BAŞARACAĞIZ!

Mücadelenin temeli siyasi güvendedir. Bugün faşizmin içte ve dışta saldırganlığı, savaşı temel aldığı, işsizlik yoksulluk, keyfi tutuklamalar, gözaltılar, kadın cinayetleri tecavüzler, kısacası her yönde saldırmakta. Faşizmin bu topyekûn saldırısı karşısında mücadeleyi geliştirmek ve onu alt etmenin olmazsa olmaz yolların başında güven ve örgüt gelmektedir.

İnsan tanrıyı yarattı. Yarattığı tanrıya taptı. Güçsüzdü, çaresizdi. Bilmediği, anlam veremediği tüm olayları tanrının gazabı olarak gördü. Güvensizdi, güveni tanrıda aradı.

Kimi zaman savaşta yenilenler, yenenlere bağlandı. Çünkü çaresiz ve güvensizdiler. Var olma, yaşama hakları yenenlerin elindeydi. Güvenliklerini orada aradılar.

Sosyalist sistem çöktü. Yıkımın ve çöküntünün altında kalan sosyalistler, güvensizliklerini kapitalizme sarılarak gidermeye çalıştılar.

12 Eylül’de devrimci hareketler yenildiler. Yıkımın, tahribatın altında kaldılar. Her ayağa kalkışları yeni bir yıkım oldu. Güven biraz daha yitirildi.

Bir bütün devrimci hareket yenilgiler yaşadı. Tasfiye süreçlerine girdi. Bir bütün olarak, güvensiz, inançsız, savrulmalar yaşamış insan tipleri yanında, ideallerinden uzaklaşmış bir tabloyla karşılaştı.

Tüm bunlar, insanın ve devrimci hareketlerin mücadele içinde karşılaştığı, yaşadığı trajik sonuçlardı. İnsana ve mücadeleye ait gerçekliklerdi.

İnsanın tarihsel evrimi, aynı zamanda bir sosyal varlık olarak bilincine vardığı andan itibaren yaşadığı toplumsal ve sosyal koşulları kavrama iradesidir. Kavradıkça, anladıkça, yaşadığı dünyaya karşı bilinçli davranış sergiler. Çünkü kendi varlığının da, yaşadığı dünyanın da bilincindedir artık. Bu nedenle kendine güvenlidir. Güvenli olduğu ölçüde değiştirme ve hükmetme iradesi gösterir.

Bugün bir bütün olarak devrimci hareket yaşadığı sorunları neden ve niçinleriyle cevaplandırdığı, insanların kavrama ve anlama çabasının ötesinde değiştirme iradesini yükselttiği oranda geleceğine güvenli bakar.

Keza her devrimci kendine soracağı soruya genel ve özel boyutta vereceği cevap, yaşadığı gerçekliği bilince çıkarmasını gerektirir. Ve devrimci hareket üyesinin kendine güvenli, fonksiyonlarını taşıyan, katılımcı ve çözüm gücü olmaya aday olmasını sağlar.

Her olay, her gelişme salt kendi iç bütünlüğüyle açıklanmayacak denli karmaşıktır. Kendine güvenini yitirmiş bir kadronun veya bir devrimci hareketin yaşadıkları, dünyadaki gelişmelerden, o gelişmelerin olumlu veya olumsuz etkilerinden bağımsız düşünülemez. Yitirilen güven, devrimci hareket insanlarının inanç kaybıyla bağlantılı bir olaydır. Bu gelişmeyi dünya devrimci hareketinin olumsuzluğundan ve burjuvazinin saldırı dalgasından, o saldırının yarattığı etkiden bağımsız ele alamayız. Karşılıklı bir etkileşim yaşanır.

Dün yaşadıklarımızı, bugün karşılaştıklarımızı, bu diyalektik bağ içerisinde ele almak gerekir. Bugün yeniden güven olgusunu işlerken, yaşadıklarımızın ve güven kaybını etkileyen yan faktörleri bu diyalektik bağın zorunluluğu olarak görmek gerekir. Ancak bir bütünlük içerisinde güven bunalımı ele alınırken esas olan, kendi iç dinamiklerimizin sorgulanması olmalıdır.

Bir gericilik dalgasının dünyaya egemen olduğu, kapitalizmin üstün ve yenilmez bir sistem olarak yığınlara empoze edildiği bir dönemden sonra onunda insanlığa yanıt olmadığı ortada. Emperyalist, kapitalist sistemin kendini yeniden biçimlendirerek çıkar alanlarına egemen olmaya çalıştığı ve sistemi yeniden insanlığa umut olarak sunmaya çalıştığı bir dönemi yaşıyoruz. Sosyalist ülkelerin dağıldığı, dünya devrimci hareketlerinde ciddi bir gerilemenin yaşandığı, devrimci hareketleri sarmalayan gerici dalganın onları düzen içi mücadeleye çektiği, silahlı mücadeleye olan inancın sarsıldığı ve legalist-reformist platformların revaçta olduğu bir süreç yaşıyoruz.

Tüm çaba ve emeklere rağmen ufukta henüz güçlü bir devrimci dalga kitlelere umut olamadı. Umutları kaybolmuş kitlelerin sarılacağı güçlü bir örgütlülük yok. Ama biz biliyoruz ki, dipten gelecek yeni dalga, bütün bu gerici dalgayı alt üst edecek kadar güçlü olacaktır.  Bu tarihin emrettiği bir yasadır.

