Bir işkencecinin anlattıkları ve devlette devamlılık esası… Mehmet Eymür

Sakin sakin anlatıyor… Yemek yer, su içer gibi… Hayatın doğal akışı derler ya, öyle bir doğallıkla… “E nerede yapılmamış ki, yapmışızdır biz de…” diyor. İnsanlık suçundan, işkenceden bahsediyor, bir zamanlar MİT Kontrterör Daire Başkanlığı yapmış Mehmet Eymür. Önce T24’ten Gökçer Tahincioğlu’yla yaptığı söyleşide, sonra da Halk TV’de çıktığı bir programda… Aslında sorgunun kendisinin  işkence olduğu hatırlatmasıyla birlikte, kendisinin de işkence “yapmış olabileceğini”(!) anlatıyor. Ama inanacak olursak kendisine, elektrik kullanmamış o, örneğin 90’ların Jitem’inden bellediğimiz göz çıkarıp kulak kesmek, yakmak, asit kuyularına atmak gibi ‘kabalıklara’ da meyil etmemiş, sadece falaka gibi “klasik” yollardan yürümüş. Bir de başka teknikler: “Bizim hanım arkadaşları bağırtırdık. ‘Kızını aldık’ derdik sonra suçluya. Bağıran bizim arkadaşımız. ‘Konuşacaksan konuş sıkıntıya girecekler yoksa’ derdik mesela. Tiyatro yapardık biraz.” (O işkence mezbahalarından geçenler, bu anlatılanın hiç de ‘tiyatro’ olmadığını, nice eş, dost, akrabanın ne alçaklıklarla karşılaştığını bilir diyelim ve geçelim.)

Çoğu insan, en azından “ben de işkence yaptım” derken Eymür’ün nasıl bu kadar sakin olabildiğine şaşırıyor. Eymür’le söyleşi yapan Tahincioğlu da “Tüm bu konularda konuşurken, oldukça rahat ve kendinden emin görünüyordu” diyor. O yıllanmış, tecrübeli, işbilir bir ‘görevli’ oysa; en iyi bildiği, en iyi yaptığı işi anlatıyor. Yıllarını vermiş bir öğretmen nasıl sular seller gibi anlatabiliyorsa işini; bir şoför nasıl kullanıyorsa arabasını; bir tekstil işçisi ellerinin, bedeninin bir parçası olmuş reflekslerle nasıl tezgah başında üretiyorsa… “Amcaoğluna uğradım, bi çay içtik, hasbıhal ettik…” misali bir sıradanlıkla ‘falaka yaptım’ diyen Eymür’ün bir ömür hasrettiği ‘işi’yle arasında öylesine bir doğallık var işte. İşini anlatıyor adam, neden heyecanlansın, niye utansın ki? İşkenceymiş, cinayetmiş vb… “Devlet benim gözümde her şeyi yapabilir” diyor ya. Böylesi bir ‘müktesebat’ ve  ‘meşruiyet’ zırhıyla kuşatılıp yıllarca mesai yapan birinden yaptığı işi sorgulayacak insanî bir duygu kırıntısı beklemek için çokça saf olmak gerek herhalde.

Kirlilik, kötülük nasıl bu kadar sıradanlaşabiliyor, nasıl bu kadar kötü olunabiliyor sorusunu da kendisi yanıtlıyor zaten işkenceci eskisi: “Temiz adam bizim işimize yaramaz”!

‘Biz’ derken, hikmetinden sual olunmaz devletin en temel ‘güvenlik’ kurumlarını kastediyor. İstihbaratından  Emniyetine… Yeşil’lerin, Çatlı’ların, Çakıcı’ların kullanılmasını böyle izah ediyor. Çok konuşuldu bunlar elbette, örneğin Jitemciler, itirafçılar az anlatmadılar, biliyorduk zaten ama işin başındaki birinden duymak daha farklı tabi ki. Nerede bir ipini kurtaran tip varsa onunla iş tutulduğunu, cinayetten santaja, tehditten haraç almaya, en kirli işlerde kullanıldığını bir ‘kurmay’ söylüyor.

Anlattıkları şu gerçeği işaret ediyor: “Temiz adam”ın işe yaramadığı işlerle iştigal eden devletin güvenlik birimleri… Şimdi Eymür’ün itiraflarını, yıllar yılı, kuşaktan kuşağa yutturulmuş, ‘Devlet temiz ve kutsal da içinden çürükler, kirliler çıkmış olabilir’ ezberinin yanına koyup soralım: Kirli olan sadece kullanılanlar mı? Kirlileri kullanıp temiz kalmak mümkün mü? vs…     

Velhasıl, kirlileri kullandık derken, kirli bir mekanizmayı faş ediyor Eymür. Kendisi demese de ne kadar kirli olduğunu… 

Ama yine de; temiz insanlarla ne işimiz olur diyor ya. Olur olur. Hayatınız temiz insanlarla uğraşmakla geçmiş zaten. Yaslanmışsınız kirli bir meşruiyet zırhına, uğursuz, kapkara bir mesaiyle ziftlenmişsiniz bir ömür boyu. İşkence etmişsiniz temiz insanlara, ülkenin devrimcilerine, demokratlarına, yurtseverlerine… “Çok inatçı tipler var, mecbur kalıyoruz işkenceye” diyor Eymür. Evet, inatçıdır onlar. Kirlenmemek için inat ederler de işkenceye çekilirler. Maksadınız, varlık nedeniniz ülkeyi, dünyayı, hayatı kirletmek değil mi zaten!?

Devletin güvenlik aygıtında bir zamanlar kurmaylık yapmış Eymür’ün gayet sakin ve soğukkanlıca bazı itiraflarda bulunması kadar, bu itiraflar karşısında cari devlet aygıtının alabildiğince sessiz, sakin ve sükunetini muhafaza ediyor olması, bütünlüklü gerçeği gözler önüne sermiyor mu zaten:

Eymür’ün anlattığı kirliliğin nasıl kesintisiz ve daha kapsamlı ve daha komplike devam ettiğini mafyacı Sedat Peker’in itiraflarında da gördük, görüyoruz. Ne diyordu Peker: “Cami imamı mı anlatacaktı, tabi ki pisliğin içinden biri olarak ben anlatacağım.”

Ne denir ki?

Pislik aynı pislik işte.

Vedat İlbeyoğlu

7 Kasım 2021

Evrensel Gazetesi

Önceki İçerikYÖK’ün kuruluşunun 40. yılı: Darbecilerin geleneğini AKP sürdürüyor
Sonraki İçerikBurası Kürdistan, ben de Kürt’üm