* devrimcikarargah.org’dan alinmistir
14 Mart 2016/ Rojava
Devrimci Karargâh’ın uzun yıllardır ajitasyonunu yaptığı devrimsel blok nihayet kuruldu; Türkiye ve kuzey Kürdistan halklarının birleşik devrim hareketi oluşturuldu.
İki ülke, Türkiye ve Kürdistan devrimleri açısından, ama içinde bulunduğu oldukça kötü durum itibariyle özellikle Türkiye devrimi açısından görece çok daha önemli, çok tarihsel bir adım atılmış oldu. Ya da başka bir şekilde söyleyecek olursak, atılan bu adımı tarihsel bir karşılığı olacak şekilde geliştirmek artık bu bloku oluşturan Türkiye ve Kürdistan örgütlerinin boynunun borcudur.
Hatırlanacaktır; 2011-12 sürecinde, yani Kürt özgürlük hareketinin üçüncü dönem politikalarına son vererek dördüncü stratejik döneme geçiş yapmaya ve bu zeminde devrimci halk savaşını yükseltmeye çalıştığı bir süreçte Kürt burjuvazisinin ve liberal Türk solunun üçüncü döneme uygun “Ankara siyaseti” ve “barış ve çözüm” oyalanmalarına karşı Devrimci Karargâh, böyle bir birleşik devrimci cephenin gereğini vurgulamaktaydı. Ama bizim konumumuzda yeterli olmak mümkün değildi ve dönem üçüncü dönem politikalarına göre şekillendi.
Bu sadece Kürt siyasal sürecinin evreleri itibariyle değil, ondan daha fazla olarak Türkiye sosyalist hareketinin kendi iç devreleri itibariyle böyle oldu. Devrimci Karargâh’ın kendi varoluşunu temellendirdiği şekliyle, Türkiye devrimci hareketinde dördüncü döneme tekabül edecek bir devrimci savaş sürecini geliştirmek mümkün olmadı. Metropollere ait bütün sol siyasal alan liberal sol hegemonya altında taşlaştı.
Ardından Gezi Haziranı ve Kobane Direnişi geldi.
Gezi Haziranı devrimin ve devrimci savaşın yokluğunda, işbirlikçi Kürt siyasetinin “provokasyon” çığlıkları ve oportünist Türkiye solunun “kara mizah”ıyla ile kurutuldu ve söndü.
Kobane direnişinde ise AKP-RTE iktidarının gerici ve sömürgeci despotizmi bütün çıplaklığıyla açığa çıktı. Bir taraftan, Rojava devrimi içinde mevzilenme Türkiye sol hareketinin oportünist üçüncü dönemini açmazlara boğarken diğer taraftan Kürt devriminin işbirlikçi burjuvazi eliyle içinde tutulmaya çalışıldığı oyalama siyasetlerinin sonuna gelindi. Artık ne Türkiyeli oportünizmin ne de Kürt burjuvazisinin siyaset önerme ve örgütleme gücü kalmamıştı. Tam bu dönemde, uluslararası emperyalizmin ve Türk sömürgeciliğinin DAİŞ momentumu ekseninde bölgede ve ülkede geliştirdiği planlarına karşı aynı birleşik devrimci cephe önermesi Devrimci Karargâh tarafından yeniden dillendirildi.
Her ne kadar oportünizm ve işbirlikçi liberal burjuvalar siyaseten geri düştülerse de devrimci yükseliş ortaya çıkan boşluğu dolduracak yeterlikte değildi ve buna bağlı olarak Devrimci Karargâh ya da başka bir öncü örgütlenme, süreci bu temelde domine etme gücünde değildi.
7 Haziran ve özellikle 1 Kasım seçimleri sonrasında AKP-RTE sömürgeciliğinin imha amaçlı Kürt politikasının şiddetlendiğini ve Kürt halkının özyönetim talebine karşı bütün sınıflardan Türk şovenizminin bu yönelime kolayca yedeklendiğini gördük. Bu durumda Kürt devrimi Türkiyeli metropollerde devrimsel bir muhalefet gelişmeden Bakure Kürdistan ve Rojava alanlarında kalıcı bir siyasal kazanım elde edilemeyeceğini temel saptama olarak öne çıkardı. Ardından Türkiye ve Kürdistan devrimlerinin birleşik çizgisinin inşası bir proje olarak öne çıktı.
