‘‘HALKLARIN BİRLEŞİK DEVRİM HAREKETİ‘‘ ÜZERİNE

 

 Cemal BOZKURT

Keşke daha erken kurulsaydı diye hayıflandığımız bu gelişmeyi olanca coşkumuzla selamlıyoruz. Müjdeyi geçtiğimiz aylarda ANF’den Baki Gül’ün Cemil Bayık ile yaptığı röportajda almıştık. Beklentilerimize bir parmak bal sürmekte yetinmişti heval, canı sağolsun. Onun hafifçe çaktığı ışıktan türlü anlamlar çıkarmaya başlamış, yer yer fantastik kurgularla da kendimizi kaptırmıştık. Neyse ki ayrıntıları beklediğimize değdi. 12 Mart 2016 günü yaklaşık 10 devrimci örgütün ittifakıyla Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH)’nin resmi olarak kurulduğunu öğrenmiş olduk.

Gelişme, beklentimizin üzerinde bir nitel ve nicel boyuta sahipti. Sevinç ve coşkumuzun büyüklüğünü kimse tahmin edemez. Bileşenlerin güç ölçeğinin bu düzeyde olduğundan bağımsız olarak, uzun yıllardır devrimcilerin cepheleşmesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştık. Ve nihayet bu beklentimiz belli bir karşılık buldu. Elbette bu cepheleşmenin tahayyül ettiğimizin tam karşılığı olduğunu söyleyemiyoruz; ancak oldukça nitelikli bir içeriğe sahip bu cepheleşmeye irade konulması bile başlı başına önemsenecek bir tutumdur; büyük değer biçiyoruz.

 

Cepheleşmeyi Dayatan Koşullar:

HBDH iradesinin vücut bulmasına yol açan bir tek nedenden bahsedemeyiz. Birbirine bağlı bir dizi nedeni alt alta sıralamak mümkün. Türkiye Devrimci Hareketinin (TDH) politik anlamda varlık-yokluk sorusuyla karşı karşıya kalması; devletin bütün ağırlığıyla mücadele alanlarını daraltıcı girişimleriyle beraber onun da yönetsel anlamda kaotik bir evreye girmesi, çıkışsızlığı; devletin çıkışsızlığının devrimciler için yaratacağı nesnel fırsatlar; Kürt Özgürlük Hareketinin (KÖH) etkin ve birleştirici rolü vb. faktörlerin konjonktürde çıkışmıs olması, cepheleşmeyi zorunlu kılan belli başlı nedenler olarak sıranalabilir. Tabi, bu her nedenin kendi içerisinde de bir dizi nedene bağlı olduğunu belirtebiliriz.

TDH’nin Varlık-Yokluk sorunu: Mesele “ideolojik” olarak varlığını sürdürmek değildir.  Çünkü yeryüzünde bir tek “Marksist” dahi kalsa bu bağlamda varlık sorunu olmadığı söylenebilir. Asıl sorunumuz politik olarak varolmak ve dahası muktedir olabilmek, düşmana galebe çalabilmektir.

Uzun yıllardır TDH bunu yapmakta. Sürekli yenilgilerle ve dolayısıyla daralmarlarla boğuştuk durduk. Özellikle 1980 faşist darbe sonrasında etkimiz sınırlandıkça, bir vakitler kudretli olmamızı sağladığını zannettiğimiz ama statükolaşmış formata daha fazla sarılır olduk. Eylemci pratikten, yazınsal ve sözel gevezeliğe doğru meyleden mücadele tarzı ağırlığını koydu. Küçük dükkanları can siperane savurmak genel bir tarz haline geldi; özne’lik iddiası hep lafta kaldı. Bu süreçte onlarca, yüzlerce, binlerce insan mücadeleye atılsalar dahi çeşitli nedenlerden dolayı “tutunamayanlar” kervanına katılarak gözlerden kayboldular. Ve nihayetinde sınıf mücadelesi, bulunduğumuz yer ile ulaşmak istediğimiz hedef arasında devasa menzil fark olduğunu canımızı yaka yaka bize gösterdi.

Geleneğe ve yaratılan emeğe sahip çıkma inadı önemli olmasına önemlidir; ancak TDH gerçekliğinde “dar grupculuk” hastalığına yakalanmamıza neden olan bu tarz bir inat asla devrimin genel çıkarlarından üstün değildir. İşte faşist devlet karşısındaki başarısızlıklar ve yenilgiler silsilesi bizlere bu gerçeği belli düzeylerde kavrattı gibi görünüyor.
Dar grupculuğun aşınmasıyla, ittifak anlayışının kendisine alan açmasını sağlayan bu kavrayıştır. Bunun yanında bir de sezgisel gözlemimden bahsetmek istiyorum; ki bu, ittifakı zorlayan çok değerli bir faktör olarak gelecekte varlığını güçlü biçimde açığa çıkaracaktır.

