BÖLGESEL PAYLAŞIMIN YENİ EVRESİNDE KÜRT DEVRİMİNİN SORUNLARI VE TÜRKİYELİ DEVRİMİN MEVZİLENMESİ

Seçimden bu yana Türk siyasetinde bazı gelişmeler oldu; meclis başkanı seçildi, savaşa niyetlenildi, vb..  ama siyasal belirsizlik hala devam ediyor. Egemenler yarınlarını göremiyorlar. Burjuva reel politikasına kendini bağlayan liberal ve oportünist solcular da..

Şimdilik belli olan DC’nin devlet ve süreç analizlerinde hep vurgulaya geldiği şeydir: AKP-RTE, her ne kadar geleneksel oligarşik bloku dağıtmakta önemli bir aparat olduysa da, sınıfsal mecali bu devletin ögelerini kendine göre yeniden yapılandırmaya yetmemiştir. TC’nin baskı aygıtı olarak TSK ve MİT, AKP-RTE’ye karşı kendi göreli özerkliklerinde ayak diretirken aslında ABD’nin karar organlarına bağlı olduklarını ilan etmişlerdir.  

Gündemdeki Türk siyasal sürecinin tarifi ve doğrultusu şudur: Hangi ara dönemlerden geçerse geçsin TC’nin yeni oligarşik bloku, ordunun ve kodaman/şirketleşmiş bezirgânlığın kendisine bağlandığı geleneksel finans kapitalizmin merkeziliğinde oluşacak, yani daha saf bir düzlemde bir finans kapital oligarşisi olacaktır.  Emperyalizm, doğrudan ve dolayımsız yeni sömürge ilişkileri çerçevesinde Türk oligarşisini bölgesel yeniden paylaşımın bir uç unsuru olarak işlevlendirecektir. Üzerinde konuşulmuştu; Türkiye finans kapitalizmi BKP’ye göre mevzilenecektir ya da başka bir ifadeyle BKP en birincil aparat olarak TC’ye misyon biçmektedir. Böylece bu birincil faktörün birinci görevi Ortadoğu’yu yeniden yapılandırma sürecine boylu boyunca uzanmak olarak tarif edilmiş olmaktadır.

Oligarşinin bu misyonu gerektiğince yerine getirilebilmesi için, başarabildiği oranda, AKP-RTE döneminin eğitim, adalet, maliye ve askeriye gibi alanlarda bir ara sınıf iktidarı olarak yol açtığı gerici bozulmaları kimi modernist reformlarla gidermesi neredeyse bir ön koşul niteliğindedir, çünkü böylece finans kapital bir yandan kadim sermaye üzerindeki egemenlik bayrağını yükseltirken diğer yandan sömürge demokrasisinin yayılımı içinde kentli sınıfların, özellikle orta sınıfların desteğini kendine yedekleyebilecektir. Bu program yeni oligarşik blokun Türkiyeli suni dengeyi tahkim operasyonu niteliği taşıyacaktır, çünkü emperyalizmin TC’yi görevlendireceği sınır ötesi operasyonlara karşı Türkiyeli emekçi sınıfların ve halkların muhalefetinin etkisizleştirilmesinin en güçlü dayanağı bu tarz tahkim edilmiş bir suni denge olacaktır.  

