Kudüs’te direnenlerin; ‘Biz buradayız, sen neredesin Erdoğan’ sloganı atanların bu tür günü kurtarma girişimlerine en iyi cevap olmuştur.
Bölge genelinde on yıldır yaşanan çalkantı, çatışma ve savaşlar bölge halklarının bütününü yorduğu kadar, iktidarların ve muhalif toplumsal dinamiklerin önceliklerini, mücadele yöntemlerini ve ittifak anlayışlarını da etkilemiştir. Arap Baharı dalgasının bölge genelinde ortaya çıkardığı makro gerçeklik bu olurken, coğrafik, ülkesel gelişmeler, küresel, bölgesel ve yerel güçlerin güncel, stratejik plan ve projelerine göre farklıklar göstermiştir. Filistin halkı ve özgürlük güçleri bu süreci en hissedilir şekilde yaşamış halkların başında geldiğini söylemek abartı olmaz sanırım.
Esas olarak bölge halklarının ve genelde ‘’Arap yönetimlerinin’’, 73 yıldır(Nekbe’den bu yana) müşterek meselesi olarak saydıkları, Filistin davası, yukarıda işaret ettiğim nedenler dolayısıyla bölge gündeminin görünmez sıralarına düşmüş ve de düşürülmüştür. Bölge halklarının kendi iç sorunlarıyla meşguliyetini fırsat bilen İsrail, ABD’den aldığı destekle Batı- Şeria da yerleşim birimlerini genişletirken, Kudüs’ü İsrail devletinin ebedi başkenti olarak ilan etmiş ve fanatik dinci Yahudileri, Filistinlileri yıldırmak, göçe zorlayarak, birçok bölgenin demografik yapısını değiştirmek hedefiyle silahlandırıp ırkçı temizliğinin önünü açmıştır. İsrail devletinin kuruluşuyla(1948) 73 yıl boyunca, toprak işgalini büyük oranda tamamlarken, ikinci temel hedefi olan demografik yapı değişikliğiyle, Kudüs’ü Yahudileştirme, Şey Cerrah semtin den başlama planı, geçmişe dayansa da bugün Netanyahu’nun yeni bir saldırı hamlesiyle gündeme getirmesi, Kudüs’ün ilhakını tamamlayarak, hükümeti kuramama beceriksizliğini örtmek,diğer taraftan, Mahmut Abbas’ın (devlet bşk.) Filistinli güçlerle anlaşmazlığından faydalanarak, Oslo Barış Anlaşması’nın (1993) tabutuna son çiviyi çakıp Filistinlileri, Batı-Şeria da özerk yönetime ikna edip, BM’in iki devletli çözüm kararından kurtulmak. Evet bölgede yaşanan yıkımlar, Filistin sorunu büyük oranda gündemden düşürmesi, Trump’ın yüz yıl projesini, Filistinlilere rağmen, İsrail’le barış ve normalleşme olarak, Arap yönetimlerine kabul ettirmesi karşısında tepkilerin cılızlığı, Netanyahu yönetimi için iştah kabartıcı bir fırsat olduğu doğrudur. Ne var ki hesaba katmadığı doğru ise İsrail’in on yıllarca ceberut politikaları, işgalleri, katliam ve her türlü ihlal uygulamalarının, yaşlı kuşaklarla kaybolup gitmediğidir. Bireyci, kimliksiz, günübirlikçi, umarsız ve asimile olduğu düşünülen yeni nesilin, ortaya koyduğu kararlı, sorumlu ve dayanışmacı tutumuyla, Netanyahu’yu olduğu kadar, İsrail, Arap yönetimlerini ve emperyalist güçleri şaşırtmıştır.
