Devrimci Yönelim mi, Yasalcılık mı?

Uzun zamandır Türkiye’de Başaklayan yeniden yenileme süreci 2015 seçimleriyle bir dönem sona ermesi ve sancılı yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Ancak gerek Türk hakım sınıfları gerekse emperyalist güçler bu dövüşte üçüncü bir güç istemiyorlar. Bunun içinde emanet oy vb söylemeleriyle HDP baskılanma altına alarak,  bu operasyonda Liberalizmın yedeğine çekmeye çalışmaktadır. Tabi ki bu çabayı sarf etmekle kalmayacak, baskı, tahrifatla, yalanla vb bunu örmeye çabasını yoğunlaştıracaktır…

 Bunu yapmaya çalışırken de Kürt özgürlük hareketini liberal restorasyona “değer” katması karşılığında “Türkiyeleşme” ve kültürel haklar vb çerçevesin de kısmı haklarla ikna çabası bunun manevralarını hızlandıracak. Yasalcılığı mekân tutan bunun aşamayan, asmak için ciddi bir çabada kaçınan yasalcı sol da buna aday ve hazır görünüyor. Bu ayni zamanda siyasette yeni bir kirlilik dalgasının yükselmesi demektir… Kitle mücadelesini yaratığı,  moral motivasyonun üzerinde geliştirmek, yükseltme momentinin böylesi bir tehlikeye kurban edilme riski hayli büyük.

Genel anlamıyla yasal olanaklarda faydalanmak, legaliteyi ihlal etme vb genel geçer doğrular. Bu alanların değerlendirilmesi ve geliştirilmesi de ve ekonomik-demokratik hakların kazanımı, asıl mücadele hattının nefes alması gibi birçok olumluğu taşımaktadır. Anacak bunun faydaları kadarda tehlikeleri de içmemektedir. Yukarıda kısaca ifade etmeye çalıştığımız, sistemin iç çatışmalarında birilerine yedeklenme ve destek gücü olma riski de gündemde.

Bunun yasalcılık, yada HDP vb partilerin oluşumların kitlelere, sınıf mücadelesine tek alternatif veya en doğru yolmuşçasına sunulması tehlikesine dikkat etmek ve bunun karşısında asıl temel mücadelede ısrarcı olmak önemli ve belirleyicidir. Devrim ve sosyalizm idesini taşıyorsak muhalif olmakla yetinen değil iktidara alternatif ve onu ala aşağı edecek olan mücadele ve M-L hattında ısrarcı olmakta geçer.

Bu bağlamda asıl konumuza gelecek olursak; Mücadele ve iktidar kavramı her şeyden önce yeni bir toplumsal dönü­şümün aracı olan örgütle -partiye- sürdürülecek bir olaydır. Mücadele, bir iktidar kav­gasıdır. Bir muhalefet olgusu değildir. Türkiye devrimci hareketinin önemli bir eksikliği iktidar bilincinden yoksun oluşudur. Adeta muhalefet olmak bir kader halindedir. Bir adım daha, bir adım daha fazla diyebilme cüretinden yoksundur. Düzeni rahatsız etmiyor. Korkulu rüya değil. Mücadele, var olma savaşına indirgenmiş haldedir. Bu çizgi aşılmadıkça, bir adım atılmadıkça, bu mücadeleyi militan, kadroların düşünce ufku, mücadeledeki rolleri de buna göre biçimlenecektir.

Peki devrimci örgütleri burjuva partilerden ve burjuvazinin iktidar-muha­lefet anlayışından farklı kılan nedir? Farklı kılacak olan, iktidar bilincinin her düzeyde yaşanması, burjuvazi karşısında ona alternatif bir iktidar olduğumuzu gös­termek, yaşamın her alanında hissettirmektir. Örgüt içi ilişkilerde de, en yukardan en aşağıya tüm insanların bu iktidar kavramının temel özneleri olduğunu bilince çıkaracak bir eğitimdir. Bunun bir ilişki ve yaşam tarzı olduğunu kav­ratmaktır.

Bu yüzdendir ki, yapılan politik değerlendirmeler, taktik ve pratik öner­meler, bu hedef ve amaçların gerçekleş­me­sine yönelik katılım yönü geliştirmektir.

Dünya devrimci hareketi çok kötü bir süreçte geçti/geçiyor. Yaşayacağımız her şeyi, ama her şeyi tüm olumsuzluklarıyla yaşadık. Bundan ötesi yok.

Biz, sorunumuzun can alıcı nokta­sından başlayarak, dinamiklerimizi hareketlendirerek, böyle bir kötü süreçte kurtulma becerisi gösteren bir devrimci hareket olmak. Böyle bir başarı, başka bir açıdan irdelenirken, bir deney olarak devrimci hareketlere örnek de olacaktır. Ancak bu deneyim, daha doğrusu bu yaşanan başarısızlığın altında yatan gerçek yeterince irdelen­mediği, taşımış olduğu tarihsel ve siyasal sonuç da görülmediği zaman yeni olumsuzluklarda kaçınılmaz olur. Oysa sorunun tarihsel ve siyasal boyutu üzerinde düşünmek, bunu pratik görünümlerle bütünlemek bizleri en doğru anlayışa götürecektir.

