ERDOĞAN’IN MECBURİYETİ VE GÜÇLÜ BİR OLASILIK
Adeta bir cenderede sıkışmış sultanımız. Sahip olduğu onca güce rağmen herhalde kimsecikler şuanda onun yerinde olmak istemezdi. İçeride, dışarıda, sağda, solda ne kadar rakibi ve düşmanı varsa onu yerinden etmek için yanıp tutuşuyor. Etkisi ve hakimiyeti sınırlanan kemalist cenah (Ergenekoncu, ulusalcı askeri-sivil bürokrasi), Tusiad, Gülen cemaati, Türkiyeli devrimci-sol güçler, Kürtler, Aleviler, kadın örgütleri vb muhalif çevreler içeride; Irak, Suriye, İran, Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkeler ise dışarda…
Erdoğan için mesele yalnızca ülke yönetimindeki ağırlığını kaybetmek, iktidarını paylaşmak zorunda kalmak olsaydı o denli hayatiyet arz etmezdi bu sorun. Önceki başbakanlar, cumhurbaşkanları koltuklarını nasıl terkettilerse, o da terkederdi. Fakat onun özelinde durum faklı; işin sonunda Adnan Menderes’in başına gelen akıbetin daha da beterini yaşama ihtimali var. Erdoğan’ı, kimilerine “akıldışı” gelen faşizan adımlar atmaya zorlayan şey bu ihtimalidir. Seçenekleri tükenmiştir ve ona mecburiyeti yön vermektedir.
Üzeri örtülmesi olanaksız devasa yolsuzlukları, en gerici 12 Eylül yasalarından da gerici faşist uygulamaları, katliamları, zorbalıkları, muhafazakar çevresiyle birlikte devlete yerleşme doğrultusundaki tasfiye hamlelerini O.doğu’da Işıd gibi gerici güçleri besleyip, kollayıp yönlendirmesini ve daha nicelerini birilerinin kendisi aleyhine kullanacağını Erdoğan ve şürekası çok iyi bilmektedir. Onu tepelemek için fırsat kollayanlar hiç de az değildir. Dolayısıyla Erdoğan, kendi açısından iktidarını en ufak bir zaafiyete meydan vermeyecek şekilde koruma zorunluluğunu hissetmektedir.
1 Kasım seçimlerine bu perspektifle yüklendiğini görmek için siyaset uzmanı olmaya gerek yok. Sadece seçimlere değil, iktidar gücünü korumak bağlamında bütün siyasal alana aynı perspektifle yaklaşıyor.
1 Kasım’da seçim olur mu yoksa ertelenir mi? Olursa Akp tek başına hükümet kuracak vekil çoğunluğuna ulaşır mı, yoksa koalisyon hükümetine mi gidilir? vs. vs.
Bu ve benzeri sandık eksenli ihtimallerden her birinin gerçekleşme olasılığı vardır. Fakat bunlar ayrı konu. Asıl üzerinde durmamız gereken şey Erdoğan’ın biçimsel haliyle dahi en geri noktaya ittiği “parlementer demokrasi”(!)yi rafa kaldırma ihtimalidir.
Seçeneksizliğin devleti mecburi istikamete yönlendirdiğini söylemiştik. Bu açıdan Erdoğan’ı kötü bir akıbetten (şimdilik) kurtaracak iki yol vardır. Birincisi, en azından Akp’nin seçimlerde tek başına hükümet kuracak çoğunluğa ulaşmasıdır. Hiç değilse bu sayede dört sene daha belli bir manevra imkanını elinde tutabilecektir. Ya sandıktan hüsranla çıkarsa? İkinci yol burada karşılık buluyor. Eğer istenen sonuç elde edilemezse mevcut savaş daha da tırmandırılır; başkanlık sisteminin fiilen yerleşmesinin şartları oluşturulur. Kimileri buna “darbe dinamiğinin işletilmesi” diyor.