Geçmiş Filistin tarihindeki mücadelelere yeni girdiler sağlayan yeni nesil, birinci ve ikinci İntifadaları da aşan, niteliksel mücadele zenginlikleri kattığını görmek önemlidir. Kudüs savunulurken, kimlerin indirgemeye çalıştığı yalnızca bir inanç merkezi olan Aksa Cami’yi değil, Müslüman, Hristiyan ve diğer tüm Kudüslüler savunulurken, Kudüs’ün, Filistin kurtuluş mücadelesinde taşıdığı tarihsel, kültürel, inançsal ve sosyal önemi kadar, siyasi ve coğrafik önemine de dikkat çekilmiştir. Kudüs’te sergilenen halk direnişinin, kısa sürede Gazze ve Batı-Şeria’ya yayılması anlaşılırken, 1948 işgali altında, İsrail vatandaşı olarak doğup büyüyen Filistinli genç neslin, onlarca kentte sokaklara dökülerek, yerleşimci fanatiklerle ve işgal kuvvetleriyle çatışması, İsrail yönetimi için tam bir şok etkisi yaratmıştır. Böylelikle Filistin topraklarında yaşayan dört ayrı bölgedeki halkın mücadele birliği, demokratik direniş ve hak talepleri zemininde eşzamanlı olarak, başkaldırıya dönüşmüş olması, yanı sıra, Gazze’den İsrail yönetimine karşı yükselen tehditler, başta Kudüs halkı olmak üzere, Batı-Şeria ve 48’ topraklarda ayaklanan halk için büyük bir maral kaynağı olmuştur.
Gazze’nin silahlı desteğini Hamas’a indirgeyerek diğer bölgelerde devam eden demokratik direnişi çelerek meşruiyetini sorgulatacağını iddia eden liberal batıcı ve de normalleşme yanlısı güç ve anlayışları anlamak mümkündür. Zira bu güçler Filistin tarihi mücadelesinin her evresinde aynı role soyunmuş olup İsrail’in vahşi şiddetini, karşı koyanlarla eşitlemiş ve cevap verilmesinin olası barışı engelleyeceği tezlerini savunmuşlardır. Bugün Gazze den İsrail’e atılan füzelerin kaynağı Hamas, ya da başka güçlerin olması her şeyden önce caydırıcılık ve güçler dengesini büyük oranda etkilediğini, Filistin halkının uzun süredir yaşamadığı moral ve psikolojik üstünlüğünü yaşattığını görelim. Gazze füzeleri, Kudüs, Batı-Şeria ve 48’li Filistinlilerin başkaldırısı için bir nevi garanti ve geleceğe dair güveninin kaynağı olmuştur. Filistin halkının bütünü biliyor ki, Gazze de Hamas, İslami cihat, FHKC, FDKC, El Fetih, Nidal gibi siyasi güçlerin askeri kanadı bulunan toplamda 11 silahlı güç birleşik askeri konsey oluşturarak Kudüs’e sahip çıkmışlardır. İsrail’e karşı, birlikte koordine olmanın ilki sayılan bu davranış, Abbas yönetimini ve diğer geleneksel cephe yönetimlerini uzun vadede rahatsız etse de(buna Hamas yönetimi de dahil) Filistin halkını olağanüstü memnun etmiş ve yeni kuşak güçlerin önünü açmıştır. Şüphesiz ki Hamas’n askeri kanadı‘ ’İzzettin Kassam Tugayları’’ askeri tugayların en