“Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur” sözü, devrim mücadelesinde iktidar kavramının ele alınış biçimini çok özlü bir şekilde ortaya koyar. Bu tanımı tamamlayan diğer unsurlar ise, iktidar kavramının ele alınış biçimine uygun bir mücadele hattı, örgütlenme tarzı ve militan kişiliktir. Tüm bunların temelinde ise disiplin, ilke ve kurallar yatmaktadır. Bu, sınıflar mücadelesinin doğal bir sonucudur. Çünkü iktidarı istiyoruz. İktidarı istemek, almak ve istediğimiz toplumsal dönüşümü sağlamak örgütlülükten geçiyor.
Bu örgütlülük, bir iç tutarlılık üzerine kurulu, yani disiplinli bir organizasyondur. Düşmanı yenmenin ancak bu yolla olacağının göstergesidir. Ancak düşman, kendisini yok etmek isteyen hiçbir güce örgütlenme şansı tanımaz. Devrimcilerin halkı örgütleme, mücadeleye seferber etme girişimlerine asla izin vermez. O yüzdendir ki düşman karşısında gizli çalışma, gizli örgütlenme kaçınılmazdır.
Bu bizim isteğimiz dışında, yaşamın ve mücadelenin doğal bir sonucu olarak böyle şekillenmek zorundadır. Ama bu doğal sonuç, bir iç tutarlılık esası üzerine kurulur, bir ciddiyeti, sorumluluğu taşır. Devrimcilerin kavgada her türlü bedeli ödeme kararlılığı bu ciddiyetin sonucudur. Devrim ciddi bir iştir. Devrim ciddi bir iş ise, devrimcilik de ciddidir.
Düşmana karşı mücadeleyi sürdürmek, başarılı olmak, yapılan işi ciddiye almaktır. Burjuvazi, iktidarını korumak için, her alanda devrim mücadelesini boğmak üzere konumlanmakta, mülkiyetini sarsacak en küçük ayrıntının üzerinde durmaktadır. Yani mülkiyetini ve iktidarını ciddiye almaktadır. Kendinden önceki sömürücü sınıflardan devraldığı yönetme deneyimi ve bizzat kendi sınıfının deneyimine dayanan yüzlerce yıllık iktidar birikimi ile düşman oldukça çetindir ve hiç de kendi rızasıyla iktidarını terk etmeyecektir. O halde, devrim mücadelesi gibi onurlu bir kavganın özneleri olan devrimciler, kime kafa tuttuklarının bilincinde ve yüklendikleri her sorumluluğu bu ciddiyetle yerine getiren kişiler olmalıdırlar. Bu kavgada başarılı olmanın temel yolu, düşmanını ve kendisini iyi tanıyan, onun ve kendisinin zayıf ve güçlü yanlarını doğru tespit eden, düşmanın yöntemlerini çözmeye ve kendi yöntemlerinde düşmana açık vermemeye çalışan bir tarza, örgütlenmeye ve mücadele hattına sahip olmaktır. Yaşam ve mücadele bugün dünden daha ağır görevlerle bizi yükümlü kılmıştır. Ne dünya olduğu gibi duruyor, ne de ülkemiz…
Gelişmeler baş döndürücü bir hızda ve düşman devrimcilerin içinde bulunduğu zayıflığın, dağınıklığı da fırsat bilerek, bu hızlı gelişmeler karşısında anında ürettiği taktik ve politikalarla ibreyi her gün biraz daha fazla dünya halklarının aleyhine yöneltmeye çalışıyor. Uluslar arası emperyalist güçler, dünya halklarını daha fazla sömürmek, teslim almak ve tümüyle direnişlerini yok etmek üzere yeni adımlar atıyorlar. Güçlü bir devrimci dalganın bulunmadığı bu koşullarda, önleri düzlenmiş bir halde pervasız saldırganlıklarını devam ettiriyorlar.
Peki, içinde bulunduğumuz durum nedir? Çok uzağa bakmaya, yukarılarda, ulaşılmaz yerlerde örgüt aramaya hiç gerek yok. Örgütün aynası bizleriz. Yaşamımıza şöyle bir bakalım: Ne görüyoruz? Kuşkusuz bu özlemler ve isteklerle pek de denk düşmeyen bir gerçeklik. Burada bir çelişki var deyip umutsuzluğa mı kapılalım? Hayır! Çünkü çelişki; bütün yeniliklerin anasıdır. Yeter ki biz bu çelişkiyi ele alma ve devrimci çözüme ulaştırma yöntemini bilelim ve kullanalım. Bu çelişkilerin bir kısmı, kuşkusuz ancak belli olgunluk koşullarında çözüme kavuşacak. Bir kalemde çözümleyemeyiz. Ama bu iki çelişki arasındaki statüyü kabullenmemiz anlamına gelmemeli. Tam tersine, biz devrimci çelişkiyi üstün kılma mücadelesini sürekli kılmalıyız. Örneğin; günümüz koşullarında yaşanan tüm yoksunluklara, zorluklara karşın, devrimin yükseliş anlarında ki fedakârlık ruhu yoktur. Bu somut bir gerçektir. Bunun, ülkemizde ve dünyada yaşanan objektif koşullarla bağını göz ardı edemeyiz. Ama hemen yanı başımızda bizimde içinde yer aldığımız Rojava devrimi ve Kürt özgürlük mücadelesinin gelişimi, onun feda ruhla direnişinin geldiği boyut ve yaratığı değerlerini de iyi okumamız gerekiyor.
