Maraş merkezli depremin yıl dönümünü hemen ardında bu kez de Erzincan İliç ilçesinde ki Altın madeninde adeta planlanıp tasarlanmış bir doğa ve insan katliamı daha yaşatıldı. Sıcağı sıcağına çok hissedilmese de bu yaşanan ülkemizde uzun yıllar sürecek bir yaranın açıldığı gerçekliğidir.
“Yaşanan felaket, yaşanan kaza, iş kazası” vb söylemlerinin hepsi büyük bir yalandan başka şey değildir, yaşananlar katliamdır…
Ülkemizin tüm kaynaklarını emperyalist tekeler ve yandaşlarıyla talan edenler her gün yeni bir katliama imza atıyorlar. İnsanımızı, doğamızı, yer altı ve yer üstü tüm kaynakları daha fazla rant, daha fazla kar hırsıyla hızla yok ediliyor. Yaşanan deprem felaketini ve sonrasında çok açık ortaya çıktı ki bu kadar büyük bir felaketin altında yatan rant hırsı olduğu. Yaşanan deprem sonrası insanlarımızın acılarına çare olma yerine onlar, çadır, kan, konserve satma derdine düştüler. Bunlarda yetmedi toplanan ve yollanan yardımlara göz diktiler. Arada bir yıl geçti hele tüm acılar ilk günkü gibi devam ediyor. İnsanlarımız çadırlarda yaşam savaşı verirken onlar yapılan konutları öncelikle yandaşlara ve yüksek rantla satma derdindeler. Tüm yaşananlar başka bir iktidar ve yerel yönetimde yaşanmışçasına yaklaşan yerel seçimleri nedeniyle haklarımızın gözünün içine bakarak yalanlarını sıralamaktalar.
Yılardır devrimciler, çevreci kurumlar, bilim insanları herkes talan edilen doğanın yaratacağı sonuçları konusunda uyarmakta, toprağına, doğasına sahip çıkmak için mücadele edenler, coplanmakta, saldırılara maruz kalmakta, tutuklanmakta. Bilim insanlarının tüm uyarı ve çabalarına kulaklarını tıkayanlar, emperyalist tekelere ülkeyi pazarlayarak kendi ceplerini doldurma derdindeler.
Bu kadar açıktayken kimse inkâr edemez bunlar insan, doğa, yaşama düşmanlar. Çünkü kapitalist sermaye insanı ve doğayı sürekli yıkıma uğratmadan kendini genişletemez, varlığını sürdüremez. Onlar için tek önemli ve geçerli olan daha fazla kardır, insan yaşamı, doğa vb onların karı karşısında hiçbir değeri ve anlamı yoktur. Bundandır ki bu sistem kendi kişisel çıkarları ve efendileri olan emperyalist tekeler için yapmayacakları şeyin olmadığını artık herkes çok açık görmektedir.
Son yaşanan altın madenindeki katliamın altında AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Murat Kurumun imzasıyla, büyük rant elde eden Binali Yıldırım ve malum damat Berat Albayrak’tır. Her ihalede en büyük payı alan yandaş Çalık Holding ülkemizde emperyalist tekellerin yerli işbirlikçi uşağı gelmektedir.
Yaşananlar karşısında egemenlerin gündemi ve büyük bir rant imkanı olan yerel seçimlere kilitlenmiş durumda. Ne var ki yaşanan yenilgiler ve tasfiyecilik karşısında kendisini bir türlü toparlayıp alternatif olamayan Türkiye devrimci hareketi de ağırlıklı olarak kendi aslı görevini unutarak onların gündeminin bir parçası olmaktadır. Bunca yaşananlar karşısında ağırlıklı olarak, devrimci-ilerici- demokratik hareketlerin tartışmaların ve çalışmalarının merkezini seçimler oluşturmaktadır. Adeta devrimin temel sorunları seçim eksenli tartışmalar ve politikalarla özünde egemen sınıflara, onların politikalarına, onların kitleleri aldatmasına hizmet eden bir seçim gündeminin parçası olmuş durumda.
Halk düşmanı sistemin ve onların egemenleri kendi programlarını uygulamasında bir pürüz yok. Onlar çok iyi biliyor ki halkın talepleri ve sorunları doğrultusunda güçlü bir muhalefet, bir politika olmayınca kendi soygun, talan programlarını hızla yürüte bilmekteler. Enflasyon her geçen gün dağ gibi büyürken, halkın alım gücü değil açlıkta ölmemek için yaşamı her gün daha da çekilmez hale geliyor. Ama onlar deyim yerindeyse iğneden ipliğe her şeye zam yapmaktalar. Emekçilere layık gördükleri askeri ücretle bırak yaşamayı ev kiralarını dahi ödeyebilecek durumda değiller. Asgari ücretin miktarının enflasyona göre ayarlanacağını söyleyenler, enflasyon konusunda resmî kurumlarıyla yalan söylemekte, çarpıtmaktalar. Yaptıkları üç kuruşluk zamlar daha emekçilerin cebine girmeden, yapılan zamlar ve enflasyona kurban gitmektedir.