Evdeki Hesap

BKP, Rojava özerk alanı + Rakka merkezli sünni Suriye alanı + Akdeniz’e dayalı Şam, Lazkiye yayılımlı Alevi alanı toplamından oluşan, muhtemelen Esad’ın yokluğu ön koşulunda Lübnan modelli bir yeni Suriye önermektedir. Bu sürecin bir paralelini de Ramaldi merkezli olarak Irak’ta gerçekleştirmeyi öngörmektedir. Irak’ta güneyin Kürt bölgesel yönetimi + Tigrit merkezli sünni eyalet + güneyde Şii bölgesinden oluşan ve gene Lübnan hukukunda federal bir Irak tasarlanmaktadır. Böylece Irak’tan Suriye’ye yayılan bir alanda gerici, kontrol edilemez ve modern pazara eklemlenmesi sorun olan cihatçı kabileleri Türk ordusunun ve giderek eski Saddam Baas’ının kontrolünde bir siyasi şekillenmeye dönüştürmek BKP’nin temel hedeflerinden biridir. Başarılırsa bölgedeki şii hilal, Şam’dan Tahran’a iç bağlantıları kopartılıp etkisizleştirilecek, tarihi ortayol üzerindeki egemenliğiyle Amerikan emperyalizmi, birinci paylaşımda İngiliz-Fransız sömürgeciliğine göre şekillenmiş Ortadoğu’yu bu yeni evrede kendine göre yeniden şekillendirmiş olacaktır.

Evdeki hesap budur.

Tercih “Eşme Ruhu” mu?

Bölgesel plan yukarıdaki gibi konuldu mu kolaylıkla anlaşılabilmektedir ki, bu planın sorunsuz işleyişi ancak Türk ordusunun Kürt devrim güçlerince “Eşme Ruhu”yla Rojava altı sünni alanlara taşınmasıyla mümkün olabilecektir. Bir başka ifadeyle emperyalizmin bu oyununu bölgede bozabilecek yegâne güç Kürt devrimidir. Bu durumda bölgesel gelişmeler Kürt devriminin, kendi uluslaşma sürecinin kazanımları açısından, emperyalizmin bölgesel politikalarına paralel bir mevzileniş içinde mi yoksa ona karşı bir mevzilenme içinde mi olup olmayacağına göre bir seyir izleyecek demektir.

Burada Kürt özgürlükçülüğünün Rojava devrimine endeksli ulusal/sınıfsal önderlik çizgisi belirleyici olacaktır.

Rojava devrimi Kürt özgürlükçülüğü için tarihsel bir kazanımdır. Ancak bu devrimin başlangıç aşamalarına ilişkin “yığınak hataları” dün Kobane direnişinde olduğu gibi bugün de devrimin giderek devletleşme sürecine girdiği bir kritik eşikte hala önemli tercih zorlukları üretmektedir.

IŞİD, Barzani ve TC tarafından kuşatılmış olan Rojava’da devrimin ayakta kalması ve derinleşmesi için emperyalist küresel dünyanın genel kabullerine ihtiyaç duyması geleceğe ilişkin tutulacak yol tercihinde oldukça fazla miktarda ve stratejik özellikli sorunlar içermektedir. Rojava devriminin böyle bir kuşatma altında bugün hala ayakta kalabilmesinin en geçerli etmeninin Amerika’nın diplomatik ve askeri/hava koruması olduğu ortadadır. Kürt özgürlükçülüğünün özellikle Suriye alanında öne çıkmaya başlayan emperyalist yayılmacılığa karşı tavır almasının karşılığında bu askeri ve diplomatik korumanın kalkması halinde önce IŞİD’in, ardından TC’nin doğrudan saldırılarına maruz kalacağı bir kehanet sayılamaz. Ve bir brakuji’ye yol açmasa da, örneğin bu sıralar Medya Savunma Alanları’nda varlığını oldukça hissettiren KDP kuşatması karşısında Rojava devriminin destek gücü de oldukça sınırlanabilecektir.

Kürt burjuvazisinin uluslararası emperyalist destek ve eldeki mevzilerin küresel diplomasi tarafından tanınması karşılığında emperyal projelere angaje olmakta bir sakınca görmeyeceği hatta bu yolu zorlayacağı açıktır. Aynı zamanda Rojava devrimini ayakta tutmak ve Kürt uluslaşması gibi Kürt halk muhalefeti üzerinde etkili olacak çok önemli argümanlarla sahip olduğu da görülebilmelidir.

Ancak gene de çok açıktır ki Kürt özgürleşmesinin karşısına dikilen bu konjonktürel darboğaz KCK’nin devrimci önderliği için de aşılamaz bir taktik moment oluşturamaz.