Yanı başımızdaki mücadeleyle aramızda açılan mesafe hayli açık, ama bu statüyü kabulde edemeyiz. Çünkü devrimcilik, kendini feda ruhudur da aynı zamanda. Nedir kendini feda ruhu? Nedir kendini bir davaya adamak? Boş bir kahramanlık mı? Ya da modası geçmiş mi? Buna hayır dediğimiz için bugün hala devrimci mücadele içindeyiz.
Ama yaşananlar ve buna yeterince yanıt olamamak bunun sonucu ise, davaya bağlılık ve feda ruhunun zayıflamasıdır. Devrim zor iş, devrim çetin iş, ‘68’ler kuşağı, devrimi göreceğine inanıyordu. ‘78-’80 kuşağı, kendisi görmese bile çocuklarının devrimi mutlaka göreceğine inanırdı. Buna gerçekten ve içtenlikle inanırdı. Ne ’68 kuşağının ne de ‘78-80 kuşağının kendini feda ruhu, kimi kaçkınların iddia ettiği gibi “bir avuç küçük burjuva maceracısının” içi boş kahramanlığı değildi. Bu ruh hali, sınıf mücadelesinin ve devrimci hareketin içinde bulunduğu ivmenin objektif bir sonucuydu. Ve yaşanan yenilgi asla onların devrime olan inançlarındaki, kendilerini bir davaya adamışlıklarındaki güzelliği, doğruluğu, haklılığı ortadan kaldırmaz. ’90 kuşağı içinse devrim, çok uzak bir hayal adeta. Yenilginin yarattığı atmosfer hakim oldu. Bu ruh halinin, insanlar üzerinde yarattığı objektif etkiyi kuşkusuz görmek gerekir. Ama bu etkiyi ortadan kaldıracak bir politika ile donanmamak, daha baştan bu statüyü kabullenmek anlamına gelecektir. Statükolarla devrim ise asla uzlaşmayacak bir çelişki oluşturur. Devrimci bir örgüt her şeyden önce ideolojidir, politikadır, taktiktir, insandır ve bu birikimin üzerinde şekillenmiş bir mücadele geleneğidir. Sağlam bir ideolojik-politik hat üzerinde sürdürülen mücadele, örgütlenmeye ivme kazandırır.
Mücadelenin ivmesi, örgütlenmenin gelişip güçlenmesi, sadece kitleler üzerinde değil, o örgütlenmeyi oluşturan unsurlarda da kütlesel bir nitel dönüşüm yaratır. Ancak mücadelenin ivmesini yükseltmenin, örgütlenmeyi geliştirip güçlendirmenin de o örgütlenmeyi oluşturan unsurlardan geçtiği bir başka gerçektir. Bütün bunlar, karşılıklı olarak birbiri üzerinde sürekli ve kesintisiz bir etkileşim yaratır. O halde verili gerçekliğe rağmen, devrimci ilişkilerde ortaya çıkmış bu tahribatı bir statüko olarak kabullenmemiz mümkün değildir, kabullenmediğimiz içindir ki bugün yeni adımlar atıyoruz, attık. Bu tahribatı ortadan kaldıracak attığımız yeni adımların karşılık bulmasının yolu ise emektir. Her şey emek üzerine şekillenecektir. Çünkü bir devrimcinin kendisini davasına vakfetmesi mistik bir olay değildir. Devrimcinin eylemi bilinç üzerine şekillenir. Emeğini, enerjisini, eylemini; almak istediği sonuca yöneltir. Yaşamını felsefesine uygun düzenler. Sahiplenme, kendini feda ruhu ancak bu seyir üzerinde gelişir, olgunlaşır.