Ama hakim sınıflar ve sarayda ki yandaşlarıyla birlikte her gün karına kar katmakta. Sarayın ve makamlarının bütçelerini daha da artırma peşindeler.
Oluşan tepkileri sindire bilmek için her türlü baskı terörünü artırırken diğer yanda ise artık ırkçılık, vatan, millet bayrak edebiyatının yetmediğini görerek şeriatı öne çıkarmakta. Kendisini sultan ilan eden faşist şef Erdoğan “buyruk” vermekte bahsetmektedir. Başta ilk öğretim olmak üzere çeşitli kılıflar altında dini eğitim, Diyanet ve yandaş cemaat ve tarikatlara sunulmaktadır. İsrail’le en büyük ticaret yapan bu iki yüzlü sistem ve başındakiler, Filistin’e sahip çıkıyormuş sahtekârlığıyla kitlesini sokağa çıkarırken asıl olarak; “Filistin’e destek, İsrail’e lanet” sloganı altında kendi yandaşlarına ve cemaatlere hilafet çağrıları yaptırmakta, şeriat sistemi istemektedir.
Başta Kemalizm’in bayraktarlığını yapan CHP ve sosyalist oldugunu ifade eden Sosyal reformist, sosyal şoven, Kemalist akımların bir kısmının laiklik direncinin gerici kuşatma karşısında mevziler kaybetmiş olmasıyla, sistemi hedef haline getirmek yerine “cumhuriyetin kaybedilen kazanımlarını geri alma” sloganıyla kitleleri Kemalizm’in peşine takma çabasındalar. Yaşanan açık faşizm ve şeriatçı baskılanma karşısında köpürtülen bir ırkçılık, sanki hilafet çağrılarının ve gericiliğin karşısındaki kendilerinin bir alternatifmiş gibi göstermekteler. Bu konuda samimi olan güçler ve bir bütün olarak devrimci güçlerin eşitlikçi, özgür, demokratik bir ülke sloganıyla alternatif olmak dışında bir seçenek yok.
Çünkü sistem ve onun başındakiler çoktan halka karşı açtıkları savaşı giderek kurarlasızlaştırıyor. Her defasında ifade ettiğimiz gerçeklik olan, yasalar, anayasa vb sadece halklara karşı bir baskı aracı olarak var olduğudur. Onların kendi çıkarlarının gerektirdiği her şey yasadır, anayasadır. Bu gerçekliği görmeyenler Yargıtay’ın Can Atalay hakkındaki AYM kararını uygulamaması ile bunu görmüş olmaları gerek diyeceğiz ama öyle değil. Bugüne kadar onlarca benzer deneyler çokça görülmedi mi? Faşist şefin “ben ana yasa mahkemesinin kararını tanımıyorum” demedi mi. Kuşkusuz ki bu yaşananlar, dayatılan kuralsızlık ve hukuksuzluk egemenler cephesinde yarattığı tereddütleri de gideriyor. Bundandır ki Yargıtay’ın AYM’nin ilk ihlal kararını uygulamama kararının ardından AKP içinden çıkan itiraz sesleri pek duyulmadı.
Kuşkusuz saray ve onun başında olduğu sistemin tavrının net olması elbette iktidar içi bir çatışmanın olmadığı anlamına gelmiyor. Çünkü derin bir kriz içindeler ve tüm çabalarına ragmen krizi aşamıyorlar. Ancak var olan geriliminde kriz boyutunda olduğunu söylemek de henüz mümkün değil. Bunun derinleşmesi ve onların politikalarını istedikleri gibi uygulayamamasının biricik yolu toplumsal muhalefetin kendisidir.
İktidarın halklarımıza karşı başlattığı savaşı kuralsız bir hale getirmesi ve her geçen gün tırmandırması karşısında bizler sokağı daha iyi kullanmalıyız. Yaşananlar karşısında umudun düzen partilerinde olmadığı gerçeğini iyi göstermek zorundayız. Bugün top yekün olmasa da gerek emeğine gerekse doğasını savunmasında ısrarla direnişi sürdürenlerin elde ettikleri başarı ve kazanımları büyütmek zorundayız.
Peş peşe yaşanan felaketler, yaşatılan katliamlar, dayatılan açlık ve kölelik karşısında bizlerin gözü, ne seçimde nede liberalizmin, sosyal reformist, sosyal şovenlerin çizmeye çalıştığı aldatıcı tabloda olamaz. Bizim bilincimiz, irademiz sokakta, örgütlenmede, mücadeleyi sokakta büyütmekte olmak zorundadır.
İnsanlığın ve bir bütün olarak doğanın gerçek anlamda kurtuluşu, özgürleşmesi ancak bu kapitalist sistemin yerle bir edilmesiyle mümkündür. Kurtuluş ancak halkların özgür, eşit düzeninin, yani sosyalizmin inşasındadır.