Devrimci Önderlerimiz Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor!
“Tüm dünya halklarına selam olsun!..
Dünyanın kırlarında, dağlarında, varoşlarında, sokaklarında, fabrikalarında, okullarında özgürlük güneşine koşanlara selam olsun!..
Ve ant olsun!..
İşkence tezgahlarında, toplama kamplarında, darağaçlarında, duvar diplerinde esaret zincirlerini parçalayıp destanlar yaratan devrim savaşçılarına ve yoldaşlarımıza ant olsun!..
Ant olsun ki, düşenler unutulmayacak!..
Ant olsun ki, dökülen kan yerde kalmayacak!..
Ant olsun ki, elimizdeki bayrak düşmeyecek!..”
Kızıldere, emperyalizme, faşizme karşı mücadelenin ve siper yoldaşlığının adıdır…
Kızıldere, emperyalizme karşı işçi-emekçi halklarımızın direniş bayrağının yükseltildiği gündür. Kızıldere’de katledilen devrimciler yok edilememiş; kendilerinden sonraki kuşakların da yolunu aydınlatacak olan devrim ve sosyalizm meşalesini tutuşturmuşlardır. Onların yaktığı bu meşale, bugün hâlâ yolumuzu aydınlatmaktadır.
30 Mart 1972’de, Kızıldere’de, onlar; Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Ertan Saruhan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz ve Ahmet Atasoy, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarını engellemek amacıyla, NATO’ya bağlı Ünye Radar Üssü’nden, İngiliz emperyalizminin üç askerini kaçırdılar. On’lar bu yola çıkarken canlarını Deniz, Yusuf ve Hüseyin için ortaya koydular. Bu yüzden Kızıldere, devrimci dayanışmanın ve kardeşliğin, eşine az rastlanır örneklerinden biridir.
30 Mart Kızıldere Türkiye devriminin manifestosudur. Bu aynı zamanda THKP-C’nin ideolojik-politik tezlerinden, pratik çizgisinden ayrı düşünülemeyeceğinin ifadesidir. Etiyle-kemiğiyle Türkiye devrimini düşünenlerin, Türkiye devrimini masa başlarında burjuvazinin nabzına göre şerbet vererek değil, elde silah sokaklarda, dağlarda yaratmaya çalışanların; halkı küçümseyip hor görenlerin değil, gücüne ve yaratıcılığına inananların, Türkiye devriminin çıkarları için ölümü göze alabilecek kadar ideolojik-politik ve kişisel güvene sahip olanların manifestosudur.
Bu manifesto, devrimciliği boş zamanların meşgalesi olmaktan çıkarıp yaşam biçimi haline getirmeyi, devrimci mücadeleyi günlük politikaların batağında yuvarlanan ilkesiz, kuralsız bir kör dövüşünden çıkarıp iktidar hedefli bir kavgayı örgütlemeyi, burjuva politikalarının kuyruğunda dolaşma yerine atak ve cesur hamlelerle gündemi belirlemeyi öngörür.
Manifesto deyince aklına yazılı bildirgeler gelen ansiklopedik bir yaklaşım tarzı açısından KızıIdere eylemini bir manifesto olarak ele almak anlaşılmaz, hatta bilimi-kavramları alt üst eden “popülist” bir yaklaşımdır. Ancak sorunu bu şekilde ele almanın, olayların özünü göremeyip görüntüden hareket edenlerin ideolojik-siyasal çapsızlıklarını ve en hafif deyimiyle yüzeyselliklerini ört bas etme çabasından başka bir şey olmadığını burada vurgulamamız gerekir. Marks’ın da vurguladığı gibi, şeylerin görüntüsü ile özü aynı olsaydı her türlü bilim gereksiz olurdu.
Kızıldere neden bir eylem olarak değil de, ideolojik-siyasal bir manifesto olarak ele alınmalıdır? Bu sorunun cevabı iki paragrafta verilmektedir aslında. Bu iki paragraftan çıkarılması gereken sonuç şudur: Kızıldere ülkemizde solculuğun yeniden tanımlanmasıdır. Bu tanım “geleneksel” solculuk anlayış ve pratiğinin reddedilip yerine “devrimciliğin” konmasıdır.
Bunun nasıl yapıldığı ise Kızıldere’deki kuşatma ve katliamın sınırlarına hapsolunarak anlaşılamaz. Kızıldere’ye bir süreç yaşanarak gelinmiştir. İdeolojik-siyasi çizginin netleşip kendini ifade etmeye başladığı ve bu doğrultuda kendini pratikten geçirdiği bir süreç vardır Kızıldere’nin arka planında. Kızıldere bu sürecin yarattığı değer ve kazanımların bir manifesto olarak ve en yüksek perdeden, haykırılarak Türkiye ve dünya halklarına ilan edilmesidir.