Burjuvazi, yeryüzüne egemen olduğu süreçte, yenilmez bir güç olarak kendini tanımlarken, mezar kazıcısı proletaryayı yarattığını ancak komünizm hayaletiyle karşılaştığı zaman anladı. Ve bugün sosyalizmin yıkıntılarının ardında insanlık yeniden sosyalizme kafasını çevirmiş durumda. Kendi iç çatışma ve çelişkileriyle kapitalizm kendini güvenli kılmıyor. Yeniden burjuvazi, komünizm hayaletinin korkusuyla yaşıyor. Onun kurulu düzenini ve egemenlik sistemini alt-üst edecek günün korkusuyla, artan bir şiddetle saldırıyor. Salt terörle değil, ideolojik, siyasal, kültürel, vb. bütün araçlarla saldırıyor. Kendine güvensiz, sisteme baş kaldıracak cüretten yoksun, düzen içi muhalefet yürütecek bir sol istiyor. Bunu yaratmaya çalışıyor, yaratıyor. Dünyayı saran bu gericilik dalgasından genelde tüm devrimci hareketler, payını alıyor.

Geçmişin yenilmiş bir ruh hali yenilgiler, yeni zaferlerin kavgasını vermeye değil, düzen içi meşruluk arayışına itiyor. Bir bütün olarak yenilginin ruh haliyle düşünüş var. Dünyayı, ülkeyi yeniden tanımlama adına düzene sarılış var, ya da geçmişe körü körüne sarılış. Bu giderek radikal solu da olumsuz etkilemekte, güven yitimine uğratmakta. Ne dersek diyelim silahlı hareketleri etkiliyor. Çünkü her çıkış, her toparlanış, yeni darbeler almaktan kurtulamıyor. Hep son sözü düşman söylüyor.

Dünyayı ve ülke genelindeki değişimleri, gelişmeleri, olay ve olguları yeniden tanımlamak, buna uygun yeni politikalar üretmek bilimsel bir zorunluluktur. Ama ideolojik politik üretim adına düzenden beslenen, ondan etkilenen ve onun sınırlarında düşünüp üreten devrimci hareketler, ezilen halklara umut olma yerine, kapitalizmin yedeğine düşmekten kurtulamazlar. Ya da tersi, geçmişe körü körüne sarılmakta umutsuzluk başarılamayacağı güvensizliğini güçlendirmekte.

Bunun içindir ki “Marksizm ölmedi, sosyalizm yaşıyor” diyorsak, bilime, bilimin emrettiği yasalara, o yasaların devrimci mücadeledeki işlevine, devrimci dinamiklerine sarılmalıyız.

1848 devrim yenilgisi ve karşı devrimci dalga Marks’ı ve işçi sınıfını umutsuzluğa değil, o gericilik dalgasının gelip geçiciliğine, gelişmelerin analizine ve yeni teorik belirlemelere sevk etti.

  1. Enternasyonal yenilgisi, dönemin devrimci hareketlerini, yeni dönemin yeni tarz örgütlenmelerine, mücadele taktiklerine götürdü.

1905 Rus devriminin yenilgisi, 1927 Çin devriminin yenilgisi, Lenin’i ve Mao’yu ne umutsuzluğa ne de güvensizliğe, tam tersine yeni zaferlerin kaçınılmazlığına, yeniden kavgaya hazırladı.

1971 silahlı çıkışı bir yenilgi olmaktan çok bir başlangıç olmanın, yeni bir ufuk olmanın göstergesiydi. 1970’ler sonrasının gelişimi bunu kanıtladı.

Tüm bunlar dünya devrim tarihi açısından altı çizilmesi gereken dönemlerdir. Bugünü aşmanın yolu, bu tarihten beslenebilmekten, diyalektik tarihi materyalizmin ışığında toplumsal dönüşüm yasalarını kavrayıp, uygulayabilmekten geçiyor.

Bugün devrimci mücadelede yaşanan güven yitimi, bu tarihsel gelişimin incelenmesinden hareketle aşılacak, bu aynı zamanda yeni bir devrimci çıkışın kanalı olacaktır. Zira, yenilgilerden, tasfiyelerden, savrulmalardan, inançsızlıktan kurtulma mücadelesi, aynı zamanda neden ve niçinlere bulunan bilimsel cevaplardır. Kendi gerçeğimizin diyalektik seyrini kavramak ve onu değiştirme iradesini göstermektir.

Yeniden hayata hükmetmeye, yeniden yaşam bulmaya, yeniden toplumsal muhalefetin öznesi olmaya adayız. İdeallerimizi gerçekleştirmenin kavgasındayız. Yüreklerimizin derinliklerinde güzellikleri yaratmanın dinamiklerini taşıyoruz. İnanç, örgütlenme ve mücadele arzusuyla doluyuz.

Arkamızda bıraktığımız yıkımlar, bizlere “yenmeliyiz” şiarını haykırıyor. Belki büyük zaferler kazanmadık, yenilgilerin acı ve kahredici yanlarını, ruhsal dünyamızda yarattığı fırtınaları unutmadık henüz. İşte tam da bu nedenle diyoruz ki, bir kez daha savaşa hazırlanmalıyız. Bir kez daha yenmeliyiz kötülükleri.

BAŞARACAĞIZ!

Önceki İçerikİstanbul’da Takviye Polis Kuvveti Müdürlüğü kuruluyor
Sonraki İçerikEbru Timtik sonsuzluğa uğurlandı