Tüm devrimci güçler gibi bizler de zorlu bir süreçten geçiyoruz. Güçlü bir devrimci hareket yaratmanın, devrim mücadelesini yükseltmenin yolu, istikrarlı bir gelişim seyri yakalamaktan ve bu süreci en az hata ile aşmaktan geçiyor. Ve bu durumu tersine çevirmenin yolu kendimizi, yaptığımız işi ciddiye almaktır. İktidarı istiyorsak, iktidar olmanın ancak mücadelenin gereklerini yerine getiren ilkeli, kurallı bir yaşam tarzından geçtiğini anlamalı, kavramalıyız. Hep belirttiğimiz gibi, örgütlenmek; kadrolaşmak, kitleselleşmek ve mücadeleyi yaşamın her alanında yaygınlaştırmak gibi bir görevle karşı karşıyayız. Ama bunun odağında, örgütlenme ve kadrolaşma yatıyor. Sorunun bu boyutunu, tüm devrimci hareket insanlarının kavraması gereken bir durumdur. Bütün gücümüzü, olanaklarımızı, çabalarımızı bu yönde sarf etmeli, yapılan her devrimci faaliyeti buna hizmet edecek tarzda ele almalıyız. Bu tarz bir anlayışla hareket edilmedikçe, yapılan her pratik faaliyetin eninde sonunda bir kısırlığa hapsolacağı, değer yitimine uğrayacağı, dağıtıcı ve kendiliğindenci bir rol oynayacağı açıktır. Sorunu sadece ilke ve kurallar çerçevesinde ele alarak çözümleme gibi bir yanlış anlayışa düşülmemelidir. İlke ve kurallar, yaşamın yarattığı bir gerçekliktir.
Biz dünyanın en doğru, en güzel ilke ve kurallarını belirlemiş de olsak, eğer onlar bizim yaşamımızda hayat bulmuyorsa fazla bir anlam ifade etmez. İlke ve kurallar, davasına bağlı bilinçli insanın davranışında, çalışma ve örgütlenme çabasında, mücadelesinde sonuç yaratıcı bir ögeye dönüşmemişse, anlamsız kalmaya mahkûmdurlar. İlke ve kurallar, doğrudan yaşamın içinden çıkıyor ve çalışma tarzımızda hayat buluyorsa bir anlam kazanır, değer yaratırlar, bizim görevlerimizi, işlerimizi sistematize etmemize yardımcı olan ve bizi düşman karşısında güçlü kılan bir işlev taşırlar. Devrimci bir üretimin olmadığı bir yerde ilke ve kurallar, anlamsız bir bürokrasi zincirinden ibaret kalıyor demektir ve yaşamda karşılığı yoktur.
Orada artık yaşamın içinden çıkmış ilke ve kurallar yerini, kitaba sıkıştırılmaya çalışılan bir yaşama terk etmiştir. Devrimci yaşamın ilke ve kuralları denince ilk akla gelen disiplin ve gizliliktir. Bu kurallar, biz gizli ve disiplinli olmayı sevdiğimizden ya da sevmediğimizden değil, bizzat yaşamın kendi içinden çıkmıştır. Türkiye gibi bir ülkede, ana gövdesini düşmandan gizleyemeyen bir yapıya hayat kısa bir süre içinde kendi ilke ve kuralının gereklerini, ayakta kalabilmenin, mücadeleyi kesintisiz sürdürebilmenin nasıl bir disiplinden geçtiğini öğretecek, öğrenemeyenleri ya da öğrenmemekte ısrar edenleri de saf dışı bırakacaktır. Kuşkusuz bu disiplinin ve gizliliğin de içeriğini belirleyecek olan yaşamın bizzat kendisidir.
Çünkü devrimci yaşamda ilke ve kurallar, disiplin vb. olgular, devrimciye dışarıdan dayatılmış soyut formülasyonlar değil, yaşamın içinden çıkan somut ihtiyaçlardır ve devrimciler yaşamı ve mücadeleyi kitaplara sıkıştırmaya çalışmaz, kendi davranışlarını bu yaşam ve mücadele tarzının gereklerine göre belirlerler. Her şart ve durumda devrimci faaliyeti sürdürebilmek, mücadelenin gereklerini yerine getirmek, düşmana verilen kayıplardan daha fazlasını ona verdirtmek, sağlam bir yer altı örgütlenmesine ulaşmak, savaşçı bir örgüt olmak… Tüm bunlar bizim için hoş hayaller değil, adım adım gerçekleştirmek istediğimiz hedeflerse, devrimci hareketin her insanı, bugünden, örgütlediği her işte, katıldığı her devrimci faaliyette, o işin, o faaliyetin gerektirdiği disiplini, ilkeyi, kuralı hayata geçiren olmalıdır.
