Geleceği kazanmak için, önce kazanmaya hazır olmalıyız

Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durum Oligarşi açısından hiç de iç açıcı görünmüyor olsa da açık faşist diktatörlükle hızla kendi planlarını uygulama peşinde. Onlarda çok iyi biliyor ki sömürü̈ için arzulanan, “sükûn” ve “istikrar” ortamını sağlamak artık eskisi kadar kolay değil. Ülke gittikçe derinleşen bir krizi yaşıyor. Toplumsal muhalefeti bastırarak oligarşi için “güven” ve “huzur”u sağlamış, ülkeyi bir sömürü̈ cenneti haline getirmiş, fakat artık kitleler kendilerine zorla dayatılan reçeteleri reddediyorlar. Faşizmin yalan ve demagojilerine daha fazla inanmaya niyetli değiller.

Tüm baskılara rağmen İşçiler, emekçiler, kadınlar, değişik toplumsal katmanlar kendi talepleri için hareketlenmeleri engellenemiyor. Hak arama eylemleri, örgütsüz ve geri düzeyde de olsa, büyük ölçüde kendiliğinden de gelişse, toplumda genel bir bilinçlenmenin varlığına işaret ediyor. Oligarşinin baskı ve terörü, bu bilinç sıçramasını engellemeye yetmiyor. Son dönemde çıkarılan kararnameler, alınan baskı önlemleri, Kürt özgürlüğünün bastırılması için olduğu kadar, bu gelişmenin önüne geçmek isteğinin de ürünü. Oligarşi baskı, yasak ve terörden başka bir şey üretemiyor. Aslında buna “çözümsüzlük” üretmek de denebilir.

Yoksulluğun, işsizliğin, enflasyonun altında ezilen kitlelerden sesini çıkarmaması, her şeye katlanması isteniyor.

İktidar büyük bir aymazlık içinde. Halkla adeta alay ediyor. İnsanlarımızın gözünün içine baka baka yalan söylemek, ülkenin içinde bulunduğu duruma ilişkin pembe tablolar çizmek, inanan kalmasa da, onlar için vazgeçilmez bir tutku haline gelmiş gibi.

Burjuva muhalefeti ise acınası bir durumda. Güçsüz, etkisiz ve çaresiz. İktidarın dümen suyunda yapılanları seyretmekten öteye gitmiyor, gidemiyor. Halk nezdinde hiçbir inandırıcılığı yok. Devrimci muhalefetin ezilmesi için AKP-MHP iktidarına açık destek verenlerin inandırıcı olmaları elbette beklenemez. Çünkü onlar sahip oldukları misyonun gereği gibi hareket ediyorlar.

Fakat hepsinin unuttuğu bir gerçeklik var; oda baskıların ters tepeceği, bir süre sonra sahibini vuran bir silah haline geleceğidir. Birbirine ne kadar zıt olduklarının tablusunu çiselerde sistem sıkıştığında var olan Burjuva partilerinin bir araya gelip anlaşması, zulüm kararlarına ortak imza atmaları ve her türlü̈ baskıya başvurmalarıda dün olduğu gibi bugünde  çare olmayacaktır.

Çünkü̈ tüm baskı ve faşist yasalar ve uygulamaları tarih boyunca  toplumsal mücadele ve direnen güçler karşısında başarılı olamamışlardır. Devrimci çabadan vaz geçilmediği koşullarda faşizmin kalıcı başarılar kazanması mümkün değildir. Halk her türlü̈ zulüm, aşağılanmaya, kültürel değerlerinin, geleneklerinin çiğnenmesine, yerinden yurdundan edilmesine, kısaca yaşam hakkı tanınmamasına karşın, yine de susmamaktadır. Bunun anlamı nedir? Bunun bir tek anlamı vardır. Direnişten, karşı koymada, boyun eğmeme ısrarında vaz geçilmemesidir.

Bugün ülkemizin içinde geçtiği sürecin hemen hemen çoğunlukla açık faşizm koşuları olarak tanımlamaktadır. Bu tespite yanlış ve çarpık yaklaşımlar olsa da (faşizmin sadece AKP-MHP’de ibaret görme gibi) ki bu şimdilik konumuz dışında. Türkiye Devrimci hareketi ağırlıkla sürecin yönlendireni olmaktan öte geriden takip eder durumda.  Buda onu kitleler nezlinde güvensiz ve marjinal kılmaktadır. Çünkü her şey onun dışında gelişmekte, kitlelerin içinde bulunduğu durum, kendiliğinden hak arayışlarının vb. peşinde adeta sürüklenen pozisyonda.