Gereği Kürt devrim bayrağının kuzeyde, Türkiye Kürdistanı’nda yükseltilmesidir.

Yapılamaz bir taktik hamle değildir.

Yoksa “Yığınaktaki Hata”nın Giderilmesi mi?

Yığınak hatası, Rojava devriminin kantonlar arasındaki kopukluğun yol açtığı zaafı AKP-RTE iktidarının oyalayıcılığındaki “çözüm süreci”ne emanet etmekti. Tıpkı 2012 seçimlerinde olduğu gibi AKP-RTE iktidarı içindeki sömürgeci çakalı bu kez Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen ertesinde açığa çıkartarak Kobane’yi düşürmeye kalkmıştı. 7 Haziran seçimlerinden sonra aynı yığınak zaafının Tel Abyad koridoruyla giderilmeye çalışıldığını görüyoruz. Ve gelişmenin yine Amerikan eskortluğunda gerçekleştiğini görüyoruz. Bu durum elbette daha önce Kobane direnişi sırasında da yaşanmıştı ancak şimdi işin içinde bir yeni düzey vardır. Kürt savaşçıların Ayn el Isa gibi Arap bölgesi derinliklerinde istihdamına yol verildiğine göre anlaşılmaktadır ki, Rojava devrimi ilk seferinde Duhok anlaşmasıyla ödediği bedeli, bu kez “yeni Suriye”nin kuruculuğu gibi emperyalist bölge politikalarına “ortak” olarak ödemek zorunda kalmaktadır. “Ortaklık”, Amerikan senato komitesince dile getirilen övgü dolu mesajların içinde geçen bir kavram olarak oldukça ürkütücü düzeydedir. Ve yeni konjonktürün daha henüz çok başında olduğumuz unutulmamalıdır.

Amerikan eskortluğunda açılan koridoru gereksiz bırakacak olan 40 yıllık Kürt özgürleşme mücadelesinin bakur alanında yarattığı verili siyasal düzeydir. 6-7 Ekim serhildanlarının ve 7 Haziran seçimlerinin gösterdiği gibi Türk sömürgeciliği bakurdan ideolojik ve siyasal olarak püskürtülmüş durumdadır. Gene de bölge üzerinde Türk sömürgeci hukukunun varlığı koşullarında böylesi bir üstünlüğün bile, Kürt burjuvazisinin ve Türk liberallerinin yıllardır tekerlediklerinin aksine, bölgeye ne barış ne de çözüm getiremeyeceği yaşananlar itibariyle artık çoktan anlaşılmış olmalıdır. 

Kuzeyde devrimin yükseltilmesi hem kuzeyin özgürleşme yolunun açılması, hem bölgede emperyalist hesapların alt üst edilmesi, hem de Rojava devrimini Duhok anlaşmalarına, Türk koridorlarına, peşmerge desteğine ve Amerikan korumasına mahkum eden “yığınak hatası”nın giderilmesi için mümkün ve büyük bir fırsattır.

Sömürgeci Oyalama Politikalarının Devamı Kaçınılmazdır

Aksi bir yönelme açısından göstergeler nettir; AKP-RTE iktidarı açısından; gerçekleştirilen hava saldırıları, askeri yığınaklar ve dozu giderek artırılan “kamu düzeni” söylemi, İmralı tecridi  “Kürt sorunu yoktur” tarzında ifade edilen Türk sömürgeciliğinin pratik göstergeleri halindedir.

Bizim hipotezimiz itibariyle; AKP-RTE iktidarının tasfiyesi koşullarında da durum aynı olacaktır.

AKP’den sonra gelecek yeni hükümet açısından da sömürgeci oyalama taktiklerinin önümüzdeki süreçte devamı gene kaçınılmazdır, çünkü ABD emperyalizmi Türk ordusunu, kentli orta sınıfları, 13 yıldır AKP’yi iktidarda tutan orta Anadolu gerici yığınlarını sınır ötesi bir savaşa yönlendirebilmek için Kürt sorunun çözümünde gerçek ve ileri hamleler yapmaktan ve yaptırmaktan özellikle kaçınacaktır.

