“Emperyalizm kâğıttan kaplandır’’. Evet Mao Zedong’un söylediği tam da günümüzü ifade etmektedir.
Emperyalizm çağı, insanlık tarihinin tanık olduğu en barbar toplu kıyımların, milyonlarca insanın can verdiği paylaşım savaşlarının, milyonlarca devrimci-yurtseverin zindanlarda, işkencelerde katledilişinin yaşandığı bir çağ oldu. Faşizm tekelci sermayenin açık terörist diktatörlüğü olarak Avrupa halklarını kana boğdu. Komünist-yurtsever avını başlattı, zulmü meşrulaştırdı, işkenceyi kanıksattı, temerküz kamplarında yüzbinlerce savaş esirine köleci toplum düzenini arattı. Ancak dev savaş makinesiyle, güçlü propaganda silahlarıyla, terör aygıtı faşizm, insanlık onuruna üstün gelemedi. Bugün de tüm saldırı ve zulümlerine rağmen bunu başaramayacaklar.
Dünyayı saran virüs karşısında nasılda çöküntü içinde olduklarını gördük. O heybetli emperyalist–kapitalist sistemin büyük bir sarsıntı karşında hiçte dayanıklı olmadığı bir kez daha ortaya çıktı.
Tüm dünyada yaşanan küresel salgın sonrasını öngöremeyen salgının kendisinden daha da yıkıcı olacağıdır. Salgın sırasında yaşanan sosyal, siyasal ve kültürel sorunlar kapitalizmden ve onun varoluş krizinden bağımsız kendi başına ele alınamaz. Hem salgının kendisi hem de yaşanan sağlık alanındaki yetmezlikler siyasal sistemden, toplumsal çelişkilerinden ayrı olarak ele alındığında çözümü de doğru koyulamaz. Sorunun kaynağına ve asıl görünmeyen yanına yönelmeyen bunun gerekliliklerini yerine getirmeyen her arayış nihayetinde devlete ve onun mutlak iktidarına mahkûm olur.
Sistem içi arayışlar dolaylı olarak ona hizmet etmekten asla kurtulamaz. COVID-19 pandemisinin siyasal, kültürel ve örgütsel yaşamda neden olduğu gelişmelerin yaşandığı koşullarda devrimci politika ile örgütsel çalışmalar alternatif sistemi, yani sosyalizm olmalıdır.
Dünya halklarının yaşadığı özgürlük, gelecek kaygısı, umutsuzluğu sistem karşısında her fırsata kendini dışa vururken yaşanan bu salgınla birlikte daha somut açığa çıkmakla kalmadı, pratik eylemliğe dönüştü.
Arap Baharı, ülkemizde yaşanan Gezi Haziran direnişi derken dünya genelinde yeni bir dalga başladı. Aslında 2019 sonları bunun ön belirtileriydi. Fransa sarı yelekliler, Lübnan, Irak, İran, Şili… Bu yavaş yavaş kıpırdanma halinde olan dalga ABD polisi tarafında siyahi George Floyd’un öldürülmesi ile dalgayı sokağa, eylemliğe dönüştürdü.
Toplumsal gelişme ve kitlelerin sokaklara akın etmesi ve itaatsizlik içinde olması genellikle dünya da 68’le kıyaslanır. Ancak Arap Baharı’da, Gezi Haziran’da 68’den çok farklı. 68 asıl olarak Vietnam savaşı ve o gün dorukta olan ulusal kurtuluş savaşları ve bunların yarattığı rüzgârın sonucuydu. Ama bugün ortaya çıkan ise kendi öz talepleri, özgürlük alanlarının kısıtlanması, umutsuzluk, yokluk, yoksulluk, devletin baskı ve şiddetleri… Kadın uyanışının giderek toplumsal mücadelede daha ağır yer alması. Kısacası kendi öz talepleriyle hareket etmeleridir.
O kâğıttan kaplan sistem karşısında sokaklara dökülen kitle bugüne kadar bir anlamıyla her türlü mücadelenin ve çatışmanın dışında tutulan (3. dünya dediğimiz ülkeler ve savaş bölgeleri dışında) Avrupa ABD merkezli evin prens ve prensesleri olarak görülen çocuklar sokağa döküldüler. Onlara hep ağzında gümüş kaşıkla doğmuşlar olarak bakıldı ve siyasal çatışmaların içinde olamazlar olarak görüldüler. Ki bu küçümsenmeyecek bir boyutta bir katılım ve ilgi alanı oluşturdu. Kendi kısılmışlıkları ve gelecekte umutsuz, kaygı ile “sisteminiz çöksün, dünyamızı yok edemesiniz, klimayı değil sistemi değiştirelim” vb sloganlar ile ortaya çıktılar. Yüz binleri bulan bu eylemliklerde her yerde ağırlığı oluşturan kitle ise hep çocuk denenlerden oluşuyor. Yine ABD’deki gösterilerde siyahilerle birlikte beyaz çocukların önde olması anlamlıdır.
Tüm bu yaşanalar karşısında geçmişin yaşanan olumsuzlukları ve yürütülen kara propagandayla yıpranan, insanlık için gelecek biricik sistem olan sosyalizmin umut ve arzulanan olmasıdır. Ama ne yazık ki, bir bütün olarak sol-sosyalist hareket ne yaz ki süreci görsede, sürece yönelik perspektiften çok uzak. Tüm bu başkaldırıların örgütlenme tarzından, sloganlarından, taleplerinden, özcesi aynı dili yakalamaktan geri bir durumdayız. Daha çok sınıfı temsil ettiği iddiasında olan sol-sosyalist akımlar geçmişin klasik yaklaşımını aşmakta zorlandığıdır. Bundandır ki, bu hareketlilik ile bütünleşme, onunla kaynaşmakta zorluk ve sıkıntılar yaşanmaktadır.