Bugün tüm çaba ve uğraşımız tamda bu tablonun dışına çıkmak. Bunun bir parçası olmaktan sıyrılmaktır. Komutan Orhan Yılmazkaya yönelimiyle başlayan bu sürecimiz çeşitli neden ve etkenler sonucu kesintiye uğramış olsa da ısrarımız bu hattın oluşmasıdır. Türkiye Devrimci hareketi yıllardır halka önderlik etme, devrimci pratiği örgütleme, sürece uygun politika ve yaklaşımlar geliştirme yerine kitlerden kopuk onun sıkıntı ve acılarına çare olmaktan çok kendisini var etme, yaşatmayı temel almıştır. Bu yaklaşım ise giderek yaşananların etkisiyle kendine ve halka güvensizliğin giderek derinleşmesi olmuştur. Geleceği kazanmak yerine olanla yetinme, yaratıcı olma yerine kısırlık, geleceğe yönelmek yerine günlük çekişmeler, ideolojik kargaşa, sert çatışmayı göze alma yerine liberalleşme yada güç peşinde sürüklenme vb. onun belli başlı özellikleri haline gelmiştir. Bu durum ise giderek halkın mücadelesinin gerisinde kalma, ondan uzaklaşmaya yol açmıştır. Yer yer bunu aşma çabaları olsa da genel tablo budur. Artık bu tablo değişmelidir. Bizler bu tablonun dışına çıkmak ve bir parçası olamamak için yola çıktık ve bunun ısrarında da asla geri durmamalıyız. Geçici geriye düşüşler ve sıkıntılar, yada popülizme kapılamadan bu ısrarımızı sürdüreceğiz.  

Bir diğer nokta ise artık gına getiren AKP biti, çöktü çöküyor tekerlemesi. Evet sistem derin kırız içinde fakat onu biz değilse kim nasil çökertecek, bitirecek acaba? Ya da yıkılsa yerine kim gelecek ve bunlar emekçi haklara ne sunacaklar? 

Halka ve kitlelere öncülük iddasında isek, reformizm ve uzlaşmacılığın tüm biçimlerini reddederek sınıf savaşını gereklilikleri, perspektif ve pratiğiyle mücadeleye sarılmak zorundayız. Bunun içinde hızla yeraltı örgütlenmemizi daha sağlam zeminlere oturtmak durumundayız. Açık faşist diktatörlük karşısinda silahlı mücadelede ısrar etmek, kayıplardan korkmamak, halka ve taleplerine yabancılaşmamaktır.

Her pratiğimizi iyi hesaplamalıyız. Kitlerde ortaya çıkan güvensizlik, “başaramayacaklar” imajının yıkılması buna bağlıdır. Unutmamalıyız ki en iyi pratiği de örgütlesekde  eğer her pratik atılımda darbe yiyorsak, düşman bize ulaşıyorsa orada kazanan düşman olmuştur. Sınıflar mücadelesinin kayıpları ve bedeler üzerinde yükseldiğini inkâr ya da yadsımıyoruz. Ama bunca tahribattan sonra ilk evrelerde kitlelerde güven yaratmak onları yanımıza çekmenin biricik yolarında biri son sözü söyleyenin düşman olmasının önüne geçmemizdir.

Büyük düşünmek ve cesaretli adımlar atmak zorundayız. Basın açıklamaları, protestoları aşarak sınıf mücadelesini geliştirip, faşizmin güç gösterilerini parçalayıp zayıflattığımız ve kitlere güven verdiğimiz, onları oligarşiye karşı savaştırabildiğimiz ölçüde faşizmi yenmenin kapılarını açmış olacağız.

Sürecin gerisine düşmek istemiyorsak, klasik solun bir parçası olmak istemiyorsak daha hızlı koşmalıyız. Clara Zetkin’ın şu sözleri hep bilincimizde olmalı; ‘’Kanlı zulümle, terörle, açlık ve savaşla birleşmiş faşizm paramparça edilip yere serilmeden, aramızdan hiç kimse dinlenme ve mola verme hakkına sahip değildir.”

