AKP’ LİLEŞTİREMEDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ?

HDP seçim hükümetine girmeye kararlı.

Bu ne demek oluyor?

Bu tam da DC’nin son süreçlere ilişkin bir değerlendirmesinin sonunda Türkiye devrimci demokratik hareketinin dikkatini çekmek için yaptığı bir uyarıya geçerlilik kazandıran bir gelişmedir.

DC’nin bu uyarısı “bugün bizi umutlandıran kimi gelişmelerin yarının sorunları olabileceği ihtimali” üzerineydi ve devrimin bu ihtimalleri gözeterek mevzilenmesini öneriyordu.

Bizi umutlandıran gelişmelerden biri Rojava devriminin giderek kurumlaşmasıysa diğeri gene Kürt demokratik hareketinin ve onunla cepheleşen Türkiye demokratik hareketinin 7 Haziran seçimlerinde elde ettiği başarı idi.

Bu durumun giderek bir sorun olarak kendini açığa vurması ise, bir yandan Rojava devriminin “Eşme Ruhu” basıncını daha fazla hisseder olmasıyla ve diğer yandan bu basıncın doğrudan bir yansıması olarak HDP’nin, AKP’nin azgın sömürgeci saldırganlığına karşı olağandışı zayıf bir siyaset profili çizmesiyle belirginleşti.

Yetmedi; şimdi AKP-RTE’nin 7 Haziran seçimlerine direncinin bir sonucu olarak ortaya çıkan 1 Kasım seçimlerinin seçim hükümetine her koşulda katılacağını açıklıyor.

Bunu HDP’nin üst üste seçimlerde gösterdiği başarılarını ve koalisyon arayışları sırasında yürüttüğü silik politikayı gerekçelendirdiği “Türkiyelileşme” yaklaşımı ile açıklamak mümkün müdür?

Elbette değildir, çünkü Türkiye denilen siyasal yapının iki temel partisi CHP ve MHP, RTE’nin zorunlu kıldığı seçim hükümetine katılmayı reddetmiş vaziyetteler.

Oligarşik Türkiye’nin, oligarşinin iki politik kurumu tarafından bile reddedilmiş ve meşruiyet sorununa sokulmuş bir seçim hükümetine katılmama tavrının Türkiyelileşme politikasında herhangi bir uyumsuzluk göstermesinden söz edilemez.

Sadece AKP Türkiye’sine ait bir siyasal platforma dahil olmanın “Türkiyelileşme” politikasının bir sonucu olması düşünülemez. Bu olsa olsa AKP’lileşme politikasına ait bir yönelim olabilir, ancak.

Bu tavır, siyasal ağırlığını HDP üzerinden, artık PKK’ye rağmen ileri çıkarmaya yönelen Kürt burjuvazisinin hala AKP’yle sürdürebileceğini sandığı işbirlikçi çizgisinin bir sonucudur. Ve Kürt burjuvazisinin bu tavrı, PKK’nin devrimci çizgisini kuşatmaya çalışan uluslararası emperyalizmin ve yerel sömürgeci güçlerin temel yönelimidir. Bu nedenle AKP’ye karşı uluslararası merkezlerde bile HDP’nin AKP’yi arkalayan bir çizgi izlemesine stratejik bir itiraz getirilmediği gibi onay da verilmektedir. Bunun iki sonucu beklenecektir. Birincisi bölge devrimi kapsamındadır. Kuzey’deki Kürt siyaseti üzerinden “Eşme Ruhu” güçlendirilerek Rojava devriminin kontrol altında tutulmasına çalışılacaktır.

Diğeri ise Türkiyeli siyasal süreç açısından özellikle önemlidir.

Klasik Türk sömürgeciliği PKK’nin 30 yıllık savaşı sonrasında kuzey Kürdistan topraklarından püskürtülmüştü. AKP ise Türk sömürgeciliğini islamcı burjuvazi üzerinden yeniden yapılandırmaya çalıştı. “Çözüm” ve “barış” politikalarının oyalayıcılığında geçen on üç yıllık süre sonrasında Kürt devrimi 7 Haziran seçimleriyle AKP sömürgeciliğini de bölgeden püskürttü.