Gezi Haziran başkaldırısı beklenmeyen, fark edilmeyendi. Ama bu hareket başladığında ise tüm değerlendirmelere rağmen asıl olarak “en güçlü benim’’ gibi yaklaşımlar daha öne çıktı. Sınıf mı yoksa biz mi ikileminde ‘’bizim kurum’’ ağır bastı. Ama şu gerçekliğin üzerini hiçbir şey perdeleyemedi; Geziyi Gezi yapan kendi özgünlüğü, kendi diliydi. Bugün de değişen ve oluşan yeni koşullarda bu kitlelerle aynı dili, aynı ritmi yakalamak önemli. Bunu başaramadığımız noktada ondan kopuk ve onun başka bir şeye dönüşeceği gerçekliğidir.
Evet giderek biriken 2019’la hareketlenmeye başlayan yeni toplumsal başkaldırı bu kez de ırkçılık karşıtlığıyla dünyaya yayıldı. Dünyanın bekçisi oldugunu her fırsata vurgulayan ABD’yi sarsarak her geçen gün dalga dalga dünyada yayılıyor. ABD’de de ayrımcı-ırkçılıkla birlikte her toplum kendi sorun ve sıkışmışlıklarını, isyanını haykırıyor.
ABD’de siyahi George Floyd’un polis şiddetiyle ölümünün ardından birçok ülkede ırkçılık karşıtı gösteriler düzenleniyor. ABD’den sonra Latin Amerika’dan, Asya’ya, Avrupa’ya gösteriler her geçen gün yayılıyor. Ülkemizde katledilen Kürt gençleri ve polis terörü, Brezilya’da faşist iktidarın varoşlarda ki infazları, Fransa’da Paris’in kuzey banliyösünde 2016 yılında 24 yaşındaki siyah Adama Traore, jandarma tarafından karakola götürülürken araçta hayatını kaybetmişti. Aynı yıl yapılan açıklamada Traore’nin kalp rahatsızlığı bulunduğu ve polis aracında geçirdiği kalp krizi sonucu öldüğü açıklanmıştı. Traore’nin ailesi ise adli tıp raporuna itiraz etmişti. Traore’nin kız kardeşi Assa’nın çağrısı üzerine bugün Paris Mahkemesi’nde görülen dava sırasında Paris adliyesi önünde toplanan bir grup, hayatını kaybeden Traore için anma ve polis şiddetine karşı gösteri düzenledi.
Polis şiddetini kınamak için Paris Mahkemesinin önünde toplanan gruba, sarı yelekliler de destek verdi. Anma töreni eylem şeklinde başlarken, eyleme katılanlar arasında “Adalet yoksa, barış’ta yok” sloganı öne çıktı.
Evet “adalet yoksa barış’ta yok”, ya da “nefes alamıyorum”, ‘’boğuluyorum”, “sıra bende mi’’ “siyahların hayatları değerlidir” temel slogan olarak tüm dünyada meydanlarda, sokaklarda haykırılıyor.
Diğer yanda ortaya çıkan tablo karşısında çaresiz ve korkuya kapılan hâkim sınıflar kitleleri korkutmak ve direnişi zayıflatmak için her zaman olduğu gibi yine şiddet demagojisini diline doladı. Zorda kalan hâkim sınıflar kitlelerin şiddete odaklanmasını istiyor, mülke yönelik, kamu malına ve vatandaşın malına zarar verildiği demagojisiyine. Bununla direnişçileri çapulcu, ne istediğini bilmeyen, asıl dertlerinin yağmacılık olduğunu beyinlere empoze etmeye çalışıyor. Onların her zaman destekçileri ve her sıkıştıklarında can simidi olmaya koşan liberaller, reformistlerde aynı nakaratı sol söylemle eylemcilerin ‘haklılığında’ nutuklarla aynı şeyi yaparlar, ama şiddet yanlıştır. Gezi Haziran ayaklanmasında da aynı olmadı mı?
Peki hâkim sınıfların tüm politikaları ve uygulamaları bu sonucu yaratmadı mı? Eğer gül atarak bu talepler dillendirilseydi dikkate alınacak mıydı? Sonuca değil de niye bu hale geldiğine odaklanmıyorlar? Çünkü hepsi çok iyi biliyor ki, zor ancak zorla alt edilir. Hâkim sınıfların ırkçı, faşist politikaları, tüm baskı ve şiddeti karşısında kölece itaat istiyorlar. Ve bizde diyoruz ki; adalet yoksa barışta yok!
Evet tarih bir kez daha insanlığın önüne tek kurtuluş yolu olarak sosyalizmi koymaktadır. Yok edilen doğanın, kısıtlanan yaşamın, özgürlüğün, yaratılan geleceğe umutsuzluğun ve devlet terörüne karşı, tek çıkışının toplumsallığının örgütlenmesi ile, yani sosyalizmle hayat bulacağıdır. Yoksa kapitalizm çöküyor, devlet çöküyor vb söylemler ile bir anlamıyla onların yıkılışını bekleyen durumuna düşmekten öteye gitmeyecektir.
Ama bizler için aslolan değiştirmek olduğunu tarih çokça ortaya koydu. Bugünde yaşananlar biz devrimcilere büyük fırsatlar sunuyor. O zaman aslolan dünyayı yorumlamak değil, değiştirmektir.
3 Haziran 2020