Devrimcilik en özlü tanımı ile ol­maz­­ları olur kılma iradesidir…

Her geçen gün derinleşen ekonomik-siyasal krize rağmen, sömürü ve zorbalık düzenine muhalif devrimci önderlik görevini yerine getirememesi, güçlerinin dağınıklığı ve sesinin cılızlığı hemen hemen herkesin dikkatini çeken bir olgu.

 

Bir avuç hırsızın, katilin, ömrünü biraz daha uzatmasına fırsat tanıyan bizlerin eksik ve yetersizliğinin sonucu olduğu bir gerçektir. Bu mutlu azınlık toplumu adeta teslim almış, sindirmiş herkese saldırıyor, katlediyor, tehdit ediyor. Ama giderek daha da belirginleşen açmazına, çürümüşlüğüne ve emekçilerin içten içe öfkesinin her gün bir kat daha artmasına yol açan halk düşmanlığına rağmen, örgütlü ve güçlü bir direnişle, mücadeleyle karşılaşmayışının nedenlerini bularak çözme görevi yine tüm yakıcılığı ile kar­şımızda duruyor.

 

Sorunu bir başka şekilde koyarsak; emekçi halkların sömürü ve zorbalıklar karşısında taşma, patlama noktasına kadar biriken öfke ise, emekçi sınıfların iktidarını adım adım, mevzi mevzi örecek kapasiteye sahip olmasına rağmen mi bu böyledir? Ya da düzene alternatif bir gücü her yönü ile temsil etmemize rağmen, sonuç alıcı adımlar atılmasının önündeki engel her yanıyla tel tel dökülen bu düzen midir?

 

Bu ülkede emekten yana olup hayatın gerçekliğini soluyan hiç kimsenin bu sorulara olumlu yanıtlar vermesi mümkün değildir. Çünkü işçisinden memuruna, köylüsünden küçük esnafına, öğrencisine, kadınlara kadar hiç kimse yarından umutlu değil. Çünkü geleceğe ilişkin umut sahibi olmak bir yana, yarını konusunda fikir sahibi olmayanların gittikçe çoğaldığı bir süreçte yaşıyoruz. İliklerine kadar çürüyen oligarşi AKP süreciyle birlikte adım adım yaratmaya giriştiği apolitik insan tipini günü birlik yaşama koşullandırmayı başardı. Hala da apolitik, seviyesiz ve alabildiğine yoz bir yaşam tarzını tüm olanaklarını seferber ederek körüklemeyi sürdürüyor.

 

Kuşkusuz, ekonomik, politik, ideolojik anlamda düzeni sorgulayan insanlar yok değil. Ancak bu güçler ciddi bir potansiyel oluştursalar da, örgütsüzlük, perspektifsizlik nedeniyle etkin ve belirleyici bir rol oynamaktan uzaklar.

 

Fabrikalarda, okullarda, işyerlerinde, evlerde, yolculuk et­tiğimiz taşıtlarda eskiden belirsizliğe, geleceksizliğe mahkûm edilmeye duyulan müthiş bir öfkeye tanık oluyorduk. Şimdi sinmişlik, korku herkesin bir birinden çekindiği, şüpheyle baktığı bir ruh hali hakim. Bir dokun, bin ah işit misali, yaşamın her cephesinde bitip tükenmeyen sorunlarla, işsizlik, eğitim, barınma, sağlık vb. sorunlarıyla boğuşmanın yarattığı bir isyan vardı. Bu koşullar altında hırpalanan, çaresizliğe itilen, çıkar yol bulamayıp bunalımdan bunalıma sürüklenen bir halk gerçeği ile karşı karşıyayız bugün.

 

Halk kitlelerini ken­di­­sine ve eme­ğine yabancılaştıracak, esir alacak tu­zaklar kurulu­yor. Ve bu tuzaklar dostluk ve kar­deşlik duy­gu­larını güçlendirme­ye hizmet etmiyor, tarikatlardan, ko­­da­manların­dan mafya babalarına ka­­dar kanlı, kirli, kara paranın hük­mettiği, dön­dü­ğü bir çarkla gençleri, kit­­le­leri u­yuş­­turuluyor. Vatan millet edebiyatı –demagojisiyle-insanla­rın falçata­lar­­la, palalarla, döner bıçaklarıyla dö­vüşmesine, birbirini bo­ğazlaması­­na, linç edilmesi, canlı canlı yakılmasına neden olacak kadar ö­zendiriliyor.