Ayrıntısına girmeden şunu da belirtmek gerekir: THKP-C’nin bakışı ideolojik-siyasi çizgisinden etkilenmeyen, siyasi pratiğine öykünmeyen bir yapı-anlayış yoktur. Hemen tüm yapılarda (bu konuda samimi ve açık yürekli davranan PKK’dir) THKP-C’nin temel belirlemelerinden, pratik deneylerinden izler bulmak mümkündür. Keza diğer boyutuyla ele alındığında da, kimi grupların, kağıt üzerinde ne denli THKP-C’yi doğru bulduğunu, şu veya bu şekilde savunduğunu iddia etseler de, bu türden yapı ve anlayışların hiçbirinin THKP-C’yi zerre kadar anlamayan, sahiplenmelerini, savunmalarını günlük çıkarlar-politikalar temelinde bir propaganda aracı olarak gündemde tutan yapı ve anlayışlar olduğu görülecektir. Ki bugün düştükleri trajik durumlar bunun en somut göstergesidir. Bir yanda Mahir Çayan posterlerini taşıyan, Kızıldere vurgusu yapıp diğer yanda da da; ‘’Maceracılıktı, yanlıştı…’’ vb söylemelerle bu tarihi karalamaya çalışanlar..
Bunlara yine en iyi cevabı Mahir Çayan vermektedir; “…Biz Marksizmi entellektüel gevezelik ve dünya devrimci hareketinin trafik polisliğini yapmak için okuyup öğrenmiyoruz. Biz dünyayı değiştirmek için, dünyanın Türkiye’sinde devrim yapmak için Marksizmi öğreniyoruz!
Varsın bütün oklar üstümüze yağsın. Biz, doğru gördüğümüz bu yolda sonuna kadar yürüyeceğiz. Bu yolda çeşitli suçlamalara, haksız kötülemelere, iftiralara, küfürlere hatta, provokasyonlara hedef olacağız. Dünyanın herhangi bir ülkesinde oportünizm tarafından bu çeşit suçlamalara hedef olmamış, bir Marksist-Leninist hareket gösterilebilir mi? Ve yine gösterilebilir mi ki, bu çeşit suçlamalarla oportünizmin bir Marksist- Leninist hareketin üstesinden geldiği? Hayır, hayır arkadaşlar, dünyanın her yerinde, her zaman Marksist hareket oportünizmin suçlamalarına, iftiralarına, hatta provokasyonlarına rağmen, emperyalizmin ve hakim sınıfların insanlık dışı bütün cebir ve baskılarına rağmen, giderek güçlenmiş, çelikleşmiş ve zafer kazanmıştır.
Bu mücadele sınıflar mücadelesidir. Burada el titremesine, tereddütte ve kɑrɑrsızlığɑ yer yoktur. Sınıflar mücadelesinde proletarya yoldaşlığının dışında feodal ve ataerkil ilişkilere yer yoktur…”
Bunun içindir ki onları sahip oldukları değerlerden, ideolojiden yalıtarak, salt şehitlik kavramı içerisinde anmak, onları darlaştırmaktır. Bunun içindir ki onları sahiplenmenin yolu sosyalizmi sahiplenmekten, sosyalizm idealine sahip çıkmaktan geçmektedir.
Ezilen halkların ve mücadele tarihinde Mart ayı önemli bir yer tutmaktadır. Mart ayı bizler açısında hüzündür, umuttur, sevdadır, geçmişten geleceğe uzanan bizlerin yarınlara yürüyüşümüzde rehberdir. Mart ayı tarihe izdüşümleriyle doludur. İçimizi burkan kayıplarımızla birlikte, onların bizlere bıraktıkları manifestolarla doludur. Kürt halkının başkaldırı, kavga, özgürlük simgesidir. Öğrenci gençliğin anti-faşist mücadelesini engellemek için faşizmin gerçekleştirdiği 16 Mart katliamı, faşizmin saldırılarının gelecekteki boyutunun göstergesi olmuştur ve bu katliam karşısında gençliğin tavrı, anti-faşist mücadelede bir dönüm noktasıdır. Sosyalizmin kuramcısı Karl Marks’ı ve uygulayıcısı Stalin’i yüreklerimize, bilincimize gömdüğümüz aydır Mart. Proletaryanın egemenlere korkulu rüyalar yaşattığı ilk muzaffer başkaldırı Paris Komünü’nün tarihidir. Kürt halkının katliamlardan geçirildiği, Halepçe’dir, Dersim isyanıdır. Diyarbakır zindanlarında bedenini ateşe veren fedakar Mazlum Dogan’dır. Kürt halkının kurtuluşuna umut olan onurlu, cesur Komutan Agît – Mahsum Korkmaz’dır. Dünya Emekçi kadınlarının, “kavganın da sevdanın da yarısı biziz” deyip destanlar yarattığı 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günüdür, davaya ve ideallere sarılmanın simgesi 6 Mart”dır. Ve Kızıldere’de yarınlara umudun, insanlığın, yoldaşlığın, dostluğun, gelecek sosyalizme inancın, hesapsız fedakarlığın, adanmışlığın simgesidir.
Evet Mart ayı umudu da hüznü de birlikte yaşadığımız bir aydır.
Devrimci önderleri anmak, onların uğruna öldükleri komünizmi öğrenmekle olur…
Kızıldere son değil, savaş sürüyor!
Yolumuz devrim yolunda düşenlerin yoludur!
Devrim şehitleri ölümsüzdür!