Faşist Türkiye yönetimi derinleşen ve önüne bir türlü geçemediği, geçmek için savaşa sarıldığı milli kriz derinleşmektedir. Boğaza kadar borç batağına batmış bir sistem. Bu sistemin halklarımıza dayattığı ise açlık, yokluk, yoksulluk, baskı, terör ve işkencedir. Kendi krizini aşmak için savaşı her geçen gün yayarak bunun faturasını halklarımıza ödetiyor. Halklarımız kaybettiklerini geri almak için hak arayışı için sokağa inme çabaları, direnişler, grevler, gösteriler ve bunların odağına oturan devrimci mücadelenin gelişmesi, güçlenmesi ve yaygınlaşması faşist iktidarı korkutmaktadır. Bunun içinde ırkçı, faşist, şoven duygulara oynamaktadır.
Terörü ve katliamları en üst boyutta uygulayan, tüm bölgeye kan, gözyaşı, zulüm götüren kendileri değilmiş gibi yüzlerini gizlemek için “ülke, vatan Türklük, din” demagojilerine sarılıyorlar. Soyut bir vatan edebiyatı, tedirginlik, korku ve demoralizasyon yaratacak biçimde kontrollerinde ki basının manşetlerinden inmiyor.
Binlerce polisi, askeri, bekçisi, yasal, yasa dışı çetelerini sokaklara döküp, meydanları kuşatıyor, işgal ediyor, halka gözdağı vermeye çabalıyor. Yolları, caddeleri kesiyor. Hak arayışları toplu gözaltılarla cezalandırıyor, tehditlerle, işsiz bırakma, açlık, işkence, taciz, tecavüz, kadın kırımı ile toplumu yıldırmaya çalışıyorlar. Kendi gerçek yüzünü gizlemek için halkları ve inançları karşı karşıya getirmek için her türlü provokasyonu yapıyorlar.
Başta Kürdistan’da olmak üzere her dönem zaten kâğıt üzerinde var olmaktan başka bir anlam taşımayan insan hakları lafı bile edilmiyor artık. Köylüler zorla göç ettiriliyor, köyler yakılıyor, yıkılıyor, insanlar gözaltına alınıp işkencelerden geçirilip helikopterlerden atılıyor. Ulusal kimliği ve dilinden dolayı sokak ortasında insanlar linç ediliyor. Resmi devletin kolluk kuvvetleri her gün halkı düşürmeye, taciz, tecavüzlerde bulunmakta, ki bu artık bir devlet politikası olarak uygulanmaktadır.
Faşizm baskı, terör, demagoji, tehdit politikasını bütün hızı ve yoğunluğuyla sürdürüyor. Ama onların unuttukları bir şey var.
İstihbarat, muhbirlik, itirafçılık, takip, soruşturma, fişleme, işkence, zindan, idam, soykırımlarla yok etme… Tüm bunlar Cumhuriyet tarihi boyunca 20’lerde, 30’larda, 50’lerde, 70’lerde, 80’lerde, 15 Temmuzlarda bu gelenek sürdü, hala sürüyor. İstiklal mahkemeleri, tevkifat-lar, tabutluklar, müteferrikalar, katliamı, muhbir devşirmeler… Hamidiye Alayları… Bütün hepsi Devlet-i ali’nin “korunması, kollanması” ve bekası için yalanıyla işçileri, köylüleri, kadınları, gençlik, kısacası tüm toplum ‘hizaya getirmek’ için yaptılar.
12 Mart’ta devletin güvenliği, düzenin bekası için balyoz harekatları, aranıyor listeleri, ihbar edene ve yakalatana ödüller, robot resimler, devrimci avı, Ziverbey işkence köşkleri, Selimiye kışlaları, arabalı vapur ve Kültür Sarayı kundaklamaları, katliamlar, idamlara adlarını yazdırdılar, döneme damgalarını vurdular.
Ve 12 Eylül faşist darbesiyle devlet onlarındı. MİT-CIA Kontrgerilla, sıkıyönetim paşaları, siyasi polis şefleri, her türlü istihbarat ajanları, komplo uzmanları, infaz timleri, tescilli işkenceciler bütün köşeleri tutmuşlardı.