Oysa emperyalizmin Ortadoğu’yu yeniden yapılandırırken kullanacağı TC enstrümanının, devletin ılımlı islam ve devletçi Kürtle harmanlanmasıyla oluşacağını DC yıllardır yazmaktadır. Kasım sonrası, bu siyasal çatının çatılması için koşulların artık iyice olgunlaştığı bir siyasal iklime tekabül edecek görünmektedir. Yeni siyasal kombinasyonun RTE’siz bir AKP+CHP ve HDP katılımıyla oluşturulmak istendiği şimdiden görülebilmektedir.

Bu nedenle HDP liderliğinin yeni seçim sloganını “iktidar” yürüyüşüyle ilişkilendirmesi tesadüfi ve salt ajitatif değildir.

Liberallerin bugünlerde HDP-PKK politikalarını karşılaştırarak PKK’nin devrimci direniş politikasının Kürt halk çıkarlarına aykırı ve sömürgeci devlet politikalarıyla uyumlu olduğuna ilişkin demagojik söylem ve propagandalarını yoğunlaştırmaları da tesadüfi değildir.

Uluslararası ve ülke egemenlerinin Kürt halk muhalefeti üzerinde bugün etkin olmasını istedikleri çizgi HDP üzerinden yükselmekte olan Kürt burjuvazisinin işbirlikçi politik yönelimidir.

Türkiye sol, demokratik ve sosyalist muhalefetinin, Kürt sorununun liberal burjuvazinin programına dâhil edilmesiyle birlikte Kürt sivil siyasetine daha yakın bir çizgi izlemeye başladığını biliyoruz.

Ama artık bu siyasal yakınlığın kendi siyasal hassasiyetleri ve refleksleri içine Kürt burjuvazisinin işbirlikçi yönelimlerine karşı tepkilenmeyi de içeren bir uyanıklığı katması gerekmektedir.

Kürt devrimi ve demokratik halk muhalefetiyle enternasyonalist bir dayanışma gösterebilmenin doğru tarzlarına yönelebilmek için PKK ve KCK kurmaylarının uyarıları dikkate alınmalıdır.

HDP’nin Kürt toplum muhalefetinin kitlesel etkinliğini yedekleyerek batılı orta sınıfların ve emekçi muhalefetini sisteme entegre etmenin bir siyasal aracı olarak, 80’den beri varlığı sadece bir künyeye dönüşen sosyal demokrat siyasetin eksikliğini gidermek üzere yapılandırılan bir parti olduğunu daha kuruluş sürecindeki değerlendirmelerimizde tarif etmiştik.

Ve keza bu ihtiyacın yaşanmakta olan post neo liberal dönemin bir siyasal tezahürü olarak  halk muhalefetlerinin sistemin rönesansına altlık edilmesine ilişkin siyasal tarzlarla buluşmakta olduğunu da… Bu itibarla şu tür analizler doğrudur; HDP üzerinden küçük çapta Türkiyeli bir Syriza geliştirilmek istenmektedir.

Büyük çapa gerek yok, çünkü toplum alevisinden, kentli modernine, dincisinden, türkçüsüne kadar büyük çapta zaten AKP ve CHP aracılığıyla sistem içinde ve kontrol altında tutulmaktadır.

Ama toplumsal bir muhalefet geliştirebilecek, özellikle Kürt dinamikli ve batılı devrimci demokratik etkilemeye açık kesimler de HDP aracılığıyla kontrol altında tutulmak, emperyalizmin ve oligarşinin politikalarına bağlanmak isteniyor. Buralar bugün sistemin aşil topuğunu oluşturmaktadır.

HDP, bugün halkın haklı olarak öne çıkan “demokrasi, adalet ve barış” taleplerini öne çıkarıyor..

Demokrasi, adalet ve barış politikaları bundan önceki neo liberal saldırı döneminde AKP-RTE tarafından da öne çıkarılmıştı. Halkın bu haklı talepleri AKP-RTE’nin en bayağı demagoji ve yalanlarına karşın muhalif kitleleri “yetmez ama evet” edilginliğinde tutmayı başardı.

