FAŞİST İKTİDAR TÜM HALKI DÜŞMAN GÖRÜYOR

Faşist şef Erdoğan “Yakında reform paketlerimizin felsefesini, amaçlarını, hedeflerini ve faaliyet başlıklarını içeren kapsamlı çalışmayı kamuoyuyla paylaşacağız.”

Mevcut iktidarın pansuman edilemez yaralar niteliğinde derinleşmiş olan ekonomik, siyasi kriz sarsıntılarıyla sallandığı artık gizlenemez bir gerçektir. Bunu, Erdoğan ve iktidarı dahil, burjuva düzen partileri ve siyasetle ilgili, ilgisiz herkes görmektedir. Tam da bundandır ki, Erdoğan, bir kez daha ‘‘reform‘‘ safsatasına sarıldı. Diger yanda küçük ortağıyla isler yolunda gitmiyor, bir yanda HDP`yi kapatma tehdidi, diğer yanda seçim ittifakları peşindeler.

Faşist rejimler her zaman kendi baskı rejimini sürdüre bilmesi için neye ihtiyaç duyarsa yasada adalette onlar için odur.

”Faşizm dünyanın her yerinde ezilen sınıfların ve işçilerin, köylülerin, küçük esnafın haklı mücadelesini engellemek için, şiddete başvurmuştur. Faşizmin başarısı için, halk kitlelerinin sindirilmesi ve hakkını arayamaz hale getirilmesi için, insanların katledilmesi, terör altında tutulması tek yoldur. İşte ülkemizde de HİTLER ve MUSSOLİNİ’nin yolunu takip eden faşistler bu yolu izlemektedir. Ancak bizim gibi ülkeler sürekli faşizmle yönetilmektedir. Bu yaşadığı kriz ve toplumsal muhalefetin gelişimine orantılı olarak dönem dönem göstermelik demokrasi maskesi ya da açık faşizm olmaktadır. Bunu yaparken de her zaman demokrasi söylemini ağızlarında düşürmezler.

Ortada yapılacak “reformlar” yoktur; bir “reform aldatmacası” vardır. İktidar halkı ve dünya kamuoyunu aldatıyor. Görünüşte Türkiye’nin “demokrasi” yolunda olduğu mesajı verilirken, özünde rejimin baskı içeren niteliği daha da artırılıyor. Geleceğimiz Avrupa’da vb sözlerle bugune kadar uluslararası güçlerin kendi krizleri ve aralarında ki çelişkilerde faydalanarak yürüttüğü politikanın sonuna geldiğini görmekteler.

İktidarlarının sallantıda olduğunu görüyorlar ve bunda kurtuluşun yolunun genişletilmiş hak ve özgürlükler değil, yasaklarda görmekteler. Özgürlüklerin önündeki engel değil, baskı içeren uygulamaların önündeki engeller kaldırıyorlar. Kendilerine muhalif olan her kes “terörist” suçlamasıyla yüz yüzedir. Kimin ne zaman “terörist” ilan edileceği, hangi eylemin, hangi davranışın “terörizm” sayılacağı belirsizdir. Her an herkes tehdit altındadır.

Hak arayan her eylem, her mücadele rahatlıkla “terör suçu” kapsamında değerlendiriliyor, bunlara katılan herkes “terörist” olarak damgalanabilir, cezalandırılabilir.

Dahası “terörizm” demagojisiyle, haklı ve meşru her mücadele gölgelenmek istenebilir, kitleler nezdinde mahkûm edilebilir. Bunun yasal zemini hazırlanmıştır. Bundan böyle “terörizm” edebiyatının her vesile ile sürekli gündeme getirilen, sürekli yinelenen bir “nakarat” haline dönüşmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Türkiye’de artık “terör suçlusu” ilan edilmek için, illa da silahlı eylem yapmak veya silahlı mücadeleyi savunan bir örgüt üyesi olmak gerekmiyor.

Şimdi herkes “terör suçlusu” olabilir, bu yüzden cezalandırılabilir. Örneğin bir derneğe üye olan veya gidip gelen birinin, evini bir devrimciye, salonunu bir derneğe kiralayan birinin “terör suçlusu” ilan edilmesini engelleyen hiçbir güvence yoktur. Hatta sokaktan yürürken düzene muhalif birine selam veren kişi de “terör suçlusu” yapılabilir. Yani her şey keyfiyete kalmıştır. İstenirse her davranış, her adım “terör suçlusu” olmanın nedenine dönüştürülebilir.