 

İkinci milli kurtuluş savaş, vatan millet demagojisiyle, sokaklara saldığı itleri, devşirme ve yandaş medyasıyla adeta nefret, kin kusuyorlar. Kendisine Kürt halkını temel düşman ve her türlü saldırıyı hak eden olarak empoze ediyor. Yandaş medya da Kürtler Kürt seçilmişleri, Aleviler, farklı yaşamların ve inançlar hakkında fetvalar veriyorlar, çetelerine linç emirleri yağdırılıyor. Orta sınıf dediğimiz, laikler, akademisyenler, liberaller, herkes bu saldırı dalgası karşısında durup direnme, yaşamına sahip çıkma yerine imkânı olanlar ülkeyi terk ediyor. Diğer yanda Kürde düşmanlık geçer akçe olmuş, bu iktidara yaşananlara “muhalif” olduğunu söyleyen bir çok kesim sistemin açık hedefi olamamak için ve ağır basan şövenist yanları nedeniyle Kürde düşmanlıktan da geri kalmıyor, bundan bir rahatsızlık duymuyor.

 

Tüm televizyon kanallarında, ö­zel­likle son günlerde sıkça rastlanan “masumane” yarışma programla­rı­­nın tümünde her fırsatta ırkçılık, sövenizim kini kusuluyor.

 

Peki, insanı insana, emeğine ya­ban­­cılaştıran bu tablo nasıl değişe­cek? Günlük hayatta olumsuz et­kileri ile dolaysız biçimde hemen her­­kesin karşılaştığı bu somut ger­­çekliği kimler değiştirecek? Yakıcı ve çözüm bekleyen sorular işte bun­lardır.

 

Oligarşinin planlı, bilinçli bir şekilde ü­ret­tiği suni gün­­­­­demini a­şıp geçerek, e­mekçi halkların gerçek gün­demini be­lir­leyen, olgu­­ları alternatif tarzda ele alıp çözmesi gere­ken devrim­­ci­­lere bu tarih­­sel kesitte çok cid­di sorumluluk­lar düştüğü aç­ıktır.

 

Öncelikle, mev­cut tablo­yu­ değiştirebilmenin yolu, oligarşinin ken­di sınıf çıkarlarını dayatılma poli­tikalarına karşı, ezilen halkların çı­karlarını temsil edecek, ideolojik-siyasal-kültürel anlamda sınıf tavrını soyutlayacak olan örgütlülüğün, ha­yatın her alanında kendini hissettirecek bir düzeye ulaşmasından ge­çiyor.

 

Yenilgi psikolojisinin düzene ye­­deklenmeye kadar götürülmek is­ten­diği, yılgınlığın ve teslimiyetin çe­şitli yöntem ve kanallarla neredeyse toplumun tüm kesimlerine taşındı, koşulları hazırlandı. Bütün bu en­­gel­­leri aşmak kuşkusuz kolay ol­mayacaktır. Yaşanan erozyonu, da­ha da pekiştirilmek istenen gü­ven­­sizliği ve ufuklardaki daralmayı he­sa­­ba katmayan bir devrimciliğin ye­ni yeni hayal kırıklıkları yaratmak­­tan öteye gidemeyeceği bilinmek zo­run­dadır. Nesnel durumu yok say­ma­­dan, görmezden gelmeden, ama bu nes­nelliğe teslim olmadan, bi­linçli bir çabayla onu değiştirmeye çalışmalıyız. İdeolojik-siyasal netli­ğe sa­hip olmayan, mücadelenin can­­lan­­dırı­lıp yükseltilmesi doğrultusunda ge­­rekli adımları atamayanların bu yol­­­­da iste­nen mesafeyi alması da müm­­­kün değildir.

 

Bir çırpıda yerine getirilemeye­cek kadar zorlu görevlerle karşı kar­şıya olduğumuz gerçeği bilince çı­karıl­­ma­dan, bir sistematiğe sahip ol­ma­yan, süreklilik göstermeyen yaklaşımlarla, basit ve sonuç almaktan u­zak müdahalelerle üzerinde güçlü a­tı­lım­ların yükseleceği temel inşa e­di­­le­mez.

 

Devrimciliğin iman gücü ile ele a­lın­­dığı, ömür törpüsü olarak görüldü­­ğü, kolektif, üretken bir mecraya a­­kıtılamadığı koşullarda, ağırlaşmış bir zeminde, değil koşmak, adım at­­mak, yürümek dahi çok zordur.

 

Tozun dumana karıştığı, gözün gö­zü görmez olduğu bir ortamda ve kuşatıl­mış­­lığa rağmen çevremizdeki po­­tan­­si­­yeli görebilmek, en basitin­den en önemlisine bütün olanakla­rın, ilişkilerin farkına varabilmek ön­celikle doğru bir perspektife sahip ol­ma­ya ve gö­rüş alanımızı genişlet­meye bağlıdır.

 

Bu ise kapkaranlık bir yolda dahi yo­lumuzu aydınlatarak yürümemize o­lanak tanıyacak, önümüze ışık tu­ta­cak devrimci ideolojinin, Mark­­sizm-Leninizm’in kav­ran­­ma­­sına bağ­lıdır.

 

Günlük heyecanlara, gelişmelere endeksli, gel-gitleri sıklaşan devrim­­ciliğin yoksun olduğu da budur.