Şimdi post neo liberal dönemde halk muhalefeti doğrudan muhalefet sözcüleri eliyle sistemin rönesansında istihdam ediliyorlar. Bu siyaset ve örgütlenme tarzı post neo liberal dönemin alametifarikası durumundadır. İşte Brezilya’da İşçi Partisi deneyiminin geldiği nokta, işte Arjantin’de Kirschner yönetimi, hemen yanımızda Syriza örneği..

Ancak burada şu konu asla gözden kaçırılmamalı ve her defasında öne çıkarılmalıdır:

HDP bu talepleri gündemleştirirken, demokrasi, adalet ve barışı halkın talebi haline getiren baskı, terör ve tahakkümün temel nedeni olarak emperyalizmi ve sömürgeciliği asla siyasetinin ve muhalefetinin başat konusu haline getirmiyor. Sonuçlar üzerinden Kürt toplum muhalefetini dizginlemekle yoğunlaşıyor.

Bu nedenle direnişin metropollere yayılması, metropollerin “Gezi Ruhu”yla eyleme kaldırılması çağrısı HDP’den değil, KCK’den geliyor.

Seçimlerden sonraki süreç bugünkünden daha farklı olmayacaktır.

Ve şimdiden bir kenara not edilmelidir ki bugün ağırlıkla Kürt toplum muhalefeti ekseninde dile getirilen bu talepler sözcülüğü yarın Türkiye’nin metropollerindeki sınıf mücadelesini paralize etmek için de dillendirilecektir. Bugün TC ve Kürt özgürlükçülüğü ekseninde dile getirilen “barış” yarın yoğun sömürü süreçlerine sokulacak proletarya için de “toplumsal barış” yani “sınıflar arası barış” zemininde de telaffuz edilecektir.

RTE sonrası bir döneme hazırlık yapan uluslararası sermayenin hedefinde Türkiye’yi “Yakındoğu’nun Çin’i” haline getirmek vardır. Ve TC’yi Ortadoğu’daki vekâlet savaşlarının birincil aktörü haline getirmek vardır. Kıbrıs’a “barış” için çıkan TSK ve Türk oligarşisi açısından emperyalist yayılmacılığın bu şablon kelime arkasına saklanması şaşırtıcı olmayacaktır. Bugüne kadar sınıfsal çelişkilere asla yönelmeyen HDP, Kürt muhalefetini Türk egemen politikasına bağladıktan sonra ve bağlarken Türkiyeli cılız toplum muhalefetini de oligarşinin ihtiyaçları doğrultusunda iyice etkisizleştiren bir siyasal aktör olarak “stratejik devlet aklı” ve bir Soros projesi tasarlanmıştır.  Bu önlemler eşliğinde Türkiye, hem uluslararası finans kapitalizmin güvenilir bir yatırım alanı haline gelecektir, hem de Soros’un dediği gibi “en önemli ihraç maddesi olan” ordusunu pazara yönlendirmiş olacaktır.

Özetle, Türkiye halklarına AKP eliyle yedirilen çubuk şimdi HDP eliyle masalarımıza konmaktadır.

Açıktır ki egemen burjuvazi toplum muhalefetini kendi sömürü mekanizmalarına dayanak kılabilmek için her aşamada yeni bir siyasal manipülasyon geliştiremez. Ama bu kısıtlılık hali uluslararası burjuvazi açısından bu aşamada dert edilecek bir durum değildir. İki nedenden ötürü: Birincisi, içinde bulunduğu kriz nedeniyle kitlelerin manipülasyonunun ona kazandıracağı zaman ve siyaset imkânının ne kadar altın kıymetinde olduğunu bilmektedir. İkincisi, zaten bu manipülasyonun deşifre olabileceği ve kitlelerin siyasal gerçekleri kavramaya başlayacakları kısa süre zarfında ülkenin ve bölgenin doğrudan bir savaş atmosferine girme ihtimali vardır. Uluslararası burjuvazi hesaplarını bu ihtimale göre yapmaktadır ki o aşamada kitlelerin manipülasyonu değil doğrudan devlete itaat altına alınması esas olacaktır.