CIA’nin Panama okulundan akıl hocalarının danışmanlığıyla ülkeyi tam bir sürek avı ortamına dönüştürmüşlerdi. Her şey onlardan sorulur, kimse onlara bir şey soramazdı. Okullardan sendikalara, işyerlerinden sanat-kültüre, sağlıktan hukuk alanına kadar, hatta ailenin içine evlerin odalarına kadar her şeyiyle toplumun bütün gözeneklerine yerleştirilmişlerdi. Devlet polisleştirilmiş, polis devletleştirilmişti.
Faşist cuntacılar kendilerine çok güveniyorlardı. Ama olmadı, başarılarını sürekli kılamadılar. İşte bugün de faşist devlet ve onun uygulayıcısı AKP-MHP’li iktidarı 12 Eylül anayasasına ve yasalarına ne kadar sıkı sarılırsa sarılsınlar, 12 Eylül’ü her seferinde ne kadar şükranla anarlarsa ansınlar, onlardan devraldıkları mirasla terör ve baskının yetmediği yerde, daha sert uygulamalara sarılsalar da, kendi anayasalarını, yasalarını bir kenara koyarak KHK’leri peş peşe sıralasınlar, kayyumlar atasınlar. Çünkü faşizmin yasası da anayasası da çıkarı ne gerektiriyorsa odur. Sonuçta dün olduğu gibi bugün de devrimci muhalefetin ve halkın direnişi önüne bu zulümleriyle geçemediler, geçemeyecekler. Ne kadar güçlü ve saldırgan görünürlerse görünsünler.
AKP-MHP iktidarı diyor ki; “Mücadelenizi durdurun, hak aramayın, direnmeyin, istikrarı bozmayın, politikalarıma, savaşa ve bana karşı çıkmayın, örgütlenmeyin, yoksa her türlü zulmü görürsünüz.”.
Faşist iktidar sıkıştıkça saldırıların boyutunu daha da artıracaktır. Bugun OHAL, KHK vb. ile yaptığını yarın sıkıyönetim, savaş hali ilan edilecek, şehirler, kasabalar tanklarla kuşatılarak işgal edilecek, sokağa çıkma yasakları koyacaktır. En küçük bir muhalefeti, terör ve kanla ezmeye çalışacaklar. Faşizmin halkımıza ve bölge halklara karşı açtığı savaş, açlık, kıtlık, karaborsa ve zincirleme zamlar getirecektir. Halkımız daha çok çalıştırılacak, daha çok sömürülecek, daha az ücret mahkûm edilecek. Kısacası, faşist iktidar ve onun işbirlikçilerinin çıkarları için, halklarımız daha da fazla yoksullaştırılacaktır.
Tüm baskı ve zulme rağmen mücadele bütün alanlarda istenen boyutta olmasa da sürüyor. Bize düşen görev mücadeleyi, bütün alanlarda faşizmin halka açtığı savaşa karşı yükseltmek perspektifiyle hareket etmektir.
Tüm bunları istemiyorsak, izlememiz gereken doğru hat halklarımızı kan, gözyaşı ve acıya boğacak olan faşizme karşı çıkmak, güçlerimizi birleştirmektir.
Halkın birleşik eylemliliğini yaratmak ve faşist iktidarın karşısına örgütlü bir güç olarak dikilmek için bu süreçte atılması gereken adımlar haklarımızın geleceğini belirleyecektir. Bu adımların atılmasında başta biz devrimcilere büyük görev ve sorumluk düşüyor. Devrimci mücadelede halklarımızın tepkilerini açığa çıkarmak, bunu faşizmin haklarımıza karşı açtığı savaşa karşı top yekûn direnişe dönüştürmektir. Faşizme hayır komiteleri örgütlemek, faşizme karşı omuz omuza mücadele şiarını öne çıkarmak gerekiyor. Özgürlük, eşitlik ve halkların kardeşliği için, geleceğimiz için, bağımsızlık demokrasi sosyalizm için mücadeleye, zafere, hep birlikte devrime deme cüretinde olmak zorundayız…
Faşizme karşı tek yol devrim şiarıyla mücadeleye kavgaya…
21 Ekim 2020