“Burjuvazi ve işçi hareketi oportünistleri, bugün işte Marksizm’i ‘evcilleştirme’ üzerinde birleşiyorlar. Öğretinin devrimci yanı ve devrimci ruhu unutuluyor, siliniyor ve değiştiriliyor. Burjuvazi için kabul edilebilir ya da öyle görünen şeyler ön plana çıkarılıyor ve övülüyor.” (Lenin)
Uzun bir süredir birçok kesim ve sol’un bir kısmı dilinde faşist AKP-MHP ittifakının sonunun geldiği, AKP sonrası hazırlıklar yapıldığı tespitleri yapmakta, demokrasi ittifakları AKP-MHP dışındaki güçlerin bir aradanlığından dem vurmaktalar. Ancak bilinen bir gerçek var ki, Türkiye oligarşisi ve onun faşist iktidarı içinde bulunduğu krizi aşmak için haklarımıza karşı her türlü baskı ve zulmü arttırmaktadır. Bu tespitlerin özünde kendi öz gücüne, halka güvensizliğin bir ifadesidir. Faşist AKP-MHP ittifakı gitse bile ülkemizde oligarşinin uyguladı baskı sömürü politikalarında değişen ne olacak? Biz söyleyelim, hiçbir şey! O zaman baskı, sömürü, zulüm ve soykırıma karşı mücadele eden güçlerin bu beklentisi ne, nerden kaynaklanıyor.
İstanbul yerel seçimleriyle birlikte giderek gelişen ve son günlerde Almanya’nın Başkenti Berlin’de düzenlenen “Demokratik Türkiye İçin Toplumsal Sözleşme Arayışı” konferansı bir kesimin gündemini yoğun olarak işgal etmekte. Bu konferansta emek düşmanları, halkların katliam, soykırım, baskı ve zulüm düzeninin bekası için var olan CHP-Fazilet Partisi ve devrimcilere, Kürt özgürlükçülüğü karşısında dün Ergenekoncuların, Fetö´nun basındaki sesi olanlardan liberalizmin bayraktarlığını yapan bir kısım ile sözüm ona aydın-yazar-çizer yer aldı. Bunlarla birlikte bir kısım aydın-yazar, Kürt kurumları ve utangaç bir şekilde katılımcı, “yok gözlemci”.. söylemiyle yer alan bir kesim sol sosyalist iddiasındaki kurumlar vardı. Her ne anlama geliyorsa “katılımcı”, “gözlemci” vb sıfatlar olunca devrimciliğe helal gelmiyor her halde. Öyle ya, yıllarca CHP faşist parti, Faziletin başkanı Sivas’ta Aydınlara ve Alevi halkımıza karşı girişilen saldırı ve vahşice yakılmasında; “Gazanız mübarek olsun” diyende vardı. Öylesine verimli tartışma ve fikirler ürettiler ki, bu topraklarda yaşanan soykırım kelimesi sansürlenerek birlikteliği “zedelenmesin” adına “yüzleşme” dendi.
Diğer yanda CHP’nin sözüm ona düzenlediği Suriye Konferansı olumlu bir adım olarak değerlendirilmekte. Gerçekte CHP’nin bu Konferansı demokratik halkların Kendi Kaderini özgürce belirlemesi, Suriye halkının özgürleşmesi temelinde bir konferans mıydı? Bu soruların karşılığı tabii ki koskocaman hayırdır. Niye hayır, özellikle bu konferans faşist Türk devletinin Suriye de içine girdiği açmaz, battığı bataklıkta onu kurtarma manevrasından başka bir şey değil. Çağrılan bileşenlere baktığımızda faşist Türk devletinin yani AKP-MHP faşist kafa yapısından farklı değil. Yine temelinde orada ki Kürt halkının kazanımları ve varlığının inkârı vardır. Bu şaşırtıcı olmasa gerek. Dün sınır ötesi işgal ve ilhak politikalarına, Efrin işgaline her türlü desteği sunan CHP değilmiydi.
Tüm bunlar bilindiği halde söylenenlere bakıldığında, siyasetin bu kadar basite alınmaması gerektiğini düşünmemek elde değil. Sistemi yok sayıp faşizmi sadece AKP-MHP´ye indirgemek, tarihsel gerçeklere ve somutluğu görmemektir. Başta CHP olmak üzere yılların zulüm, katliam, soykırım, baskı ve sömürü mekanizmasının önemli bir ayağı yeniden umut olarak halkların önüne konmaya çalışılıyor. Ne adına? Halkların kurtuluşu, özgürlüğü, gelecegi, faşizmi yenme adına. Oysa bugün yaşananları az-çok bilen birçok insan, söylenenlerin çoğu karşısında “Bunlar ne diyor, neden bahsediyor!” diye hayrete düşmekten kendini alamıyor.