Ittifak anlayışının gelişmesinde kronikleşen başarısızlıklar ve alan daralması kadar buna bağlı olarak genç kuşak devrimciliğinin belli düzeyde basıncının olduğu söylenebilir. Gençlik için eskiye ait tamamen anlamsız, ufuksuz, korkakça saldırılardan beslenen, özgüven’den yoksun ve (a)politik icraatler ikna edici gelmiyor artık; bu denli fazla sayıda ve etkisiz fraksiyonlara bölünmüş olmayı gençlik hazmetmiyor. Düzen güçlerinin stratejik çıkarları tehlikeye düştüğünde aralarındaki rekabeti bir yana bırakıp komplekse kapılmadan aynı safta yer almalarına karşın ezilenlerden cenahının böyle bir iradeyi sergilemeyişini kabullenmiyor. Artık gençlik karşılığını yitirmiş, irrasyonel ayrışmalara son vermek, fabrikalarda, sokakta, kampüste mücadelenin her alanında birleşerek, savaşarak, en etkin şekilde mücadele vermek istiyor…

Eğer HBDH vesilesiyle oluşturulan cephe “siper yoldaşlığı” kavramına vücut kazandırırsa buna en fazla katkıyı eminim ki gençlik verecektir. Bu nedenle gençlik çok daha sorumlu, kapsayıcı ve katılımcı yaklaşarak cepheyi mümkün olan en ileri noktaya taşımayı zorlamalıdırlar.

 

Kaos’un Zorlaması ve Fırsatlar

Neredeyse yapısal hale gelen güçsüzlük problemiyle başa çıkmaya çalışırken, devletin bütün muhalefet cephesinin üzerine çullanması hayırlı oldu… Bizler, devrimciler kendi iradeleriyle cepheleşmeden önce devlet bizi zaten nesnel olarak aynı cephede buluşmaya itti. Legali – illegali, devrimcisi – demokratı –  reformisti kim varsa bu dönemde devletin şefkatinden (i) nasibini aldı-alıyor. Elbette T.C. faşist nizamını yerle bir eden K.Ö.H.’nin payına düşen şefkat diğerlerinden daha fazla oldu / oluyor.

Devletin debelendiği kriz ortamını uzun uzadıya açmaya gerek yok. Gerçeklikler kabak gibi ortada. Tayyip ve hempaları kendilerini bekleyen hayati tehlikelerinin farkındalar. Onları iktidarda tutan dengelerin bir anlık boşluğu – dalgınlığı dahi kaldıramayacak kadar hassas olduğunun bilincindeler. Koltuk tehlikededir ve düştükleri vakit bir daha doğrulamayacaklarını çok iyi bilinmektedirler. Tam da bu nedenle muhalefetin en etkisiz ve cılız aykırılıklarına dahi tahammül edememekteler.

Uluslararası siyasette itibarın yerlerde sürülmesi, yalnızlaşması ve mülteci tehdidi üzerinden ağırlık koyma taktikleri daha ne kadar devam edecek? Zaten emperyalistler de kendisinden vazgeçmiş görünüyor

Velhasıl bütün iktidar gücüne karşın AKP ve Tayyip için işlerin hiç de iyi gitmediği söylenebilir. İşte HBDH için de fırsat budur. Bu anlamda HBDH’nin AKP-Tayyip iktidarını hedef tahtasına oturtması son derece anlamlı ve uygun bir stratejidir. Savaşın genel kaidelerinden biridir: Düşmanın en zayıf noktasına kuvvetlerin en büyüğünü yığacaksın !.. HBDH buradan hareketle politik açıdan birleştiriciliği güçlü bir zemini kendisini hazırlamış görünüyor.