güçlüsüdür. ‘’Arap Baharı’’ sürecinde İhvan güçleriyle birlikte davranan Hamas, Filistin’nin kurtuluş mücadelesinde laik, demokratik ve sosyalist güçlerle, İsrail’e karşı, ortak duruşu bir çelişki oluştursa da nihayetinde bu toplumun dokusundan türemiş, Filistin toplumunun bir gerçekliği olduğu yadsınamaz. Siyasal anlayışı ve toplumsal yaşam felsefesine katılmamakla birlikte, El kaide, Nusra, IŞİD gibi ithal güçlerle eş tutmanın, Filistin kurtuluş süreci ve toplumsal dinamiği açısından doğru olmadığını, Filistin li tüm güçlerin çoğulcu, demokratik birliktelik girişimleri den de görülebilir. Program, siyasi ve örgütsel farklılıklara rağmen, kireçlenmiş geleneksel yapı yönetimleri yerine, fikren ve yapısal, yeni güçlerin 21. yüzyıl gerçekliğine uygun örgütsel ve mücadele yöntemlerinin giderek hayat bulması, Filistin davasına olduğu kadar, bölge halkları ve toplumsal güçleri için de sevindiricidir. ‘’Arap Baharı’’ dalgası, rayından çıkarılıp kimi ülkelerde manipüle edilmiş olsa da sürece kalıcı müktesabatlar sağladığı inkar edilemez. Bugün Hala Tunus, Cezayir, Sudan, Irak, Lübnan, gibi ülkelerde halkların, özgürlüğü ve onurlu yaşamı için kitlesel demokratik mücadelede ısrar ediyor oluşları, bu yeni kazanımların bir sonucudur. Kudüs ayaklanmasının tüm Filistin’e yayılmış olması da bu gelişimlerden bağımsız ele alınamaz. Zira bölge ve dünya halklarının, Kudüs başkaldırısı ve Filistin halkıyla, İsrail’in şiddet, işgal her türlü ihlallerine karşı gösterilen enternasyonal dayanışma, ABD, AB ve Arap normalleşme heveslilerini büyük oranda zora sokmuştur.
Bugün açısından haklı olarak, sıkça sorulan ve cevaplanması gereken sorulara gelince;
* Kudüs’te kitlesel demokratik direnişlerle başlayan haklı ve meşru mücadele, giderek, Filistin-İsrail askeri çatışmasına yükselmiş olması, her iki tarafta ne gibi sonuçlara yol açabilir? Bu koşullarda bölgesel ve küresel güçlerin, sınırları aşacak bölgesel bir savaşta çıkarları olabilir mi?
* İzlendiği kadarıyla BM, ABD ve bölgesel güçler, her iki tarafla girdikleri temaslarda çatışmaların bir ateşkesle durdurulmasını istiyor. Ateşkes olması durumda tarafların geleceğe dair talepleri ne olabilir?
* Filistin yönetimiyle, muhalif güçlerin, FKÖ’nün yeniden yapılanması, Oslo ve normalleşme sürecine ilişkin çelişkiler aşılabilir mi?
* İçerde, dışarıda İsrail’e karşı, Filistin davasının haklılığını ve mücadele gücünü yansıtan gelişmeler, İsrail iç kamuoyuna yansımaları, BM kararlarının dikkate alınmasını sağlayabilir mi? Gibi sorular çoğaltılabilir. Ben bu kadarıyla yetinip bu sorulara ilişkin düşüncelerimi şu şekilde özetleyebilirim.