Abartmadan, küçümsemeden ciddiyetle, aldığımız bir işi planladığımız süre içerisinde yerine getirmek, sonuçlarını bildirmemiz gereken yerlere bildirmek, bir görüşmeye giderken neleri konuşacağımızı, neleri isteyeceğimizi, neleri vereceğimizi gözden geçirmek. Eksikliklerimizi tamamlamak gibi doğrudan kendi yaşamımızdan çıkaracağımız basit ilke ve kuralların yaşamımızda yerleşmesi dahi, günlük faaliyette bizi rahatlatacak, işlerimizin akışını hızlandıracak, öte yandan bizi daha disiplinli, daha ilkeli ve kurallı bir yaşama hazırlayacak basit örneklerden sadece bir kaçıdır. Eğer günlük yaşamımızdaki somut faaliyete ilişkin ilke ve kuralları hayata geçirme, kendimizi bu yaşam tarzına göre düzenleme disiplinini dahi kazanamıyorsak, dünyanın en güzel ilke ve kurallarını da belirlemiş olsak bunun yaşamda fazla bir önemi olmayacaktır.
Bir devrimcinin kuralsızlığı ise darbedir, tutsaklıktır, deşifrasyondur, bedeldir. Devrimciyi, yaptığı her faaliyette ciddi olmaya zorlayan yaşamın bu gerçekleridir. Kurallı ve ilkeli olma bunun üzerinde anlam bulur. Yoksa ilke ve kuralların var olması bu gerçekleri değiştirmiyorsa fazla anlamlı değildir. Devrimciyim denebilir ama yaşamda ciddiyeti ve sorumluluğu yoksa anlam bulmamışsa, devrimciyim demek çok anlamlı olabilir mi? Düşman uzun yılların deneyleriyle, devrimci örgütlerin tümünden elde ettiği bilgilerle, devrim mücadelesini yenilgiye uğratmada önemli bir tecrübe içerisindedir. Emperyalist efendilerinden almış olduğu tekniklerle, yöntemlerle bu tecrübe ve deneylerini geliştirmiştir. MİT ve siyasi polisin yetkinleştirilmesinde, teknik donanımın sağlanmasında, devlet özellikle ileri adımlar atmıştır. 70’lerden bu yana, düşman sürekli olarak devrimi boğmak üzere, devletin bütün kurumlarını ona göre şekillendirmektedir.
Düşmanın devrimci güçler karşısındaki konumlanışını, yeni şekillenmelerini analiz etmek zorundayız. Devleti ve düşmanı bütün yönleriyle tanımadan, gücünü ve ne yapıp yapamayacağını ölçmeden atılacak adımların bizi yenilgiye götüreceği açıktır. MİT’in, siyasi polisin ve devletin diğer faşist kurumlarının devrimci güçlere yönelik taktiklerini, yöntemlerini, saldırılarını, çökertme, darbe vurma, vb. hareketlerini çözümlemek ve ona uygun hareket etmek, düşman karşısında devrimci bir örgütü güçlü kılan, bir devrimciyi bilinçli hareket tarzına kavuşturan önemli bir silahtır. Çünkü davasının ve mücadelesinin gereklerini yerine getirmede, bilinçli bir davranış tarzına kavuşmuş bir devrimci güvenli, sorumluluk sahibi, düşmanını tanıyan biri demektir.
O yüzdendir ki devrimci hareket, illegal örgütlenmesini sağlam temeller üzerinde geliştirmek, her adımını sağlam basmak zorunda. Bugünden atılan her adım, bu perspektifin esası üzerine kurulmalıdır. Ancak illegal örgütlenme, kitlelerden kopuk, kitlelerin dışında bir olgu değildir. İllegal çalışma kitlelerin dışında değil, bizzat güçlü kitle bağlarıyla sağlanan bir çalışma tarzıdır. Esas olarak kitlelerden gizli değil, düşman karşısında korunması gereken ilişkiler sistematiğidir, örgütsel ilişkilerdir. Bugünden, her türlü kurum ve ilişkilerimizi düşmanın dikkatini çekmeyecek, ilişkilerimize sızmasına veya denetlemesine meydan vermeyecek tarzda korumak ve sürdürmektir. Bunun için kurumlar ve ilişkiler, gereksiz bilgi alışverişi içine girmeden, ortamın rahatlığına ve rehavetine kapılmadan düzenlemek zorunda. Kurumlar arası ilişki alışverişinde olsun, diğer ilişkilerin koordinasyonunda olsun dikkat edilmesi gereken şey, muhataplığın dışında bir alışverişe mümkün olduğunca girmemektir.
Devrim ciddi bir iş ise, devrimcilik de ciddidir. Bunun içinde tüm yaşamamızda bizlerde ciddi olmak zorundayız. Unutmamalıyız ki yanlış yaşayarak devrimcide olunmaz devrimde olmaz.
Şemdin Şimşir
22 Aralık 2017