Son derece önemli bir süreçten geçiyoruz. Varlık koşulunu işkence, terör ve katliama dayandıran faşist rejim bir kez daha ölüm kusuyor. OHAL ve KHK’larla artık süreci götürmenin koşuları kalmadı. Bundan dolayı içte her türlü terörü estirirken, dışta Kürt haklını ve Rojava devrimini yok etmek için tüm İslamcı çete gruplarını yanına alarak Efrîn’e yönelik sömürgeci işgali başlattı.
Suriye’de ortaya çıkan çatışmalı sürecin mimarlarından olan faşist Türk devleti, iflas eden politikalarını tersine çevirmek bir yanda Suriye’de söz sahibi olmak iken, diğer yanda Kürt halkının kazanım elde etmesini önlemek iken, tabi ki ülkede faşist sistemi oturtmak ve seçimlerle bunu güvenceye alma çabası da söz konusu.
Barış süreci, ardından Cizre, Sur, Nusaybin vb direniş ve katliamlarının ardından bugün Efrîn işgali girişim ve Kürt haklının katliamı halklar arasındaki mesafeyi açtı. Asıl olarak da bu ülkede artık bu saldırgan katliamcı faşist sistemin yanında yer alanlar, şovenizmin balonlarını şişirenlerle, ezilen, direnen halkların bir arada yaşamasının koşularının giderek yok olduğudur.
Bu manzara her yönüyle bir yol ayrımını ifade ediyor. Egemen sınıflar sistemi yeniden yapılandırırken, şiddeti temel bir unsur olarak kullanıyorlar. Bu topyekûn saldırının tüm devrimci ve düzen karşıtı güçlere yönelik olduğu açıktır. Ve bu saldırıyla insan hakları, demokratikleşme, barış söylemleriyle kimleri ve nasıl uyutmaya kalkıştıkları, bu kavramlar hangi sınıfın ve kimin çıkarları çerçevesinde ele aldıkları bir kez daha görüldü.
Demokratikleşme görüntüsü altında yapılan demagoji tamamıyla devletin terörünü gizlemeye dönük bir politikadır. Egemen sınıfların demokratikleşme demagojileri sistemin kendini yeniden yapılandırmasıdır. Emekçi halk, kitlelerinin özgürlüklerinin genişletilmesi, örgütlenme haklarının tanınması değildir.
Bu politika esas olarak düzene muhalif kesimlerin seslerine kısmaktır. O nedenledir ki, faşizmin “Fakat yer yerinden oynamıyor” yaklaşımının ciddi bir yanılgı olduğunu göstermek bizlere düşüyor. Bu vahşet tablosunu değiştirecek, muhalefet odaklarını sindirmeye yönelik terör dalgasını tersine çevirecek dinamikler, faşizme karşı hızla büyüyen kin ve öfke sınıfsal temellere oturtulduğunda, istikrarlı bir çıkışın yaratılması olanaklıdır. Bugün yapılması gereken, oluşan tepkilerin, kabına sığmaz öfkenin bir anlığına boşaltılması değil, uzun soluklu mücadele yeteneğinin yükseltilmesine hizmet edecek tarzda doğru kanallara akıtılmasıdır.
Faşizmin oluşturmaya çalıştığı “tek tek kalelerini de teslim alıyoruz” havasının geçici olduğu direnişin 41. gününde bellidir. Yaratılmak istenen karamsarlık atmosferi ters tepecektir. Sürecin egemen sınıfları daha ciddi sıkıntılara düşürecek, programını engelleyecek bir potansiyeli içinde taşıdığını söylemek abartı olmayacaktır.
Her türlü vahşet sınırını zorlayan bu saldırı, savaş, işgal, terör, zindanlarda Tek Tip Elbise, baskı işkence KHK vb dayatmaları, teslim alma kampanyası karşısında devrimciler, devrimci tutsaklar ayaktalar. Baskı ve sürecinin yeterince görüp ona uygun konumlanmamın verdiği suskunluk içten içe bir volkan büyütmekte.