Ve bunun yanı sıra, emperyalizmin bölgesel bir Kürt-Türk ittifakı yaratma ihtiyacı kendisi için oldukça stratejik olduğundan bu ittifakı burjuva/Barzani önderlikli ve bu önderliğe benzeştirilmiş bir Rojava devrimi ve KCK/PKK’nin bu devrime yedirilerek tasfiyesi üzerinden yaratmak isteyeceği de kolayca tahmin edilebilir. Bu durumda siyasal panonun bu gidişe uymayan ve özellikle Kürt devrim önderliğine ait çıkıntılarının hızla ve hırsla tesviyesinin de emperyalizmin gündeminde olacağı ortadadır.

Bu koşullarda, Kürt devrimi, bakur’daki Kürt halk muhalefetinin geldiği bugünkü seviye itibariyle “Türkiyeli”leşip parlamenter çoğunluklarla kendi ulusal ve tarihsel hak kazanımlarını elde etmek gibi kendi siyasal inkârına dayalı bir yol tutturmayı düşünmüyorsa, artık hızla Türk parlamentosundan Kürt halkının anayasal kimlik güvencelerini elde etmenin siyasal ve/ya askeri yollarını yeniden zorlamak zorundadır. Kendi payımıza biz, Kürt devrimince her türlü çözüm ve müzakere sürecinin ön koşulu olarak Öcalan’ın özgürlüğünün talep ediliyor olmasını şimdiden bu yolun seçildiğine dair bir işaret olarak okumak isteriz.

Kürt Devriminde Sınıflar Mücadelesi

Kürt devriminin ulusal karakterine bağlı olarak içinde değişik sınıf eğilimlerinin ve çizgilerinin varlığını ve zaman zaman bunlardan birinin Kürt halk hareketinin öncülüğü için diğerine baskın bir şekilde öne çıkabildiğini DC sütunlarında belirtmiştik. Yeniden paylaşım ya da bölgesel yeniden yapılanma gibi nitelemelerle tarif edilen bugünkü kritik süreçlerde bu tarz öncülük çelişmelerinin öne çıkması ve görünür olması da kaçınılmazdır. Yukarıda belirttiğimiz kuşatılmışlık içinde Kürt devriminin Rojava’da devletleşmesi bu çelişmelerin kendini en fazla görünür kıldığı bir alan olmaktadır.  Örneğin“Eşme Ruhu” Rojava özgürleşmesinde bir sapmadır ve KCK kurmaylığı tarafından ihtiyatla karşılanmıştır. Ve Tel Abyad sonrasında YPG’nin Ayn el Isa’da kendini göstermesi keza KCK kurmaylığınca eleştirel karşılanmıştır. Kobani’de olan patlamalar ise KCK kurmaylığınca “yönetim boşluğu” olarak mahkûm edilmiştir. Bu arada Barzani KCK’yi Medya Savunma Alanları’nda “misafir” ilan etmiştir.. Öcalan’la ilgili yapılan bütün temas girişimleri karşılıksız kalırken Salih Müslim’in, hem de Amerika’nın Suriye ile ilgili askeri-diplomatik heyetlerinin Türkiye’yi ziyaret ettiği günlerde Türkiye’ye gelip gittiği haberleri basında yer alıyor. Keza TC’nin PYD politikasının değişmekte olduğuna dair haberler basında yer alırken HDP milletvekili Celal Doğan partinin bilgisi dahilinde RTE ile bir “eski dost” ziyareti yapıyor, vb.. Bütün bu veriler itibariyle denebilir ki, üç parçadan Kürt burjuvazisi önümüzdeki dönemi siyasal bir öne çıkış hamlesi olarak değerlendirmek istemektedir.