AKP-Tayyip iktidarı darbe aldıkça, devletin içinde bulunduğu yönetime krizi daha da derinleşecektir. Yönetme krizinin derinleştiği yerlerde otorite boşlukları yaşanır. Inisiyatif geliştirerek otorite boşluklarından yararlanabilenler böylesi dönemlerden sıçramalı kazanımlarla güçlerini arttırırlar. Tabi bunun için örgütlü olmak gerekir. Tıpkı Rojava kürtlerinin yaptığı gibi….. 2011’de Suriye’de kriz patlak verdiğinde Kürtlerin yaptığı tam da bu oldu. Otorite boşluğundan istifade ederek inisiyatif geliştirdi ve kendi otoritesini kurumsallaştırdı; çok daha eskilere dayanan örgütsel çalışmalarının sayesinde bunun gerçekleştiğini es geçmemek lazım. Çünkü ortaya çıkan politik fırsatları kullanabilmek için öncesinde buna örgütlü olarak hazır olmak gerekir.

Diğer taraftan devletin yönetim krizi kimi odaklarda düzen içi çözüm aranışlarını da beraberinde getirecektir. Şu günlerde sıklıkta dillendirildiği üzere “darbe, reformasyon, restorasyon vb.” açılımların ihtimali (özellikle de darbe ihtimali) hiç de az değildir; ve buradan ezilenlerin faydalanabilecek hiçbir şey çıkmayacaktır. Dolayısıyla HBDH bütün hazırlıklarını bu ihtimali göz önünde bulundurarak da yapmalıdır.

 

Dikkat Edilecek Birkaç Husus:

Cehepimizin bileşenlerine büyük iş düşüyor. Sorumluluk, sabır, kapsayıcılık ve emek gibi karakteristik niteliklerin öne çıkarılması gereken bir dönemdeyiz. Bunlar, bileşenleri mümkün olduğunca uzun süre ve etkili bir dinamizmle birarada tutabilecek değerlerdir.

Birleşik mücadele bağlamında TDH’nin pek de cesaret vermeyen problemli mirası ortadadır. Mahirlerin Denizler için kendilerini feda edişleri, İboların ise Sinanların katline yol açan alçağı cezalandırmaları, devrimcilerin devralmaları gereken en büyük manevi miras olması gerekirken bizler, büyük bir maharetmiş gibi idealizmle malül, iktidar hedefsiz, küçük dükkancı ayrışma gerekçeleri uydurmayı tercih ettik. Bu bizim, yani devrimcilerin birleşik mücadele girişimlerine sürekli coşkusuz, inançsız ve öz/güvenden yoksun yaklaşmamıza neden oldu. Şimdi bu yüzden, yani olumsuz miras yüzünden yoğurdu üfleyerek yemek durumunda kalıyoruz.

Çok farklı geleneklerden gelen yapıların devrimci bir temelde böylesi geniş bir cepheleşmeye gitmeleri bile esasında bir başarı olarak addedilebilirdi. Ne ki gecikmişliğimiz ve bizi bekleyen problemin büyüklüğü ortada olduğundan dolayı daha şimdiden kendimizi “başarılı” saymak biraz lüks kaçacaktır. Coşkun bir sevinçle cepheleşmeyi selamlamaya hakkımız var ancak büyük başarı sağladığımızı söylemek için fazlasıyla erkendir.

Sorumluluk duygusundan bahsettik. Bunun önemini yaşayarak anlayacağız. Çünkü farklı geleneklerden gelip farklı argümanların benimsenmiş olmasından dolayı bileşenler arasındaki ilişkilerin belli ölçülerde zorlayıcı olabileceği gibi bir handikap vardır. Kolay bir şey değil bu. “Beş benzemez” değil, neredeyse “on beş  benzemez” biraraya gelmiş. Kimilerinin bir diğerine karşı olumsuz rezerveleri olabilir. Dolayısıyla cephenin istikrarlı bir şekilde sürmesi ve misyonunu tamamlaması,  bileşenlerin ortaya çıkabilecek anlaşmazlıklarda sergileyecekleri tutumlara bağlı olacaktır. Her bileşen, cephenin kaderinden kendisini sorumlu tuttuğu müddetçe işlerin yolunda gideceğini benimsemek durumundadır. Aynı sorumluluk duygusuna, belirlenecek eylemlerde ve yapılacak organizasyonlarda da ihtiyaç olacaktır. “Armudun sapı-üzümün çöpü” diyerek zamanla yıpratıcı hale dönüşecek hassasiyettense katılımcı ve teşvik edici tavrı esas alacağız, almalıyız.