Faşist iktidardan bu savaş, işgal, katliamın ve terörün hesabını sormak her şeyden önce mücadeleye sarılmaktan geçiyor. Ancak zeminin son derece kaygan olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bu yanıyla da, alabildiğine dikkatli, hassas ve öngörülü davranmak zorunludur. Hatalı kavrayışların, hesapsız, plansız, üstün körü davranışların, görevlerin yerine getirilmesi önünde engel oluşturacağı açıktır.
Bugün faşist sömürgeci Türk devletinin tüm başarı, zafer çığırtkanlıklarına rağmen NATO’nun ikinci büyük ordusu övünçlerine rağmen savaşın 41. gününde tüm teknik ve teknolojik üstünlüğe rağmen daha bir ‘başarı’ ortaya koydukları yok kendileri açısından. Kürt halkı ve siperyoldaşlarının destansı direnişi karşısında topladığı çetelerde çare olmuyor kendisine.
Bu saldırganlık ve savaş karşısında basitten karmaşığa, mücadelenin önümüze koyduğu tüm görevlere sıkı sıkıya sarılmalı ve bu görevlerin başarılması için sorumluluk içinde yoğun bir çaba göstermeliyiz. Bunu gerçekleştirebilmek için, basit gözüken ancak etkili çalışma ve mücadele biçimleri üzerine kafa yormak, güçlerimizi ve kitleleri eğitip bilinçlendirecek tarzlarda ısrarcı olmak zorundayız.
Kuralsızlıkta, “kirli savaş” yöntemlerinde, vahşette sınır tanımayan bir düşman karşısındayız. Ancak bu düşmanı iyi tanımak gibi bir avantaja sahibiz ve bu avantajı bugün mutlaka değerlendirmeliyiz. Psikolojik, askeri boyutları olan saldırıların yanıtlanması öncelikle bir devrimci irade sorunudur.
Mücadeleye ve kitlelere önderlikte ustalaşmak, yeni ve doğru kanallar açmak, güçlü alternatifler üretmek zorunda olduğumuz unutulmamalıdır. Israrla vurguladığımız şudur; Kana susamış bir düşman karşısında bilinçte, ilişkide, insanda çok yönlülük ve tam bir seferberlik yaşanması bugünkü koşullarda çok daha büyük önem taşımaktadır. İnsanları devrimci mücadelede, örgütlü saflarda kalıcılaştırmanın yolu, öncelikle bilinçlerde dönüşümü sağlayabilmekten geçmektedir. Bunun için tüm gücümüzü ortaya koymalı, attığımız her adımı bir eğitim aracı haline dönüştürmeliyiz.
Şunu aklımızdan hiç çıkarmamalıyız. İnsanların büyük bir kin ve öfkeyle dolu olduğu bu koşullarda bile, kendiliğindenciliği aşamadığımız sürece bir adım ileri gitmek, verim elde etmek mümkün olmayacaktır.
Diğer yandan, devrimci perspektif ışığında şekillendirilen pratik, bu pratik içinde yer alan insanları bugün yeterli deneyime sahip olmasalar da süreçteki gelişmelerle birlikte, hızla eğitir, şekillendirir. Bunları yaşıyor ve örneklerini görüyoruz. Fazlaca bir birikime sahip olmayan, fakat kararlı ve samimi insanları yetkinleştirip, olumlu yanlarını siyasallaştırarak sınıflar mücadelesine kazanmak, sürekliliğini sağlamak mutlaka başarılmalıdır.
Tarihin o hep ileriye dönen tekerleğini geri döndürmeye çalışan, hatta devrimcilerin kana boğulmuş, kurşunlanmış, parçalanmış bedenleriyle bunun önüne barikat kurmaya çalışan faşist rejime verecek güçlü bir cevabımız olmalıdır, vardır. Bu, mücadele sürecinin büyük bir sabır ve kararlılıkla örülmesi demektir.