Çünkü̈ onlara karşı olan, hak arayan “terör suçlusu” onların mantığı ve çıkarları bunu olanaklı kılıyor.

Ülkede yaşanan krizin derinliği o denli boyutludur ki, iktidar neyi yasaklayacağını, neyi suç sayacağını bilmez hale gelmiştir. Bugün ülkede yasaklanmamış bir şey kalmamış gibidir. Türkiye adeta bir yasaklar ülkesi olmuştur.

Toplumsal muhalefetin gelişmesini engelleyememenin çaresizliği, zaten kırıntısı dahi kalmamış olan özgürlüklerin de çokta rafa kaldırılmış. Ve ilginçtir ki, bu “reform” maskesi altında hak ve özgürlüklerin genişletilmesi gibi sunulmak isteniyor, “demokrasi” ambalaj içinde gündeme getirilmek isteniyor. Oysa açık olan bir gerçek var ki, ülkemizde hak ve özgürlükler mücadeleyle kazanılan mevziler olarak korunabildiği ölçüde kullanılabilmektedir.

İktidarın “reform” oyunu, daha şimdiden geniş kesimlerin tepkisini çekmiş durumdadır. Özgürlükleri genişletme adına yasakları aynen koruma ve hatta daha da genişletme, korona virüsü bahanesiyle … adına faşistleri, ceteleri, tecavüzcüleri salıverip, devrimcileri daha uzun süre içerde tutma, ülkeyi adeta duvarları yasaklarla örülmüş bir hapishaneye çevirme, yasadışı uygulamaları, yasalarla özgürleştirme, siyasi iktidarın yapacağı “reformların özetidir. “Demokrasi” beklentisi içinde olanların, yapılan “reformlar”ın içinden çıka çıka yeni yasakların çıkması karşısında, bir hayal kırıklığı yaşamaları doğaldır.

Türkiye’de egemen sınıfların “demokrasi”yi getirebileceğini sananların kaçınılmaz olarak yaşayacağı hayal kırıklığıdır bu. Özgürlükleri burjuvaziden bekleyenler ve ülke gerçeğini kavramaktan uzak olanlar için, bu tür “sürprizler” her zaman kaçınılmazdır.

Bugün iktidar, emrindeki güçlere, devrimcilere ve halka yönelik anti-demokratik uygulamaları “yasallaştırarak” güvence vermiş, onları sınırsız yetkiyle donatmıştır. Bunlara, “Korkmayın, tutuklama ve yargılanma yok, cezalandırılmayacaksınız, gerektiğinde bile mahkemeler boyunca tutuksuz yargılanacaksınız” demiştir. Fiilen kullanılan “anti-demokratik” uygulamaların tümü şimdi yasal statüye kavuşmuştur. Bundan böyle kimse yasalara dayanarak uğradığı haksızlıklar karşısında “Bana bunu yapmaya hakkınız yok.” diyemeyecektir.

Faşist sistem ve onun iktidarın anti-demokratik uygulamaları gerçekleştirenlere, “her istediğini yapabilirsin” demesi, halk muhalefetini kontrol edememesi, inisiyatifini yitirmesi, yönetemez hale gelmesinin ürünüdür. Bir geriye gidiştir söz konusu olan. Demokrasicilik oyunu her ne kadar sürdürülmeye çalışılmışsa da artık o da işe yaramamaktadır. Çaresizlik, sistemi sürdüre bilmeleri icin yeni baskı tedbirlerine yönelmeyi zorunlu kılıyor.

Bu uygulamalar “demokrasi” görüntüsüyle hiç uyuşmasa da, toplumsal muhalefeti sindirmek, nötralize edebilmek, gelişmeyi durdurabilmek için başka yol bulunamıyor.

Bugün Türkiye, iktidarın yönetmekte güçlük çektiği bir ülke haline gelmiştir.