Emperyalizmin de temel yönelmesi Rojava devriminin siyasi ve askeri yaşamsal ihtiyaçları itibariyle yarattığı çekim alanına Kürt özgürlük hareketinin ideolojik ve siyasal akışını sağlamaktır. Daha yalın bir deyişle PKK’yi PYD içinde sönümlendirmektir. Böylece hem güneydeki Kürt yönetimi rahatlayacak, hem kuzeydeki Kürt muhalefeti tümüyle Kürt burjuvazisinin kontrolüne geçmiş olacaktır.

Özetle bölgesel yeniden yapılanmanın bu yeni evresi, Rojava devrimi kıskacında Kürt devriminin tasfiyesinin yeni bir tarzını gündeme getirmektedir.

Kürt Devriminde Kısmi Çözümler: Sancılı Gelecek

Kürt burjuvazisinin Rojava’da kısmi bir özgürleşme düzeyine kadar getirilmiş bir devrimi hızla kurumlaştırma isteğiyle Kürt devriminin özgür ve demokratik bir Kürdistan’ın kuruluşuna varması arasındaki tercih 40 yıllık bir savaşın içinden geçen bir halk açısından gerçekten de oldukça zordur.

İngiliz sömürgeciliği karşısında İrlanda devriminin ülkesel bölünmeyi göze alan çözümü bu açıdan çok yol göstericidir. Bilindiği gibi,1900’lerin başından itibaren başlayan İrlanda devrimi, Paskalya Ayaklanması’ndan geçen mücadele sürecini 36’da Güney İrlanda’nın İngiliz sömürgeciliğinden kurtarılmasıyla nihayetlendirmiştir. Bu geri çekiliş aslında daha trajik örneklerini İspanya ve Brezilya devrimlerinde göreceğimiz gibi Sovyetler Birliği’nin önderliğindeki uluslararası işçi hareketinin ikinci paylaşım öncesinde batı burjuvazisiyle “tek ülkede sosyalizm” ekseninde buluşmasının yarattığı uluslararası bir konjonktürel eğilim içinde gerçekleşmişti. Ve gene ardından, İrlanda özgürlükçülüğü, bu kez 60’larla yükselen geri ülkelerin devrimci kalkışması konjonktüründe İngiliz sömürgeciliğinin büyük kıyım ve zulmü içinde bir kuzey devrimi haline dönüştü.

Bugüne kadar liberal burjuvazi tarafından mücadelenin silahsızlanmasının ve barışçı çözümün bir örneği olarak gösterilen İrlanda, kısmi çözümün bütünün diğer parçalarında nasıl kanlı ve sancılı sömürgecilik uygulamalarına ve iç çatışmalara yol vereceğine örnek olarak bundan böyle bizler tarafından özellikle etüt edilmelidir; çünkü kısmi çözüm, mücadelenin daha ileri evrelere ulaşma ihtimali karşısında düşmanın vermek zorunda kaldığı bir ödün, daha büyük kayıplara uğramamak için yöneldiği bir geri çekilme planı olarak değerlendirilmelidir. Hatta Vietnam devriminin evreleri bile bu bağlamda yeniden gözden geçirilebilinir.