Her şeyden önce Biden yönetimi, seleflerinin aksine İsrail’i zora sokacak ya da ABD’nin bölgede İsrail’le temsil edilen yaşamsal çıkarlarını tehlikeye atacak bir siyaset değişikliğini beklemek safdilliktir. Ne var ki Biden, bölgesel ve küresel öncelikleri, Rusya, Çin’le rekabeti yanı sıra, İran’la nükleer anlaşması gündemleri gibi kapsamlı ve stratejik sorunlar dururken, Filistin sorununu gündeminin başına alması düşünülmeyeceği gibi İsrail’in de komşularıyla nasıl sonuçlanacağı önceden belli olmayan bir savaşa girmesini istemez. Dolayısıyla Biden, diplomasi kanallarını çalıştırarak, İsrail’le, kimi bölge ülkelerini devreye sokarak bir ateşkesi tercih etmesi büyük olasılıktır. Nihayetinde bu girişimlerin devam ettiği biliniyor. Bilinmeyense, ateşkes için tarafların ne tür şartlar koştuğudur. Filistin tarafının psikolojik üstünlüğü ve mücadele birliğini ele geçirdiği bir süreçte, geçmişe dönecek, statüyü koruyacak bir ateşkesten yana olması beklenmemelidir. Netanyahu da atacağı geri bir adımın iktidardan olma riski ve yolsuzluk davası nedeniyle yarığı yolunu açacağını biliyor olması nedeniyle, düşük yoğunluklu bir çatışmayı şuan için tercih edebilir. Ancak bunun da sonucu kendi lehine değiştiremeyeceği yönünde birleşilen ağırlıklı bir görüştür. Emperyalist kampı, İsrail ve bölge gericiliğini tedirgin eden durumun, silahlı mücadelenin Hamasın uhdesinden çıkarak yeniden halkın ve devrimci güçlerinin temel bir dayanağı haline gelmesidir. Zira Yemen, Lübnan, Irak ve şimdilik Gazze’de olan budur. İsrailli yazar ve analistler, emekli asker ve Mossad yöneticileri, Afriam Helfiy, Roni Daniel, Youfal Diskin, Messer Doğan ve Ari Shebet gibi tanınmış uzmanların dikkat çektikleri; İsrail, uyguladığı Siyonist politikalarla bir uçurumun kıyısına geldiği, İsrail’de güvenli bir geleceğin kalmadığı, tersi yönde Yahudi göçün başladığı ve ihlallerin devamı halinde İsrail’in ne ABD ne de AB tarafından korunamayacağı şeklindedir. İsrail’in görsel ve yazılı basına yansıyan bu ve benzer yazılar, sır olmazken, Filistin cenahında, uzlaşmacı, anti demokratik uygulamalarıyla ünlenen, El Fetih yönetimi, FKÖ güçleri bir yana, kendi içinde bile muhalefete tahammülü olmayan yapısıyla, Filistin mücadelesinin kazanımlarını taşımak bir yana koruyamayacağı, Biden ve bölge ülkelerinin basıncına boyun eğmesinden ciddi şekilde kaygı duyulduğudur. Filistin devrimci güçlerinin, Arap ve İslami yönetimlerinin döktüğü sahte göz yaşlarına, ateşli İsrail karşıtı beyanlarına itimat etmeksizin bölge ve uluslararası halkların enternasyonal mücadele rüzgarını arkalarına alarak, sürdürecekleri mücadelenin, Suudi Arabistan, Mısır, Türkiye ve katar gibi işbirlikçi yönetimlerden uzaklaşmanın isabetli olacağı açıkça ortaya çıkmıştır. Filistin davası, bu gibi yönetimlerin, ABD ve İsrail’le iyi geçinmenin aracı olmaktan çıkarılmalıdır. Bugün Türkiye’nin AKP yönetimi, İİT üzerinden BM’ler sunduğu Filistin’e ‘’barış gücü’’ yerleştirme planı, İsrail’in tüm işgal ve ihlallerinin kabulü ve var olan statünün resmileştirilmesi anlamına gelen müddeti bitmiş, Filistinlilerce karşılığı olmayan bir girişim olduğu biliniyor. Kudüs’te direnenlerin; ‘’Biz buradayız, sen neredesin Erdoğan’’ sloganı atanların bu tür günü kurtarma girişimlerine en iyi cevap olmuştur. Filistinliler, üçüncü ayaklanmanın ayak seslerini yükseltip, Apartheid yönetimini tasfiyeye yönelen Filistin halkının bağımsız iradesi üzerine hiçbir iradenin vasi olmamasının mesajını açıkça vermişlerdir. Yeni devrimci ‘’Yaz dalgası’’, Filistin den tüm bölge ülkelerine yayılması için enternasyonal mücadelenin yükseltilmesi ertelenemez bir sorumluluktur.
19 Mayıs 2021
Bereket KAR