Halkın düzene karşı olan tepkisini devrimci bir kanala akıtabilmek, kitleleri oligarşiye karşı savaştırabilmek, onları her düzeyde kucaklayabilecek örgütlüğü yarata biliriz. Her şey örgütlenmedeki beceriye bağlıdır. Bir yanda silahlı savaşı her koşulda sürdürebilecek bir örgütlenme, diğer yanda onun kitleler içinde kök salmasını sağlayacak, kitleleri kucaklayacak yığın örgütlenmeleri yaratmak. Biri diğerinden bağımsız düşünülemez. Kitleleri mücadele içine çekmeyi amaçlayan bir devrimci hareket, çok yönlü̈ örgütlenme becerisi gösterebilmelidir. Hele halkın düzen partilerinden umudunu kestiği, hak arayışları içine girdiği, hak arama bilincinin hızla geliştiği koşullarda, geniş yığınları kucaklayacak örgüt biçimleri yaratmak, her platformu bir örgütlenme zemini olarak değerlendirmek ve uygun örgütlenmeler oluşturmak vazgeçilmez bir önem taşıyor. Kitlelerle canlı ve kalıcı bağlar kurabilmenin, edilgen değil, aktif bir kitle desteği kazanmanın, kitlelerin mücadeleye fiili katılımlarını sağlayabilmenin yolu buradan geçiyor.

Kısaca, geniş kitlelere uzanabilecek örgütlenmeler, ilişki ağları yaratmak hedefimiz olmalı. Hızlı koşabilmek, bu koşunun gerekli kıldığı insan unsuruna sahip olmaktan geçiyor. Türküye devrimci hareketinde 12 Eylül’ün devrimci saflardaki etkileri maalesef hala güçlü̈. Zaafları sürdürmede şaşırtıcı bir direnç gösteriliyor. İdeolojisine yabancılaşmış, belli düzeyde gizli inanç yitimine uğramış, ruhsuzlarmış, sorumluluk duygusundan uzak, disiplinsiz insanlarla bir yere varılamaz. Geçmiş sürecin üzerimizde bıraktığı tortulardan hızla arınmak temel görev olmalı.

Her düzeydeki insan kendini sürekli yenilemek zorundadır. Bürokratlık, hantallık, ertelemecılik, gerekçecilik, konformist eğilimler, ahlaki dejenerasyon vb. yok edilmelidir. Asla zaaflar meşrulaştırlamaz, statüler dayatılamaz. Bunlarda ayak direyenler kaçınılmaz olarak sürecin dışına düşmeye devam edeceklerdir.

Atılım yapmak isteyen bir devrimci hareket, bunun gerekli kıldığı niteliklere sahip insanlarla yola çıkabilir. Devrimci saflığını yitirmemiş. Devrime kendini sunma ruhu ile dolu, fedakarlıkta sınır tanımayan insanlar olmadan, ortak bir ruh sağlanmadan hızlı koşabilmek olanaksızdır.

Tükenen yanları kesip atmada radikal olunmalıdır. Canlı olanı geliştirmek için ilk yapılması gereken budur. Tempomuzu hızlandırılmalıyız. Devrimci bir harekete tembelleşen, miskinleşen değil, düşünen ve üreten beyinler gerekli. Faşizmin saldırıları karşısında ön saflarda olmak istiyorsak, önce kendimizi düşünsel plandan başlayarak her şeyimizle buna hazırlamalıyız.

Başarmak için kararlı olmak gerek. Tarihimizde Türkiye devrimi adına önemli kazançlarla dolu onların devamcısı olarak bunlarda dersler ve deneyler çıkarmalıyız. Devrimci iradenin bütün iradelerden daha güçlü olduğunu bilinçte hiç çıkarmamalıyız. Yaratıcılık, çaba ve irade gücünün birleştiği yerde “olmaz” diye bir şey yoktur.

Eğer “olmaz” denileni “olur” kılmak istiyorsak, daha fazla çaba harcamalıyız.

Hiçbir şey emek harcamadan kazanılamaz. Küçük dünyaların değil, hepimizin uğruna mücadele ettiği büyük bir dünyanın insanı olma bilinciyle hareket etmeliyiz. Geleceği kazanmak için, önce kazanmaya hazır olmalıyız.

4 Ekim 2020

Önceki İçerikKÜRDİSTAN VE ERMENİSTAN HALKLARININ DİRENİŞİNİ SELAMLIYORUZ!
Sonraki İçerikAzerbaycan Sol Gençliği: Düşmanımız Ermeniler değil bizi sömürenlerdir