PKK’nin bu önerisi Devrimci Karargâh tarafından bölge halklarının özgürlük ve demokrasi mücadelesi açısından son derece tarihsel, çökkün Türkiye devrimciliği açısından ise yüksek derecede heyecan ve umut aşılayıcı olarak değerlendirildi.
Devrimci Karargâh’ın, kendi siyasal planında zaten çoktandır geliştirdiği bu cephesel oluşumun maddeleşmesi için somut tavır alması ikirciksiz oldu.
Daha önce kullandığımız argümanların diliyle yineleyecek olursak, bu gelişme, özellikle kendi “Ağustos bloku”nu Birleşik Haziran Hareketi adı altında toparlamaya çalışan Türkiyeli oportünizme karşı Türkiyeli devrimin kendi Prag konferansını özgür Kürt dağlarında Birleşik Devrim Hareketi olarak örgütlemesi olarak görülmelidir. HBDH, emperyalist ve sömürgeci savaş koşullarında Türkiyeli ve Kürdistani emekçi halklara gösterilen çıkış hattı ve mevzilenme zeminidir.
Devrimci Karargâh literatüründe yeri geldikçe ifade edilmiştir; Ortadoğu sınıfsal şekillenmelerin ve sınıfsal davranış karakterlerinin keskinleştiği tarihsel süreçleri yaşamakta yavaş kalan bir coğrafya olarak tarih lokomotifinin kendisini ileri istasyonlara taşıyacak öznelerle buluşamadığı sürece aynı istasyonlara defaten uğradığı bir siyasal düzlem alanıdır. Bu nedenle, Dr. Hikmet’in belirttiği gibi, özellikle modern tarihe geçiş dinamikleri itibariyle batıda ortaçağ tek iken doğuda çok ve tekerrürlü bir tezahür göstermektedir.
Bundan beş-altı yıl önce yakalanan moment verili öznelerce değerlendirilemediğinde tarih treni benzer koşullu momenti yine verili öznelerin önüne getirmiştir. Ama özellikle metropollerin sessizliği ve kuzey Kürdistan direnişinin tedirgin edici eksiklikleri göz önüne getirildiğinde her tekerrürün olumsuz aşınmalarla yüklü olduğunu da görmekteyiz.
Şimdi moment yakalanmış görünüyor.
Kürt devrimi bu kez momenti tarihsel bir aşamaya dönüştürecek hamleyi yapmış durumdadır.
Ve Türkiye devrimci hareketi 2012-15’in bütün liberal aşınmalarının, düzen solculuğunun bütün alışkanlıklarının barikatını aşarak bu yeni momenti devrimcileştirmek için hem Kürt devrimiyle hem de ondan öte, birbirleriyle el ele vermiş durumdadır.
Gelinen aşama son derece stratejik ve son derece tarihseldir.
Hakkını vermek, hem kendi tarihiyle hem emperyalizmin ve sömürgeciliğin artık topyekûn bir savaşa döndürmeye yöneldiği konjonktür gerçeğiyle mücadele etmeyi yani ağır mücadele koşulları içinden başarıyla geçmeyi gerektiriyor.
Bu sıkıntıların izlerini daha yolun başında ortaya çıkardığımız belgede bile görmek mümkün. “Birleşik Devrim” zarfını bir antifaşist blok mazrufuyla doldurmak; AKP’ye karşı mücadeleyi, sanki biraz onu ayakta tutan emperyalizm ve oligarşiden arındırılmış bir zeminde ele almak ve hele sömürgeciliği hiç anmadan Kürt toplum muhalefetiyle yanyanalığı stratejik bir bağlama oturtabileceğimizi düşünmek bir miktar sorunlu görünse de, mücadelenin içeriği, şimdi bu tür sorunları sorun etmekten uzak, kısa vadeli hedefleri ortaklaştırmakta yeterli bir netliği önümüze koyabilmektedir.
Bu nedenle ünlü deyişin tekrarı bu günkü konumumuzu açıklamakta oldukça yeterli olmaktadır. Birleşik Devrim Hareketini oluşturmakla atılmış olan pratik adım bugün bir düzine programdan daha işlevli durumdadır. Türkiye ve Kürdistan devrimcileri bu pratik adımı atma gücünü gösterebilmişlerdir. Şimdi bu pratik adımı gereksindiği tarihsel içeriğe ve işleve oturtmak önümüzde bir görev olarak durmaktadır.