Bu nedenle;

80’den beri biriken toplum öfkesinin AKP eliyle sistemin rönesansına altlık edilmesinin ardından,

13 yıllık AKP iktidarı döneminde biriken toplum öfkesinin de yeni oligarşik blokun siyasal egemenliğine altlık edilmesinin önüne geçebilmek,

yani aynı çubuğu ikinci kez yememek için

toplumun demokrasi, adalet ve barış taleplerini doğrudan bu taleplerin hedefi olan TC iktidarına yöneltmek Türkiye devrimci demokratik muhalefetinin birincil siyasal yönelmesi olmalıdır.

Bugüne kadar toplumsal muhalefet adına yaptığımız yığınakların emperyalizmin istismarından kurtarılması ve toplumsal muhalefetin kararsızlığa düşürülmemesi dönemin temel görevlerinden biridir.

Bu nedenle HDP ve önümüzdeki seçim konusunda alınacak tavır bütün ilkesel ve taktik zenginlikleriyle belirlenmelidir.

Örneğin HDP içindeki Kürt burjuva ve Türk liberal solculuğu üzerine inşa edilen Sorosçu çizginin siyasal ve kadrosal tasfiyesini ya da değersizleştirilmesini öngören bir mücadele sathının açılması planlanmalıdır, vb..

Bu konuda Eylül ayı içinde yapılacağı belirtilen DBP kongresinden HDP’ye doğru önemli bir zemin uzanımının gerçekleşmesi beklenebilir.

Ya da böyle karmaşık siyasal gerçeklerin kitlelere anlatımı konusunda zaman ve imkân kısıtlığı söz konusu ise ki öyledir, Ortadoğu’ya özgü ve Kürt siyasetinin ustalaştığı tarzda, elle tutulur aşamalar üzerinden bu yönelim geliştirilebilir. Yani seçimlerde boykot ya da HDP’nin şerhli desteklenmesi gibi bir yayılım içinde ve sürekli iç ve dış muhalefetle emperyalizmin ve bölgesel gericiliğin krizi kendince yönetmesinin bir aracı olarak HDP üzerindeki tasarrufu sınırlandırılmalıdır.

Şurası çok açıktır ki HDP’nin seçim hükümetine girmesi nasıl PKK’nin devrimci atılımına yönelik Kürt kitlelerin desteğinde bir karasızlığa, tereddütlere yol açacaksa önümüzdeki seçimler sonrasında HDP’nin iktidar ortağı yapılması, emperyalizmin TC’yi Ortadoğu’da istihdam politikalarına ve kuzey Kürt muhalefetinin ve batılı yoksul kitlelerin demokratik muhalefetinin suç ortağı kılınması anlamına gelecektir.

Bu siyasal gidişin teşhirinde ve halk kitlelerinin bu siyasete karşı uyarılmasında net ve keskin olunmalıdır.

Emperyalizmin Kürt devrimine yönelik stratejisi onu Bakur ve Rojava’dan kuşatarak ideolojik ve siyasal makasa almaktır.

PKK’nin bu döneminde Türkiye devriminin batılı/metropol alanlardaki muhalefetinin çok stratejik bir anlam ve yerinin olacağı unutulmamalıdır.

Dönemin ihtiyaçlarına ve gelişmelerine göre bir faaliyet organize etmek Türkiye devrimini hızla ülkesel ve bölgesel bir siyasal aktör haline getirebilecektir.

Çünkü, zincirin mukavemeti en zayıf halkasından ölçülüyorsa, Türkiye devriminin siyasal ve tarihsel misyonu da uluslararası ve yerel düşmanın hemen aşil’indeki bir faaliyet alanıyla tanımlanmıştır.

 

Ali Efe

25 Ağustos 2015

Önceki İçerikNe Seçimi? Katil Erdoğan İstifa!
Sonraki İçerikDevrimci Karargah Savascisi Ali Haydar Yoldas’la Roportaj 1. Bolum