BU KIYIMA, BU VAHŞETE SEYİRCİ KALMAYACAĞIZ

”…Düşman savaşı evimize getirdi, bizde savaşı onların evine taşıyacağız.”

Che Guevara

  

Önemli bir süreçten geçiyoruz. Varlık koşulunu işkence, terör ve katliama

dayandıran faşist rejim bir kez daha ölüm aygıtlarını devreye sokarak onlarca

insanımızı katletti, onlarcasını yaktı ya da silahlarla tarayarak öldürmekle yetinmedi

bedenlerini parçaladı…

 

Bugün Kürdistan’da Nazi vahşetini aratmayacak bir kıyım yaşanıyor. Bu manzara her

yönüyle bir yol ayrımını ifade ediyor. Egemen sınıflar sistemi yeniden yapılandırırken,

şiddeti temel bir unsur olarak kullanıyor. Bu topyekûn saldırının sadece Kürt

halkına karşı değil tüm devrimci ve düzen karşıtı güçlere yönelik olduğu açıktır. Ve bu

saldırıyla insan hakları, demokratikleşme, barış söylemleriyle kimleri ve nasıl

uyutmaya kalkıştıkları, bu kavramları hangi sınıfın ve kimin çıkarları çerçevesinde ele

aldıkları bir kez daha görüldü. Demokratikleşme, barış görüntüsü altında yapılan

demagoji tamamıyla devletin terörünü gizlemeye dönük bir politikadır. Egemen

sınıfların demokratikleşme, yeniden yapılanma demagojileri sistemin kendini yeniden

yapılandırmasıdır. Kürt halkının, emekçi halk kitlelerinin özgürlüklerinin genişletilmesi,

örgütlenme haklarının tanınması değildir. Bu politika esas olarak düzene muhalif

kesimlerin seslerini kısmak, sındırmaktır. O nedenledir ki, oligarşiye “Fakat yer

yerinden oynamıyor” yaklaşımının ciddi bir yanılgı olduğunu göstermek bizlere

düşüyor.

 

Bu vahşet tablosunu değiştirecek, muhalefet odaklarını sindirmeye yönelik terör

dalgasını tersine çevirecek dinamikler, oligarşiye karşı hızla büyüyen kin ve

sabırsızlık sınıfsal temellere oturtulduğunda istikrarlı bir çıkışın yaratılması

olanaklıdır. Bugün yapılması gereken, oluşan tepkilerin, kabına sığmaz öfkenin bir

anlığına boşaltılması değil, uzun soluklu mücadele yeteneğinin yükseltilmesine

hizmet edecek tarzda doğru kanallara akıtılmasıdır.

 

Faşizmin oluşturmaya çalıştığı “son kalelerini de teslim aldık” havasının geçici olduğu

bugünden bellidir. Yaratılmak istenen karamsarlık atmosferi ters tepecektir. Sürecin

egemen sınıfları daha ciddi sıkıntılara düşürecek, programını engelleyecek bir

potansiyeli içinde taşıdığını söylemek abartı değildir.

 

Her türlü vahşet sınırını zorlayan bu saldırı, terör ve teslim alma kampanyası

karşısında Kürt halkı ve devrimci dinmekler ayaktadır. “Gücümü görünce pes eder,

pişmanlık getirir” avuntularıyla sergilenen katliam ne ilktir ne de son olacaktır. Kürt

halkı ve siteme mahfil devrimci dinamikler topla, tankla, silahlarla, bombalarla teslim

aldıklarını sananlar, döktükleri kanların hesabını mutlaka vereceklerdir. Faşist

iktidardan bu katliamın ve terörün hesabını sormak her şeyden önce mücadeleye

sarılmaktan geçiyor.

 

Ancak zeminin son derece kaygan olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bu yanıyla da,

alabildiğine dikkatli, hassas ve öngörülü davranmak zorunludur. Hatalı kavrayışların,

hesapsız, plansız, üstün körü davranışların görevlerin yerine getirilmesi önünde engel

oluşturacağı açıktır.

 

Basitten karmaşığa, mücadelenin önümüze koyduğu tüm görevlere sıkı sıkıya

sarılmalı ve bu görevlerin başarılması için sorumluluk içinde yoğun bir çaba

göstermeliyiz. Bunu gerçekleştirebilmek için, basit gözüken ancak etkili çalışma ve

mücadele biçimleri üzerine kafa yormak, güçlerimizi ve kitleleri eğitip bilinçlendirecek

tarzlarda ısrarcı olmak zorundayız.

 

Kuralsızlıkta, “kirli savaş” yöntemlerinde, vahşette sınır tanımayan bir düşman

karşısındayız. Ancak bu düşmanı iyi tanımak gibi bir avantaja sahibiz ve bu avantajı

bugün mutlaka değerlendirmeliyiz. Psikolojik, askeri boyutları olan saldırıların

yanıtlanması öncelikle bir devrimci irade sorunudur. Mücadeleye ve kitlelere

önderlikte ustalaşmak, yeni ve doğru kanallar açmak, güçlü alternatifler üretmek

zorunda olduğumuz unutulmamalıdır.

 

Israrla vurguladığımız şudur. Kana susamış bir düşman karşısında, bilinçte, ilişkide,

insanda çok yönlülük ve tam bir seferberlik yaşanması bugünkü koşullarda çok daha

büyük önem taşımaktadır. İnsanları devrimci mücadelede, örgütlü saflarda

kalıcılaştırmanın yolu, öncelikle bilinçlerde dönüşümü sağlayabilmekten geçmektedir.

Bunun için tüm gücümüzü ortaya koymalı, attığımız her adımı bir eğitim aracı haline

dönüştürmeliyiz aynı zamanda, unutmayalım ki bu uzun soluklu bir mücadele.

 

Şunu aklımızdan hiç çıkarmamalıyız. İnsanların büyük bir kin ve öfkeyle dolu olduğu

bu koşullarda bile, kendiliğindenciliği aşamadığımız sürece bir adım ileri gitmek,

verim elde etmek mümkün olmayacaktır. Diğer yandan, devrimci perspektif ışığında

şekillendirilen pratik, bu pratik içinde yer alan insanları bugün yeterli deneyime sahip

olmasalar da süreçteki gelişmelerle birlikte, hızla eğitir, şekillendirir. Bunları yaşıyor

ve örneklerini görüyoruz. Fazlaca bir birikime sahip olmayan, fakat kararlı ve samimi

unsurları yetkinleştirip, olumlu yanlarını siyasallaştırarak sınıflar mücadelesine

kazanmak, sürekliliğini sağlamak mutlaka başarılmalıdır.

 

Devrime ve sosyalizme giden bu yolda mücadeleyi, daha ağır bedellere de

hazırlanarak, zaferi kazanıncaya dek sürdürmek sorumluluğuyla yer aldık bu

kavgada. Bu vahşeti, bu barbarlığı asla unutmayacağız.

 

Halkın katillerinden mutlaka hesap soracağız. Halkımızın, yoldaşlarımızın onurlu

direnişlerini zafere taşıyıncaya, KURTULUŞA KADAR SAVAŞACAĞIZ.

 

Önceki İçerik8 MART MAXMUR’DA COŞKUYLA KUTLANDI
Sonraki İçerikHalkların Birleşik Devrim Hareketi kuruluşunu ilan etti