Bu çerçevede Rojava’nın özgürleşmesi ve güneyli Kürt yönetimiyle ortak uluslaşma sürecine girilmesi elbette Kürt ulusal tarihi ve Ortadoğu’nun Kürt kimlikli yeniden yapılanması açısından olumludur ama emperyalist ve sömürgeci güçlerin bölgesel çapta olgunlaşmış bir devrimci sıçrama konağını boşa düşürmeleri açısından büyük negatif riskler içermektedir. Hele ki Kürt çözümünün kendini gösterdiği zemin bölgesel bir paylaşım savaşı kapsamında oluyorsa Kürt halkı için emperyalistler, sömürgeciler ve işbirlikçiler açısından öngörülen kanlı geleceğe dair en ufak bir kuşku taşımak mümkün değildir. Ve bu kanlı gelecek hem yakında hem de çok uzun bir süreç olarak planlanmaktadır. Önce Suriye ve Irak’ın Lübnanlaştırılması, ardından İran’ın rejim değişikliğine zorlanması.. Biliyoruz ki Türkiye Kürdistanı, DC birikiminin 2004’ten beri dillendirdiği Çald-İran süreci boyunca, Türk sömürgeciliğinin insan, madde ve saha lojistiği olarak tutulacaktır. KDP-İ’nin silahlı mücadele için İran sahasında kendine yer araması neyin işareti olabilir ki? Ya hele, kimi gerilimler sonrasında da KCK’nin bu yeri KDP-İ’ye vermesi? Vb.. vb..

Oysa kuzey devrimiyle birleştirilmiş bir Rojava devrimi Türkiye ve Kürdistan derinlikleri itibariyle büyük bir bölgesel alt üstlükle bölge halklarının çetelerden, sömürgeci tahakkümlerden ve emperyal egemenliklerden kurtulmasının yolunu açmada ve demokratik “Ortadoğu Konfederalizm”ine varmakta daha gerçek ve daha somut güzergâhlar oluşturacaktır.

Ancak ne yazık ki, bütün bu ihtimaller ve süreç kaymaları itibariyle Türkiye ve bölge halklarının KÖH’nin ideolojik ve siyasal kurmaylığından başka tutunacak bir umut halkası yoktur.  Ve açıktır ki bu halka verili koşullarda İmralı’ya takılı olduğu durumda bu gerilimi taşımakta oldukça zorlanacaktır.

Konunun Geri Kalanı: Türkiye Solu

Kürt devrimi Rojava devletleşmesini küresel bir uyum içinde geliştirmeyi tercih ederse… Bu ön kabulün mantık yürütümü, bizi,  kuzey Kürt siyasetinin artık liberal Kürt burjuvazisinin kültürel özerklikler programıyla HDP türü “Türkiyelileşmiş” tarzlar üzerinden sömürgeciliğe yeniden bağlandığı bir evreye doğru yola çıkacağı sonucuna getirir. Bunun siyasal pratik tezahürü ise Kürt halkına dayalı Türkiyeli kitle muhalefetinin sönümlenmesidir. 6-7 Ekim serhildanlarının gerekçelerinin ortadan kalktığı koşullarda Kürt kitlelerin sokaktaki varlığı Gezi Haziranı’ndakinden daha ileri olmayacaktır.

Ancak AKP-RTE iktidarının kendini küresel/bölgesel politikalara dayatma koşullarında, bu başka bir ön kabul halidir, 6-7 Ekim serhildanlarıyla Gezi Haziranı kitlelerinin yan yana gelmesi söz konusu olabilecektir ki, mantık birinci ön kabulün de geçerliği koşullarında kurulduğunda sonuç: bu toplam kitlenin emperyalistler tarafından tıpkı Arap kalkışmalarında olduğu gibi sistem rönesanslarına enerji kılınmasının ve zaten gündeme alındığı haliyle bir iktidar değişikliğine manipüle edilmesinin önüne geçilemez niteliği olacaktır. Sonuç emperyalizm destekli yeni oligarşik yapılanma olduğunda Kürt muhalefeti ve Türkiye’nin kentli orta sınıf muhalefeti ve Aleviler üzerinde kurulacak yeni suni denge düzeyiyle bu kitlenin daha önce olduğu gibi sokaklardan çekileceği açıktır.

AKP-RTE iktidarının aşıldığı, doğrudan yeni oligarşik blokun iktidarı oluşturduğu koşullarda yukarıdaki kapsam, içinden Kürt muhalefeti çıkarıldığı haliyle gene geçerlidir. Oligarşinin sınır ötesi yönelmelerinde bile devletle bağı itibariyle Türkiye’nin kentli orta sınıf kitle muhalefetinin sistem karşıtı bir şekilde ajite olması ya da verili ajitasyon halinin kararlı bir sokak muhalefetine dönüşmesi tarih-toplumsal yatkınlıklar itibariyle pek mümkün görünmemektedir.