İşte öğrenme ve katılma çabamız, devrimciliğimiz bu noktada devreye girecektir. Elbette ki, en sıradan kadrodan, en yukarıya kadar, ciddi bir iç sorgulama ve muhasebe yapılmak zorundadır. Bunlar, bireysel düz­lemde yaşanacak olanlardır.

Devrimcilik her şeyden önce terbiyesi ve kültürü olan bir yaşam tarzıdır. Bu yaşam tarzının gerekleri içerisinde, hesap sorma, hesap alma, eleştirme, katılma, vb. bir dizi yol ve yöntem vardır. Ama bu yöntem, salt birileri için geçerli değildir. Birileri hep eleştiren, diğerleri de hep yapan ya da açıklamaya mecbur insanlar değildir.

Bu tarz basit ve yüzeysel yaklaşım biçimlerinden kurtulabilmek, her şeyden önce süreç ve yeni dönemin kavramlarının bilince çıkarılmasıyla mümkündür. Bu da bir anda olacak bir şey değildir. Süreç, eski alışkanlıklar, yaşam tarzı, düşünce tarzı ile mücadeleyle ilerleyecektir. İnsanlarımızın politik üretime yoğunlaşa­cakları, olay ve olguları devrimci muhte­vada irdeleyecekleri, katılım yönlerini arttıracakları bir tarzı yakalamaları, yeni dönem kavramını, nereden nereye sorusuna da açıklık getirerek anlamaları, devrimci harekete çok şey katacaktır.

Yok, oluşun değil, dirilmenin-var olmanın-üretmenin bilimsel ve siyasal boyutu incelendiğinde, bu gelişmenin taşımış olduğu devrimci potansiyel de değerlendirilmiş olacaktır. Bugün genel anlamda ve saflarımızda bu gelişmenin devrimci bir irdelenmesi henüz tam anlamıyla yerli yerine oturmuş değildir. Olmadığı gibi, kavrama ve katılma yönü de zayıftır. Kavramları, taşımış oldukları anlam ve içerikleriyle irdeleme, bilimsel temellere oturtma, saflarımızda bu bilinci geliştirme, kadro­ların katılım yönlerini arttırma, üretken ve müdahaleci kılma ihtiyacı bundan doğmaktadır.

Biz yeni süreç –dönem- kavramını, yukarda belirttiğimiz gibi, dar bir bakışla ele almıyoruz. Yeniden klasik anlamda bir örgütsel ilişkiye ve bu örgütsel ilişkinin gereklerini yerine getiren kurum ve organların ya­ratılmasına indirgemiyoruz.

Biz bir devrimi omuzlayacak, toplumsal dönüşümü sağlayacak bir örgütü, geçmişin tüm olumsuzluklarını aşmış, olumsuzluklarını yenmiş, kendini yeni biçimde, sosyalist ilişkiler üzerinde biçimlendirmiş, kolektivizm, katılım, üre­tim yanı mücadelede belirleyici özelliği olmuş bir örgütü esas alıyoruz. Bu örgüt her alanda, mevcut statükoyu kabulle­­nen değil, müdahaleci yönü ağır basan, de­ğiştirme, dönüştürme ve geliştirme dina­miğine sahip olmalıdır.

Bu örgüt, geçmişin siyaset yapma anlayışına son veren; günü kurtaran, günün ihtiyaçlarına cevap veren, düzenin yarattığı yapay gündemlere hapsolan popülist politikaları değil, kendi gündemini, sınıf mücadelesinin kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerine uygun program şekillendiren; sürüklenen değil, sürükleyen olmalıdır. Yeni sosyalist ilişkilerin ve sos­yalizmin savunucusu olmalıdır. Yenilen sosyalizmi sahiplenerek yeniden üreten olmalıdır.

Bu örgüt, potansiyel bir devrimciliğin hüküm sürdüğü, sınıf temeline oturmayan, sınıftan beslenmeyen, daha çok küçük burjuvaziden beszlenen, bunu bir zorunluluk olarak gören, kolaycılığı, günlük pragmatizmi çizgi haline getiren bir örgüt olmayacaktır.

Mahaller gündeme girdiği bir koşulda Mahaller keş­feden, işçiler protesto yürüyüşleriyle gündemde yer aldıklarında işçileri keşfeden, Kadınların gündeme girdiği bir koşulda kadınları keş­feden Aleviler gündeme geldiğinde Alevileri keşfeden, gerici islami kesimin gündeme girmesiyle, o gündemin peşinden giden, Kürtlerin ulusal müca­delesinin yükseldiği veya gerilediği bir dönemde ona göre politika belirleyen, yıllardır Türkiye solunun kadro kaynağı olan öğrenci gençliğin mücadelesi yükseldiğinde onun peşinde olan… Böyle bir örgütle şimdiden ayrım çizgimizi ortaya koyuyoruz.