 

Bizleri geleceğe taşıyacak, sos­yalizm umudunu canlı tutacak di­na­­miklerle buluşma ve bütünleş­me ze­­mininin giderek güçleneceği, sağ­­lam te­meller atmaya uygun koşul­­la­rın şekillendiği derli toplu bir tarzda gö­rev ve sorumluğu yerine getirmektir.

 

Bu anlamda mücadeleye katkı sağ­­lamayan, devrimci yaşama ait ol­­ma­­yan, üzerimizde yabancı ve eğreti du­­ran yanlarımızdan süratle kurtul­­mak zorundayız.

 

Umut ve beklentilerini açıkça ifa­de eden insanlarımız da, yeni yeni bu­­luştuğumuz insanlar da önderlik görevi yerine getirilmesine bağ­lı olarak dikkate değer adımlar a­­ta­biliyorlar. Bu adımların sıklaşma­­s­­ının bizim performansımızla doğ­­rudan bağlantılı olduğu, çabaları­­mız­­la paralellik arz edeceği bir an bi­­le akıldan çıkarılmamalıdır.

 

Emek harcanmadan elde edile­­cek hiçbir şeyin gerçek anlamda bir de­ğer taşımayacağına inanıyorsak; baş­kalarının emekleri üzerinden ken­­­di­mizi yenileyemeyeceğimizi, ge­leceği öremeyeceğimizi biliyorsak tüm yaşamımızı buna uygun düzen­le­meliyiz. Emek verildiğinde, kafa yo­­­rulduğunda bugün önümüzde a­şıl­maz görünen engellerin kolayca aşılabildiğini de görürüz.

 

Düşüncede ve ey­lem­de, prog­ram­da ve taktikte, üre­tim­­de ve de­ğerlendirmede daha faz­la yoğun­la­­şan beyinlere ihtiyacımız ol­duğu­nun, olacağının altını çizmek zo­run­dayız.

 

Doğru yerde ve zamanda inisi­­yatif geliştiren, sahiplenen, Devrimci mücadele yeteneğini na­sıl daha fazla artırabilirim düşünce­sine kafa yoran, yaşa­mını bu dü­şün­­ce­­ye uy­gun olarak biçimleyen insan­­lara ihtiyacımız var.

 

Bugün, Devrimci mücadelenin, biz­den beklenenlere cevap olabiliyor muyuz sorusunu daha ciddi biçimde ken­­dimize sormanın tam zamanıdır. Görev ve sorumlu­­luk­­larımızı ne kadar yerine getiri­­yo­­ruz, ne öğreniyoruz ve ne öğretiyo­­ruz? Gelişmelere, çalışmalara olum­­suz etkimiz, ya da katkımız ne bo­­yut­­tadır? Programımız nedir? Ö­nü­müze hangi hedefleri koyduk ve bun­ların hangilerini yerine getirdik? Ne­rede ve niçin başarısız olduk?

 

Bu ve benzeri soruları her gün ve daha da çoğaltarak kendimize sor­ma­­lıyız. Bütün bu soruların öncelikle ken­­di­mi­zi ikna edici cevaplarını bulmalı­­yız. Yaratıcı ve dönüştürücü yan­­la­rımızı geliştirmek için büyük bir çaba içerisine girmeliyiz.

 

İşin kolayına kaçmadan, bir e­mek­çinin sabrı ve becerisiyle eksik­liklerimizi, yanlışlarımızı onarmalı, ge­leceğe doğru, emin adımlarla yü­­rümenin heyecan ve güvenini tüm benliğimizde yaşamalıyız.

 

Devrimcilik en özlü tanımıyla olmazları olur kılma iradesidir. Bunun en güzel göstergesinin mihenk taşı pratiğin ta kendisidir. Bunun için eksik ve yetersizliklerimizi hızla gidererek, değişme, dönüşme, dönüştürme mücadelesine asılmalıyız. Yoksa bugün ülkenin ve halklarımızın içine çekilmek istendiği umutsuzluk, karamsarlık hepimizi kapsayacak, sarmalayacaktır.

 

Bunun için kendimizi eğitmeli, hata, eksik ve zaaflarımızdan arına­­rak değişip dönüşmeli ve var gücü­­müzle mücadeleye asılmalıyız.

 

Faşist diktatörlüğün oyununu bozmak bu karamsarlık, umutsuzluğu parçalamak biz devrimcilerin görev ve sorumluğu olduğunu bir an bile unutmamalıyız…

 

Değişmek, değiştirmek ve dönüştürmek geleceğe, yarınlara yanıt olmak bizlerin görev ve sorumluğu, olmazsa olmazımız olduğu gerçekliğiyle yaratılmak istenen, üzerimize örtülmeye çalışılan karanlığı parçalamak bizlerin görev ve sorumluğudur.

 

Unutmayalım ki onların gücü bizlerin zayıflığının sonucudur…

 

 

Şemdin Şimşir

12 Ocak 2017

Önceki İçerikFaşizmin katliamlarına karşı, Birleşik Devrimci Mücadelemizi her yerde yükseltelim
Sonraki İçerikHAYIR da HAYIR var mıdır?