Bu suni denge kapanından çıkışın iki hali mevcuttur.

Birincisi proletaryanın meydanlara akmasıdır. Gezi Haziranı’nın 70 Haziranı’na taşınmasıdır.

Havuzda Sörf Olmaz!

Dünya bankası Türk ekonomisindeki büyümeyi %3 olarak saptamış. Gelecek yıl için öngörüsünü de %3.9’dan %3.5’e çekmiş durumda ve TC bu yılın geri kalan bölümünde 165 milyar dolarlık bir dış borcu çevirmek zorunda.

Emperyalizmin ve oligarşinin, böylesi büyük ekonomik cendereler içindeki bir ülkeyi siyasal bir aktör haline getirebilmesinin ön koşulu bu ülkenin aynı zamanda önemli bir yatırım alanı haline getirilmesinden, birikim fazlası krizine uygun olarak istihdamından geçmektedir. Yani Türkiye’nin hızla bir işçi cehennemi, bir sermaye cenneti, Ortadoğu’nun Çin’i, “düşük ücret-yüksek büyüme” alanı haline getirilmesi gerekmektedir. Bu çerçeve proletarya açısından yoğun sömürü, toplum açısından ise istihdamın artışıdır. Birinci yanıyla sınıfsal çelişkiyi azdırır, ikinci yanıyla suni dengeyi güçlendirir. Geride bıraktığımız “metal fırtına” gözlemi önümüzdeki dönemde proleter eylemin kendini hissettirici bir ağırlığı olacağına dair bir umut yaratsa da, aynı “fırtına”nın düzen içi kalma gayreti verili suni denge koşullarında proleter eylemin bir toplumsal kalkışmaya tekerlenebileceği konusunda derin kaygılara da kaynaklık etmektedir. Neticede anılan “fırtına”nın durgun sınıf mücadelesi denizindeki bir kıpırtıya olan hasretimizi ifade etmekten daha geçerli bir hali olmadığı da ortadadır. Ne yapalım ki, bu tür dalgalarda devrimsel sörflerin kinetiği yoktur. Bu görülebilmelidir.

O halde?

4. Dönem Atılımının Tamamlanması

Liberal sol, Kürt burjuvazisinin eteğine yapışarak Kürt devriminin rüzgârından yararlanmayı bildi. Popüler olduğu haliyle Emin Oktay tarihine “Kürt halk muhalefeti seçimlerden başarılı çıktığı için biz de başarılı çıkmış sayıldık” diye geçmeyi başardı. Ya BHH’da toplaşan oportünist sol?

7 Haziran seçimlerinin AKP-RTE’den de çok kaybedeni Türkiye oportünizmi olmuştur.

Savaş konjonktürlerinin kaçınılmaz oportünizmi sosyal şovenizmden kendilerini kurtaramadıkları için ne seçimsel bir taktik, ne konjonktürel bir söylem geliştiremediler. İdeolojik, örgütsel ve politik bir kaos içerisindeler. DC yazılarında BHH, Bolşevik devrimin Ağustos Bloku’na analojiyle anılmıştı. Yani büyük bir savaşa giderken kendi burjuvazisiyle uzlaşmayı esas alan oportünistlerin bloku; krizden devrim çıkarmayı değil, devrimden kaçıp kendi burjuvazisinin iktidarını tahkim etmeyi esas alan oportünistlerin bloku.. Lenin der ki, Ağustos bloku daha kurulduğu andan itibaren dağılmaya başlamıştır.  Nedeni bellidir; çünkü savaş ve emperyalist burjuvaziden yana olmak proleter muhalefet içinden püskürtülmeyi getirir. BHH da kurulduğu andan itibaren dağılmaya başlamıştır ve kurucuları yeniden nasıl ayakta kalırız’ın tartışmaları içindedirler. Ancak çareleri yoktur. Liberalleri ve oportünistleriyle Türkiye solu kendi ajitasyonunu “barış” ve “çözüm” paradigmalarına bağladığı için bu zeminden özerk ve bağımsız bir insiyatifle çıkma gücünde değildir. Yani statükonun dışına çıkma şansı yoktur.