HBDH’nin politik düzlemde işe iki noktaya dikkat etmesi, hassasiyet göstermesi gerekiyor. Birincisi propaganda argümanlarıyla ilgilidir.  Cephemizin AKP-Tayyip iktidarının hedefe oturmasının anlamlı olduğunu söylemiştik. Ancak bu noktada genel bir hataya düşülmemelidir. Bu da, karşıtlığın argümanlarını Kemalist ideolojinin argümanlarına dayandırma hatasıdır. Devrimciler, Kemalist gericiler gibi AKP’yi topa tutarken “islami gericilik” “siyasal islamcı” “dinci AKP” gibi doğrudan dini ve islamı olumsuzlayan hatalı argümanlara sığınmamalıdırlar; bunlar yanlıştır. AKP-Tayyip karşıtı kitlenin sempatisini kazanalım derken, çeşitli gerekçelerle AKP-Tayyip’e arka çıkan kentli ve köylü emekçi yığınları daha fazla kendimizden uzaklaştırmayalım. Bu en çok AKP-Tayyip’in işine yarayacak bir hatadır. Bilakis propaganda argümanlarımızı AKP-Tayyip’in din ile, islam ile alakasının olmadığı, islamı kendi rezil çıkarları için istismar ettiler vb. gerçekler üzerine kurmalıyız. AKP-Tayyip’in elindeki islam kozunu boşa düşürmenin yolu budur.

İkincisi hassas nokta ise Kürt sorunu başlığıyla ilgilidir. Cephemiz yalızca Kürt sonuru gündemine müdahaleyle kenisini sınırlamamalıdır. Çünkü AKP-Tayyip’in zayıf karnı sadece Kürt sorunu değildir. Emek, kadın, çevre, gençlik vb. sorunlara yönelik yapılacak devrimci müdahaleler de HBDH’nin etkinlik alanını genişletecek ve ona yeni olanaklar sunacaktır.

Ayrıca sözkonusu başlıklarda cephemiz devletten adalet bekleyen değil, adaleti bizzat tesis eden irade olarak öne çıkmalıdır. Ezilenlerin devlette-düzenle yaşadıkları çelişkilere doğrudan ve aktif müdahalenin nesnel koşulları vardır. Buralara temas etmek, devrimci çözümler üretmek özellikle Batı’da devrimciliğin alanını genişletmek için bulunmaz fırsatlardır.

 

Sonuç olarak;

Geçmişteki birlik denemeleri verimsiz ve hep kısa vadeliydi. Hatta üç devrimci, solcu yan yana geldiğinde örgüt kuruyor, beşinciyi-altıncıyı bulduklarında hizip çıkarıp ikiye bölünüyordu(k)…

Bu kötü vaziyetin, karikatür halin “di” li geçmiş zamanda kalmasını o kadar çok istiyoruz ki HBDH’den gerçek dışı beklentilere kapılmaktan kendimizi alamıyoruz. Bu nedenle sormadan edemiyoruz:

HBDH’nin açtığı yol neden Türkiye devriminin öznesini ortaya çıkaracak bir cepheleşmeye verilmesin? TDH’nin siyaset arenasında artık net bir aktör işleviyle yer alabilmesinin zemini olarak HBDH neden bir koza işlevi görmesin? HBDH, birbirine bağlı bir takım dinamikleri harekete geçirip zincirleme etkilerle beklenmedik gelişmelere neden yol açmasın? Mesela neden uluslararası gelişmelere de müdahale edecek bir projeksiyonu ileride gündemine almasın? Neden bölgesel çapta “Ezilenlerin Devrimci Ordusu”nu kurmaya yönelmesin?..

Dağa fazlasını istiyor ve bekliyoruz; sadece gönlümüzden böyle geçtiğinden değil, nihai zafere giden yolun buradan geçtiğini düşündüğümüzden dolayı bunu istiyor ve bekliyoruz.

Beklentilerimize yanıt olacak birleşik mücadele atılımının vakti çoktan gelmişti. Zaten hiçbir güç, vakti gelmiş bir eylemin önünde engel olamazdı/olamadı da. Şimdi bize düşen, bu atılımın hakkını kan, can ve emek bedeli pahasına sahiplenmektir.

HBDH cepheleşmesine irade koyan tüm bileşenlere coşkulu selamlararımızı gönderiyor, sonsuz başarılar diliyoruz.

 

Yaşasın Devrimcilerin Birliği, Hakların Kardeşliği…

Yaşasın Hakların Birleşik Devrim Hareketi…

Yaşasın Devrimci Karargah…

15 Mart 2016
Tekirdağ 2-No’lu F-Tipi

Önceki İçerikAli İsmail Korkmaz’ın Katillerine Yönelik HBDH Eylemi
Sonraki İçerikSAHTE KASIMPAŞALI…