Eşme Ruhu: Bu kavramı son Newroz bildirisinde Öcalan kullandı.
Kavram bir dizi tartışmaya yol açtı. Ancak bu kavramın da bundan önceki Newroz bildirisinde yer alan “İslam Birliği” kavramı gibi açtığı tartışmaların ardından sönüp gideceği ve bir daha dillendirilmeyeceği yüksek bir ihtimaldir.
Öcalan’ın siyaset tarzı gereği bunu söylemek mümkün. “Apocu siyaset tarzı” olarak Kürt devriminin literatüründe kavramlaştırılan bu tarz, sömürge insanının sömürge koşullarında kendini var etme özenini, hassasiyetini öne çıkarıyor. Bu içeriğin karmaşık ve 9 Ekim sürecinin kanıtladığı gibi her şekilde doğru olmadığı anlaşılan reel politiker uygulamaları ise kendisi egemen ulusun solcusu olan ve bu sosyal konumlanış itibariyle iradi egemenliği siyasetinin temel ekseni kılan Türkiye solcusu tarafından hem anlaşılamıyor, hem de hoş karşılanmıyor. Apocu siyaset tarzı Türkiye solcusu gibi akıntıya karşı yüzmektense akıntı içinde kendine derivasyon kanalları açarak ilerlemeyi esas alıyor. Bu nedenle Kürt devrim tarihi ardıcıl birikimlerden, Türkiye devrim tarihi ise kırılmalardan oluşuyor. Birikim hiç kırılmaz mı ya da kırılmaların birikimi olmaz mı gibi bir tartışma bu yazının konusu değil. Konu anti sömürgeci bir mücadelenin sömürgeci koşullarda kendine yol arayışı.
Kürt Özgürlük Hareketi, 2012’den beri “dördüncü stratejik dönem” tanımıyla “devrimci halk savaşı” taktiğini özgürleşme sürecinin her kritik tıkanma momentinde ileri sürebilecek bir yeniden üretim döngüsü içinde geliştirirken Öcalan 93’ten beri kendi tarzını sürdürmeyi esas alıyor.
Kürt devriminin özellikle İmralı’da “devlet heyeti” ile görüşmelerin başladığı süreçten beri geliştirdiği önderlik tandemi bu tarz ikili bir siyasal çizginin sürdürülmesine imkân sağlıyor ve mücadele bu özellikleriyle oldukça da başarı sağlıyor.
Ve bu çerçevenin bir özeti itibariyle, tıpkı “İslam Birliği” kavramı gibi “Eşme Ruhu” kavramının da üzerindeki tartışmalar gereği bir daha kavramsal düzeyde gündeme gelmesinin pek olanaklı görünmediğini söylemek mümkündür. Hele ki konuya hükümet ve ordu çevrelerinin tepkiyle yaklaştığı koşullarda.
Burada konunun bir diğer boyutu karşımıza çıkıyor. Böylesi farklı karakterdeki iki siyasal tarzın birbiriyle uyumlandırılması kuşkusuz oldukça büyük riskler de taşıyor. Bu risklerin en başında Öcalan’ın üçüncü döneme ait söylem ve önermeleri üzerinden işbirlikçi Kürt burjuvazisinin zaman zaman mücadeleye öncülük etme imkânı bulması ve ideolojik ve siyasal paradigmaları kendine göre tanımlayarak gündemleştirmeye kalkması geliyor. Çözüm sürecini “ille de barış” darlığına oturtması, diplomasiyi bir teslimiyet ve işbirliği kurumu gibi işletmek hemen söylenebilecek stratejik risk konuları. Bu konu o kadar tehlikeli bir meşruiyet içindedir ki, Öcalan’ın siyasal kesinlikler sağlanmadan attığı kimi adımlara yönelik özeleştiri girişimi, olmayan siyasal kesinlikleri varmış gibi propaganda edip derinleştirerek siyaset üreten Kürt sivil siyaset temsilcilerinde hiçbir karşılık bulamamıştır. Örneğin bir röportajda bu konuda fikri sorulan Remzi Kartal özeleştiri gereğini gerillaya yükleyerek bu yükümlülükten kolayca sıyrılabilmiştir.
İşte “Eşme Ruhu” kavramı da bu tür bir risk konusu oluşturdu.
Eşme’de olan neydi? TC’nin Amerika’nın zorlamasıyla, örneğin Musul’da, IŞİD’e karşı girişmesi muhtemel saha operasyonlarına karşı, Suriye’de uluslararası anlaşmalarla TC toprağı ilan edilmiş bir dini üniteyi, TC sınırları yakınına çekerek güvence alma isteğiyle taşımasına YPG güçlerinin eskortluk etmesiydi.
Peşmergeye koridor açmasından sonra TC’nin böyle bir isteğine karşı olumlu yaklaşmak elbette savaşın bir gereği idi. Buna ne taktik ne de ilkesel düzeyde karşı çıkmak mümkün değildir. Örneğin Tıkrit’te İran ve Amerikan ordusu işbirliği ya da Kobane savunmasında, Bayık’ın ifadesiyle “Amerika’yla ittifak ediliyor” olması mümkündür. Hele ki Ortadoğu gibi karşıtlıkların ve dostlukların aynı düzlemde ve girift olarak yaşandığı bir coğrafyada iyice mümkündür.
Ama bu taktik işbirliğini bir “ruh” çerçevesinde TC ile ilişkilerin temel yönelimi kılarsanız, işte o zaman işin rengi değişir. TSK’nın ve hükümetin YPG’nin yardımını almış olmak gibi bir acze düşmüş olmalarını inkâr için geliştirdikleri argümanlara Kürt sivil siyasetinden verilen cevaplar bu işbirliğini kalıcı bir çerçevede görmeye dayandırılıyor. Oysa siyasal çerçevede yapılan iş, yabancı bir ülkenin kendinize ya da başka bir ülkeye ait bir alana askeri olarak müdahale etmesine yol vermek ve bu müdahalede onunla işbirliği yapmak anlamına gelmektedir. Somutça TC sömürgeciliğini Kürdistan’a ya da Suriye’ye taşımaktır. Bu maddi ilişkiyi taktik olmaktan çıkarıp bir genel yönelim ve motivasyon tanımı altında bir ruha kavuşturmaya kalkığınızda konu stratejik olur. Hayırlı olmaz. Özgürlükçü bir çizginin sömürgeciliğin taşıyıcısı olması söz konusu olamaz.
Nasıl ki “Kobane Ruhu” kavramı, direniş sürecinde Amerika’yla yardımlaşmayı içermez, içeremez ise Eşme’deki taktik bir manevraya “ruh” katmaya çalışmak Kürt devriminin özgürlükçü ruhunda aşınmayı gerektirir.
Gezi Haziranı’na, 6-7 Ekim serhildanına provokasyon olarak bakan işbirlikçi Kürt burjuvazisi ve ona yanaşık Türk liberal solcularının yapmaya çalıştığı budur.
Zaten bizim bütün bu satırlardaki amacımız da, esas olarak Kürt sivil siyasetine yanaşık Türkiyeli solcuları uyarmaktır.
Yoksa Kürt özgürlük savaşçılarının mücadelenin bu tür likidasyonlarına müsaade etmeyecekleri kesindir.
29 Mart 2015