Biz, sınıf mücadelesinin asli unsuru olacak gündemi, kendi gündemimizi mücade­lenin odağına oturtarak, bu gündemi besleyecek, bu gündemi güçlendirecek, sübjektif durumumuz elverdikçe, oluşacak gündemlere uygun politikalarla müdahale eden, yön veren bir örgüt olmalıyız. Aleviler de, gençlik de, mahallelerde ki da, Kürtler de, Kadınlarda, düzen karşıtı konumlanışlarıyla devrimci mücadelenin ana gündemini güçlendiren, besleyen güçlerdir. Tüm bunların sınıf müca­delesine uygun dü­zenlenişleri ve örgütlenmeye çekilmeleri, devrimci yapının sübjektif örgüt­lenmesiyle ilgili bir durumdur. Ne denirse den­sin, bugün Türkiye solunda, kendi gündemini belirlemiş, o gündeme uygun politika ve taktikleriyle mücadelede var olan bir örgüt yoktur.

Her alanda yaşanan bir kısırlık mevcuttur. Var olanı korumak, her şeyi var olmaya indirgemek, güncele yük­lenmeyi, popülist politikalar yürüt­meyi beraberinde getirir. Türkiye devrimci hareketinin politika, taktik ve mücadele anlayışında zengin ve kendini yeniden üreten şeyler yara­tamayışı, günün ihtiyaçlarına cevap veren politikalarından dolayıdır. Müdahaleci değil sürüklenen ve kendini buna endeksleyen zayıflığından­dır. Tüm yenilgi, darbe, çürüme, yozlaşma ve marjinalleşme durumuna karşın, hala bunların nedenlerine, niçinlerine cevap bulunamıyorsa, bulmak istenmiyorsa, bu cüretsizliğindendir. Kendine güvensizliğin­dendir. En olumsuz koşullarda bile durup, “ne durumdayım, ne yapıyo­rum” sorusunu sormak yerine, “bir şeyler yapmalıyım” güncelliğine hapsolmasındandır.

Burjuvazi bu gün kendini daha rahat ve korkusuz hissediyorsa, bu politikaların, bu güncelliğin önemli bir payı vardır. Aynı kısır döngü içinde sürdürülen bir müca­dele, yığınlarda mesafe, katılım yönünde güvensizlik yaratarak devrimci müca­deleyi besleyen kanalları tıkayıp, varılanı yozlaştırıyor. Çürümeyle baş başa bırakıyor.

Devrimci tüm yapılar da bu gerçeği gö­rüyor. Ancak bu durumu aşmanın yolunu, kendi zeminini yeniden değer­lendirmede, kendini yeniden üretmede değil, güncel politikaların üretilmesinde, çareyi burada aramada buluyor. Devrimci yapılar için handikap da burada başlıyor.

Yeni süreç, dönem, bu gerçeğin de gö­rülmesidir. Siyasal ve tarihsel misyo­nun kavranışıdır. Müdahaleci yanı ağır basan bir örgütlenme hedefidir. Güncele hapsolmayan, kendi gündemini yaratarak inatla ona göre mücadele çizgisini belirleyen bir örgütlenmedir.

Bu kavramın bilimselliği anlaşıldıkça, buna biçilen rol kavrandıkça, mevcut statükoları parçalama, değiştirme, geliştirme bilinci, kadroları güçlendirecek bir düzeye yükselecektir.

O yüzden biz varılmanın örgütünü değil, devrimin örgütünü yaratmayı hedef­leyen, bunun çok yönlü özelliklerini ve taşımış olduğu anlamı kavrayan ve ge­reklerini yerine getiren olmalıyız. Bu görev, mücadeleci yanı ağır basan bir görevdir. Bu bilinç ve bilgiyle kendimizi donatmalıyız. Zira öğrenme, bilinçlenme bizim en büyük silahımız olacaktır. Örgüt­lenmenin gelişmesine, üretkenliğine hizmet edecek, besleyecek onu gerilik­lerden, savrulmalardan kurtaracak tek silahtır.

Elbette öğrenme bir süreçtir. Biz öğ­renmeyi yaşamın içinde, zor­luklarımızı görerek, sorunlarımızı aşma becerisi göstererek, katılım gücümüzü arttıracağız. Yeni bir örgütlenmeye ulaşma zeminimiz her za­mankinden daha elverişlidir. Bu görevin tarihsel ve siyasal önemidir. Bu görev, bir anda, kısa bir bekleyişten sonra, hemen tamam­lanmasını isteyen bir küçük burjuva aceleciliğiyle değil, proleter sabrının taşımış olduğu emek süreciyle tamamlanacaktır…

Şemdin Şimşir

Haziran 2015

 

Önceki İçerikTEL EBYAD: YA SONRA?
Sonraki İçerikOLİGARŞİK BLOKUN YENİDEN YAPILANMA KRİZİ: MUZ CUMHURİYETİNE DOĞRU