Oportünistler ve liberaller siyasal pozisyonlarını “toplumsal uzlaşma” ve “sosyal barış” hattına göre düzenlerlerken, devrim, kendi pozisyonunu sınıflar savaşı hattında kuranların işidir. Bütün düzeyleriyle verili suni dengeyi parçalama fonksiyonu ancak bu hatta mevzilenmekle başarılabilecektir.  

Ve bu mevzilenişin hediyesi:

Kürt özgürlükçülüğünün, burjuva önderlikle bölgesel reel politik dengelere yaslanmaktansa devrimci öncülükle devrimsel ittifaklara yönelmeyi tercih etmesi olabilir. Örneğin Türkiye devrimiyle Rojava’da gelişen ilişkilenme, daha önceleri de FKBDC, BDGP ve Devrimci Birlik süreçlerinde denendiği gibi yeniden stratejik ittifaklara yükselebilir.

Türkiye ve Kürdistan devrimlerinin, içinde bulunduğumuz aşamada, TC gibi sömürgeci bir merkeze iradi, ideolojik ve siyasal yönelimi, yani Kürt devriminin dördüncü stratejik dönem devrimci halk savaşı atılımıyla, Türkiye devriminin dördüncü dönem devrimci savaş atılımının senkronik örgütlenmesinin bölge devriminin şafağı demek olduğu açıktır.

Ancak bu türev gelişmeleri beklemeksizin gene de dönemin görevi:

Dönemin sancılarını devrimci krizlere evrilterek proleter ve yoksul kitlelerde devrimci isyanı açığa çıkartacak örgüt ve mücadele tarzlarının kurumlaştırılması, kolektifleştirilmesi, koordine ve organize edilmesidir. Bunun için devrimci savaşı metropol merkezlere taşıyan ve düşman karargâhlarına yönelten askeri politik hazırlıklı cephesel bir kurmay oluşturmaktır. O halde Bostancı-Gezi-Kobane direnişleriyle kırılan 3. dönem oportünizm dalgasının yerine giderek yerleşmekte olan 4. Dönem devrimciliğinin kurumlaşması için gereken örgütsel stratejik hamle yapılabilmelidir.

Devrimin geç kalmış mevzilenmesini hızla bir cephe hattında tamamlayarak aşmak görevdir.

Hatta bugünden önceki zamanların ajitasyonunda  “birleşiklik”i tarif için kullanılan bu ve benzeri tanımlar mücadelenin geldiği bugünkü aşama ve Rojava devriminin varlığında artık daha somut olarak ifade edilmelidir.

DC’nin sorunu biraz da erken konuşmaktır. Bununla birlikte bu konuda erken konuşmayı önümüzde giderek daralan zamanı çarçur etmeyecek bir öngörü/öneri meselesi için bir kez daha deniyor ve diyor ki;

Türkiye halkının kurtuluş cephesi inşa edilmelidir.

THKC bir KCK modeliyle hızla oluşturulmalıdır.

Kendi evriminden ve içinden THKO’sunu ve gerçek TKP’sini çıkaracak tarzıyla halkın devrimci örgüt ve kümelerinin kolektif alanı ve doğurganlığı devreye sokulabilmelidir.

Rojava devrimi böyle bir devrimci doğuş için uygun yataklık koşullarını taşımaktadır.

 

Ali Efe

9 Temmuz 2015

Önceki İçerikAlper Cakas ölümsüzlüğe uğurlandı
Sonraki İçerik12 Temmuz Şehitleri Ölümsüzdür…