerinden ölçümleme gayreti gösteriyor.
Gezi Haziran’ı sonrasında ise siyasal pratik bu genel stratejik kavrayış içindeki değerlendirmelerimizi sınayacağımız büyük imkânlar sağladı, çünkü 90’dan bu yana geliştirilen siyasal değerlendirmeleri 70 Haziranı’ndan bu yana ilk kez yığınların kendiliğinden hareketinin varlığı koşullarında gözden geçirme şansı bulduk. Bu yüzden, uluslararası ve yerel bütün sınıfların ve siyasal aktörlerin hareketliliğini belirli bir bakış açısı genişliğinde gözleme imkânı bulduğumuz koşullarda yaşanan bir yığın eyleminin, kadro ve taraftarlarıyla bir bütün olarak Türkiye devrimci hareketi üzerindeki ideolojik ve siyasal eğiticiliğinin çok yüksek olduğunu söylemek mümkündür.
Bunu en somut, bütün çeşitleriyle oportünist siyasetin kurum ve temsilcilerinin etkinlik yitimi ve itibarsızlaşmalarında görebilir; oportünizmin siyasal nüfuzu altındaki kesimlerde siyaseten bir içe dönme ve muhasebe zorunluğuna ihtiyaç duyulmasından ve devrimci kesimlerin mücadeleyi yeniden yapılandırmanın gerekleri üzerinden tartışmaları yoğunlaştırmalarından anlayabiliriz.
Özellikle oportünizm, o güne kadar muhayyel bir kitle hareketine endeksli olarak dayattığı ve geliştirdiği siyasal zemininin iflasını somut ve gerçek bir kitle hareketi karşısında itiraf etmek zorunda kaldı. Her ne kadar, açığa çıkan kitle hareketinin sivil toplumcu ve yasalcı tezlere pratik bir geçerlik kazandıracağı umutları üzerinden dillendirildiyse de, “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” belirlemesi, sol siyasete egemen oportünizmin çeyrek asırdır sürdürdüğü kendi ideolojik ve siyasal tutumuna ait bir tekzip olarak belgelendi. Oportünistler, Gezi Haziran’ı sürecine pratik bir kalıcılık beklentisi üzerinden sınıfsal ve siyasal analiz ve yüklemeler giydirmeye çalışırken kitle hareketi yeniden kendi yatağına çekildi. Gezi Haziran’ı sonrasında Eylül dalgası, seçimler, 1 Mayıs, olmadı Soma derken yığın hareketinden beklentiler hüsranla sonuçlandıkça, artık konuşulan Gezi
Haziranı’nın somut siyasal sonuçları değil ruhsal esintileri olmaya başladı. Gezi Haziran’ı giderek bir umut ajitasyonu çerçevesine sığışır hale geldi. RTE’li siyasal gericilik savunmadan saldırıya geçip, kendi program hedeflerini uzun süredir gerisine düştüğü 2012 seçimlerinin sonuçları düzeyinde yeniden organize ederken, kitle eylemi ve sol sanki yeni bir siyasal buzul çağına doğru yol alıyordu ki, bu kez Soma katliamı ve Okmeydanı cinayeti gündeme geldi. Kitle eylemi ve devrimci mücadelede yeniden yeni bir yüksek evre beklenti ve zorlamaları yaşadık.
Gördük ki, Soma ve Okmeydanı momentleri de yeni bir Gezi Haziran’ı yaratmanın yaygın toplumsal dinamiklerine ve siyasal kesişmelerine sahip değildi. Yeni bir yüksek devrimci kitle eylemi trendi yakalayabilmenin uzağına düşmüş durumdaydık ve sanki giderek de uzaklaşmaktayız.
Devrimci Cephe Haziran broşüründe