Kitleler zapturapt altına alınamıyor artık. Haklarını aramak için harekete geçebiliyorlar. Toplumsal hareketlilik hemen her kesime yayılmıştır. Oysa iktidar, herkesin sustuğu, kimsenin muhalefet etmediği, konuşmadığı, oturup kalkıp kendisine hizmet etmekten başka bir şey düşünmediği, haksızlıklara karşı sessizce boyun eğdiği, verilene razı geldiği bir Türkiye istiyor. Adeta padişahlık dönemi gibi… Padişah ve tebaasından ibaret bir ülkedir özlenen.

Halk, mutlak otoriteye kayıtsız şartsız boyun eğecek, sesini çıkarmayacak, haklarını aramayacak! “terör” suçlaması arkasında yatan özlem budur. Bu söylemler ve uygulamalarla, olağanüstü̈ hal uygulamasının fiilen tüm ülkeye yayıldığını söylemek hiç de yanlış değildir. Demokrasicilik oyunu içinde bir faşist dikta rejimi sürdürülmek isteniyor.

Bu uygulamalarla, yüz binlerce insanı terör suçlusu ilan edip cezalandırmayı amaçlamıyor. Buna imkânı da yoktur. Amaçlanan, toplumsal sisteme karşı mücadele etmeyi “riskli bir iş haline getirmek, insanlarda “cezalandırılabileceği” korkusu yaratmaktır. Bugün pratikteki uygulamalara “yasallık” maskesi geçirilmesi ve yasakların yaygınlaşması bu yüzdendir.

Ama sömürüye, yoksulluğa ve haksızlıklara karşı direnmeyi, hakkını aramayı, mücadele etmeyi yasaklayarak milyonları zincire vurabileceğini ve böylece düzenin istikrarını sağlayabileceğini düşünenler yanılıyorlar. Kitleleri harekete geçiren nedenler var oldukça, toplumsal mücadeleler de bitmeyecektir.

Türkiye’de sınıf çelişkileri, toplumsal dinamikleri harekete geçirecek derinliktedir ve iktidarın bu çelişkileri yumuşatabilme olanakları ve gücü yoktur. Bu yüzden alınan önlemler, yapılan bu saldırılar geçici olmaktan öteye gidemiyor. İlk andaki etki, kısa süre sonra yok oluyor. Ve kitleler önlerine dikilen yasakları bir bir aşarak harekete geçiyorlar.

İktidarın umudunu “terör“demagojisi ve baskı yasalarına bağlaması, çareyi şiddeti artırmakta ve yasakları genişletmekte araması, aynı zamanda içinde bulunduğu açmazın da ürünüdür. Türkiye’de toplumsal uyanışın ve mücadelenin gelişme hızı, alınan her önlemi etkisiz hale getirecek bir ivme kazanmaktadır hızla.

Kitleler yasakları aşacak yollar, yöntemler buluyor ve geliştiriyor. Örneğin 12 Eylül’ün anti-demokratik uygulamalarından olan grev yapmanın adeta imkânsız hale getirilmesinin kırılması çok uzun sürmedi. Bugün yaşananlar bu gerçeği ortaya seriyor. Her türlü eylemi yasaklanan işçiler sokağa çıkıyor, hakini arıyor. YÖK cenderesine sokulan gençlik, yeniden ayağa kalktı. Yasaklara ve çeşitli baskı yöntemlerine umut bağlayanlar, bunların kısa süre sonra bir işe yaramadığını görecektir. İnsanların beyinlerine pranga vurulamadığı sürece yasakların aşılması engellenemez. Beyinlerin prangası “korku”dur. Bu gerçek biliniyor bunun içinde korku duvarının oluşturulması amaçlanıyor. Ancak, Türkiye’de kitleler korku duvarını hızla aşıyor; o duvarı yeniden örmek de artık öyle kolay değildir.

İktidarın baskı yöntemlerini yaygınlaştırması, toplumsal muhalefetin ve hak arama mücadelesinin meşru temelini güçlendirmekten başka bir işlev görmeyecektir. Bu uygulamaları “yasallaştıranlar” halkın nezdinde devrimci tavırların da “yasallığa” sahip olacağını, baskıya ve her türden haksızlığa karşı kendi adaletini temsil edeceğini unutmamalıdır.

2 Şubat 2021

Önceki İçerikDün, bugün ve yarın… Daima direneceğiz!
Sonraki İçerikOcak ayında 23 kadın erkekler tarafından katledildi