Tırmandırılacak iç savaş sayesinde Erdoğan, pozitif hukukun sağlayamadığı iktidar imkanına, güvenlik zırhına “doğal hukuk” (orman kanunları) yoluyla kavuşur. Erdoğan’ın süregelen pratiğine baktığımızda, kendisini bu ihtimale göre de hazırladığını anlayabiliyoruz. Kendine oy veren kitleleri militanlaştıran retoriği, geriye kalanları dıştalayan söylemleri, yeni çıkarılan iç güvenlik yasalarının da ötesinde askere, polise, vali, kaymakamlara geniş yetkiler tanıması, işçi grevlerine, çevreci eylemlere ve hatta en cılız basın açıklamalarına dahi saldırması, medyaya dönük baskısı başka nasıl açıklanabilir ki? Hatta bütün bunlar bir yana, sadece Kürdistan’daki savaşın yürütülüş biçimi dahi gerçek niyetleri ele vermektedir. Kadın gerillanın naaşının çırıl çıplak teşhiri, akrep aracında sürüklenen cenazeler, bunların görüntülerinin faillerce medyaya servis edilmesi, şehitliklere yönelik devlet saldırıları vb. yığınla örneğin her biri başlı başına isyan sebebi olan kışkırtıcı pratikler, Erdoğan ve şürekasının ciddi bir iç savaşı kendi paçalarını kurtarmak için bahane edecekleri izlenimini vermektedir. “Savaş istiyoruz” diye bağırmaktalar.
Devletin savaş birliklerinin teşhirci faşistliğinin bir başka anlamı daha olduğunu düşünmek gerekir. Katillere koruma güvencesi çoktan verilmiştir. Böylece, özellikle Kürdistan’da planlanan ve işlenen suçlar üzerinden silahlı devlet güçleri ile Erdoğan iktidarı kader birliği yapmışlardır. Ayrıca, şuanda aktif olarak kullanılan devletin silahlı güçlerinin, seçim sonrasında oluşması muhtemel fiili başkanlık sisteminin asli muhafızları olarak hazırlandıkları da söylenebilir.
Sol’un, Devrimcilerin Durumu:
Yukarıda yazılanları görmek için allame-i cihan olmak gerekmiyor elbette. Benzer ihtimallerden çokça bahsedenler var. Ancak şu soruyu soran pek yok gibi: Acaba savaşın tırmanmasını bahane ederek fiili başkanlığını pekiştirmekten Erdoğan’ı alıkoyacak bir engel var mı? (Egemen cenahın kendi içindeki müdahale olasılıklarını geçelim.) Sol’dan, bu ihtimale değindikten sonra halk muhalefetinin, sokağın harekete geçerek direnç oluşturacağını söyleyenler var, “Erdoğan diktasına geçit vermeyeceğiz” diyenler az değil. Elbette böylesi iddialarda bulunmak propagandif anlamda da olsa gereklidir. Ne olursa olsun diş göstermek, zulme boyun eğilmeyeceği şeklindeki irade beyanı önemlidir.
Ancak sol güçlerin mevcut hali, mücadele anlayışı ve edilgen tarzıyla çıtası yükselen faşizme gerekli karşılığı verebileceğini söylemek hayli güç. Demokratik eylemlerde dahi polis karşısında kararlı duruş sergilemeyen, örneğin linç gruplarının Hdp’ye dönük saldırılarına bir-iki istisna dışında Batı’da hiç bir direnç gösteremeyen devrimci-sol güçlerin Erdoğan diktasına göğüs gerebileceğini beklemek ham hayalcilik olur. Bunu yapabilseydi, şimdiye kadarki “gerilimi arttırma” politikasına karşı yapardı. Gerçekliğimiz budur, görmezden gelemeyiz.
Dolayısıyla herşeyden önce devrimci, sol güçler ciddi olmalı, gerçeklikle olan ilişkisini gözden gözden geçirerek özeleştirel bir yenilenme ile kendisini “zor” koşullarına göre hazırlamalıdır. Direnişe vurgu yapan irade beyanı bunu gerektirir.
Cemal BOZKURT
10 Ekim 2015
NOT: Bu satırların yazıldığı esnada Ankara’da Demokratik kitle örgütleri öncülüğünde yapılmak istenen Barış Mitingi’ne yönelik canlı bomba eylemi gerçekleştiğini haber kanallarından öğrendim. PKK’nin eylemsizlik kararına devletin bu eylemle cevap verdiğini görüyoruz. Bu alçakça saldırıyı, yukarıda belirtmeye çalıştıklarımız ekseninde düşünmek yanlış olmayacaktır.