Tüm bu söylenenler karşısında Türkiye sınıflar mücadelesi önemli bir dönemeçte ise ve bizler bu önemli dönemeçte emekçi halkın kurtuluş mücadelesini zafere taşımak istiyorsak, geçmiş yaşananlardan dersler çıkarmak, uzlaşmacılığın, liberalizmin dümen suyuna girerek değil, ML perspektifi ile mücadeleye sarılmalıyız. AKP-MHP nezlinde faşizmin toplumu içine soktuğu cendere karşısında belki bunlardan bahsetmek; ´demokrasi platformu, birlik olma, Demokratik Türkiye İçin Toplumsal Sözleşme Arayışı´ gibi kulağa hoş gelen söylemler size inanan bazı insanlar bulabilirsiniz. Ancak unutmayın ki, gerçeklerin üstünü uzun süre örtmek mümkün değildir. Mücadele bir süre sonra yüzünüzü açığa çıkarır ve en büyük darbeleri yine o sahte umutlarla aldattığınız insanlardan yersiniz.
Emekçi sınıflar adına siyasal mücadele yürüttüğünü söyleyip burjuva siyasetçiliğinin iplerinde cambazlık yapanların hiç de az olmadığı bir süreçte, yerine getirilmesi gereken bir görev olarak görüyoruz bu hatırlatmaları.
Bugün açıktır ki, içinden geçtiğimiz süreçte proletarya ve devrimcilik adına arenada yer alan her hareketin izleyeceği politika, bu araçları etkisiz kılmak, oligarşinin ve liberalizmin oyununu bozmak üzere şekillenmelidir. Bu da başta CHP’nin faşist sahtekarlığını geniş bir şekilde halka teşhir etmeyi, düzeni değiştirmenin değil korumanın aracı olduğunu göstermeyi, faşizmin terörüne karşı ise devrimci mücadeleyi, sınıf bilincini öne çıkartarak halk üzerindeki pasifize edici etkisini kırmak ve faşist sistemi dağıtmayı gerektiriyor.
Liberalizm ve reformist sol ve sol yelpaze içinde yer alan geniş bir kesim, tam aksi bir politika izliyor. Faşizmi salt AKP-MHP indirgemek ve mücadeleden tek anladıkları tıpkı oligarşinin yapmaya çalıştığı gibi, CHP’nin kuyruğuna takılıp, halka verilmeye çalışılan sahte umutları pekiştirmektir. Faşist saldırılar karşısında mevcut demokratik mevzilerle onun yenileceği, alt edileceğidir.
Sınıflar mücadelesinde iki iradenin çatışması karşısında tarih boyunca reformizm tutumu emekçilerle birlikte olmak değil, sistemle uzlaşmak olmuştur, bugünde aynısını yaşıyoruz. “Reformcu için reform her şeydir, devrimci çalışma ise gelip geçicidir, sözü edilecek bir konudur, göz boyamaya yarar.” diyor Leninizmin İlkeleri’nde Stalin. İşte reformizmin açmazı buradadır. Devrime inançsızlıktır, yıkmaya yönelik eylemlerin karşısına çıkmaktır, hali hazırdaki statükoculuğu savunmaktır, yasal olana tapmaktır, onun önünde vecde ile secdeye durmaktır, kitlelerin apolitikleştirilmiş olmasına ses çıkarmamak, yasal alanda en az direnme çizgisini savunmaktır.
Liberal ve reformistlerin ileri sürdükleri gibi ML, legal çalışmayı reddetmez, onu, “…legal eylem ile illegal eylemi bağdaştırmaya yarayan bir dayanak ve burjuvaziyi alaşağı etmek amacıyla, kitlelerin devrimci hazırlığını amaç edinen illegal çalışmayı pekiştirmeye yarayan bir basamak olarak kabul eder.” (Stalin, Leninizmin İlkeleri)
Reformist-Liberaller devrimci atılımdan ve devrimci eylemlerden haklı olarak korkarlar; korkmaları için çok neden var, çünkü devrimci atılımın, eylemsizliğin, zihin durgunluğunun, eski geleneklere kölece bağlılığın panzehiri olduğunu bilirler. Devrimci atılımın eskiyi parçaladığını, kitleleri ileriye doğru ittiğini de bilirler. Böylesi bir atılım olmadan, bırakalım devrimci proleter hareketi, hiçbir ilerici, demokrat kurumun, hareketin siyaset sahnesinde kalamayacağını da iyi bilmeleri gerekiyor.
2 Ekim 2019