Devrime ve sosyalizme giden bu yolda, mücadeleyi daha ağır bedellere de hazırlanarak, zaferi kazanıncaya dek sürdürmek sorumluluğuyla yer aldık bu kavgada. Bu vahşete, bu barbarlığa asla boyun eğmeyeceğiz. Bu mücadeleyi zafere taşıyıncaya kadar, kurtuluşa kadar savaşacağız.
Egemen sınıflar sistemi yeniden yapılandırırken, şiddeti temel bir unsur olarak kullanıyorlar. Bu topyekûn saldırının tüm devrimci ve düzen karşıtı güçlere yönelik olduğu açıktır. Ve bu saldırıyla insan hakları, demokratikleşme, barış söylemleriyle, çağrılarıyla geçmişin statükocu günlerine özlemdir. Ama unutmayalım ki, eskiyi tekrar etme çabası ölüleri diriltme çabasından farksızdır. Bu söylemlerin kimleri ve nasıl uyutmaya kalkıştıkları, bu kavramları hangi sınıfın ve kimin çıkarları çerçevesinde ele aldıkları bir kez daha görüldü.
Tarihin o hep ileriye dönen tekerleğini geri döndürmeye çalışan, bu vahşeti, bu barbarlığı asla unutmalıyız. Bu, mücadele sürecinin büyük bir sabır ve kararlılıkla örülmesi demektir.
Egemen sınıflar, sistemi yeniden yapılandırmaya giriştikleri bu süreçte, tek bir muhalif harekete dahi tahammül göstermiyorlar. Irkçı, şoven dalgayı yükselterek emekçi halka sefalet içinde, kölece bir yaşamı kabullenme dışında hiçbir seçenek hakkı bırakmak istemiyorlar. Her şeye rağmen, sesini yükseltmek isteyen tüm kesimleri sindirmek, susturmak için tüm güçlerini seferber ediyorlar.
Devrimci-Yurtsever güçlerin politik yaklaşımlarındaki zaaflar, öngörü zayıflıkları, dayatmacılık gibi çeşitli olumsuzlukların sonucunda ortaya çıkan tablo, siyasi iktidarın son darbeyi vurmasını çabuklaştıran etkenlerden biri oldu. Ama bu vahşi düzeni yıkmak ve yerine halkların özgür geleceğini inşa etmekte daha güçlü zemine ve potansiyele sahibiz bugün. Önemli olan bunu iyi görüp değerlendirmek ve tüm devrimci güçlerin bu yönlü ortak yönelimi daha derli toplu ortaya koyması ve birlikteliği örmeyi başarmasıdır.
Faşist rejimin savaş ve saldırılarını halkların örgütlü mücadelesi ve direnişiyle püskürtmek devrimcilerin görevidir. Bugün Kürt halkına dayatılan tasfiye, imha politikaları karşısında mücadeleyi ve direnişi sahiplenmek; birlikte direnmek ve mücadeleye güç katmak, saldırılar karşısında haklarımızın direniş mevzisini güçlendirmek devrimci görevdir. Bu görev tüm tarihselliğiyle önümüzde durmaktadır. Bugün Efrîn direnişinin de gösterdiği gibi tarih tanıktır ki, son sözü hep direnenler söyledi, yine son sözü onlar söyleyeceklerdir.
Dünyanın birçok yerinde Efrîn’e yönelik faşist Türk devletinin saldırıları kınanırken, özellikle Avrupa’nın tüm şehirlerinde Kürdistanlılar ve devrimci kurum ve kuruluşlar her gün sokaklarda. Giderek büyüyen ve her geçen gün büyük kitlelerin öfkesi sokaklara damgasını vuruyor. Bunu ülkeye yaymak, ülkede ki içe kapanma, sinmiş görüntünün atında ki içten içe büyüyen öfkeyi ortaya çıkarıp yönlendirmek, ona öncülük etmek temel sorumluk ve görevimizdir.
Şemdin Şimşir
01 Mart 2018