Mart’tan Nisan’a, Nisan’dan Mayıs’a ve şanlı Haziranlara, Türkiye devrim mücadelesinin direniş ve şanlı ayları. Öncülerimizin ve geleneğimizin yaratıcılarının bizlere devrettikleri devrim meşalesinin gürleştiği aylar. İşçi sınıfının şanlı Haziran başkaldırısı ve 84 ölüm orucu direnişinin zindanlarda yarattığı başeğmez gelenek. Bugün tam da 200 gün süren açlık grevi ve ölüm oruçlarının sonlandığı günlerde 84 ölüm orucunun yıl dönümünü de karşılıyoruz. Gelenekten geleceğe yürümenin tamda anlamlaştığı günler.
12 Eylül faşizmin zindanlarda dayattığı teslim alma, kimlik ve kişiliksizleştirme saldırısı karşısında sadece zindanları değil bir bütün olarak faşist cuntaya karşı mücadele ve tüm topluma moral, güç veren zindan direnişleri. Amed zindan direnişleri, ölüm oruçları ve İstanbul Metris 1984 ölüm orucu. 84 ölüm orucunda siper yoldaşlığının düşman karşısında teslim olmama geleneğinin simgeleri, Mahir ve Denizlerin yarattığı devrimci gelenek Apo, Haydar, Fatih, Hasan oldu isimleri, yarattıkları direniş, devrim tarihine altın harflerle geçti.
Bu can bedeli yürütülen mücadelenin, tarihin en parlak sayfalarına geçmek öyle kolay değildi. Hücre hücre yürütülen bir mücadele ve her hücresini bir mermi gibi namluya sürüp yaprağın kımıldamadığı o günlerde, 12 Eylül karanlığının ortasında koskoca bir top ışığı gibi doğan günün kızıllığının müjdecisi olarak yazıldı. O gün haykırılan bugün de tekrarlanıyor, teslimiyet ihanete direniş zafere götürür.
12 Eylül faşist cuntası, halka karşı psikolojik üstünlüğü elinde tuttuğu, solun yenilgi psikolojisini yaşadığı, korkunun, ihanetin, yılgınlığın her alanda egemen olduğu yıllardır. Cuntanın terörüyle susturulan halkın bir yandan demokrasiye geçiş sözleriyle kandırılmaya çalışıldığı, diğer yandan hapishanelerde baskının alabildiğine arttığı, Mamak’ta olduğu gibi teslim olmuş tutsakların görüntülerinin yayınlanarak umudun karartılmaya, devrimcilere olan güvenin sarsılmaya çalışıldığı yıllardır.
Amed zindanlarının, Vietnam Saygon zindanlarına dönüştürüldüğü, Kürt özgürlük savaşçıları ve yurtseverlerin teslim alınmaya, asimilasyon ve soykırıma karşı can bedeli direniş ve ölüm oruçlarının yaşandığı dönemdi. Bunun karşısında salt kendi bulunduğu cezaevlerini düşünmek, oralarla yetinmek devrimcilerin tutumu olmazdı, olmadı da. Teslim alma, yok etme, kişiliksizleştirme saldırılarını püskürtmek Amed cehennemindeki direnişçilere moral ve güç olmada önemliydi.
Ve o koşullarda mücadelenin kalbi, zindanlarda atıyordu. Tutsaklar tüm toplumun direnişin odağı durumundadırlar. İdeolojik sağlamlığın, halka bağlılığın, geleceğe ve sosyalizme olan inancın sınandığı yıllardır.
Faşist cunta açısından bir “çıban başı” olarak görülen direnişlerin yaşandığı, boyun eğilmediği zindanlar politiklerinin yerle bir edilmesi riski açısından önemliydi. Bunun için bu odaklar teslim alınmalı, yok edilmeliydi. Onlar açısından direnişlerin yaşandığı zindanlar ve özellikle “Direniş Odağı” olan Metris belirleyicidir. Metris’te direniş kırıldığında, halkın sesi olan bu ses susturulduğunda, artık cuntanın hapishanelerdeki programını uygulamasının önünde hiçbir engel kalmayacaktır.
O günkü koşullarda direnişe salt zindanlar boyutuyla bakılamazdı, bakılmadı da. Emperyalizm, faşizme karşı sürdürülen mücadele, savaşın, ön cephesi artık zindanlardı. Bu savaş, siyasi kimliği savunmakta, insanlık onurunu, kişiliğini korumakta, somutlamaktaydı.
’84 ölüm orucu direnişçilerinin söylediği gibi “Direnmek, haksızlığa karşı haklılığın, keyfiliğe karşı meşruluğun, insanlık dışı her türlü uygulamaya karşı insanlığın kavgasıydı…”
Faşizm, bu gerçeğin farkında olduğundan, emperyalist akıl hocalarının da yardımıyla temel hedefini tutsakların devrimci düşüncelerinden vazgeçirilmesi, “rehabilitasyon”a tabi tutulmaları, yani kısacası teslim alınmaları olarak belirlemişti.
Bu politika, siyasi kimlikten arındırma, örgütsüzleştirme, bağımsızlaştırma ve son aşamada kendini inkâr ederek hainleştirmeye kadar uzanıyordu. Bu amaçla siyasi kimlik ve insanlık onuruna yönelik saldırılar, odağına Tek Tip Elbise oturtularak kapsamlı bir programla tırmandırılır. Devlet gücünü ve yaptırımlarını Tek Tip Elbise’yi giydirmede yoğunlaştırdı. Tek Tip Elbise nezdinde yaşanan, gerçekte, büyük bir irade savaşıdır. “Teslim olup olmama” bu irade savaşında düğümlenmiştir.
Bugün olduğu gibi, o gün de ne yazık ki oportünist-statükocu sol ise, sayısız teorileriyle kitleye yılgınlığı aşılıyor, uzlaşmayı, teslimiyeti teorize ediyordu. Oysa gerekli olan “ülkemizin içinde bulunduğu durum…” diye başlayan ve “ricat”ın ne kadar doğru olduğunu “tarihi örneklerle kanıtlayan” (!) teoriler değil, “herkese, her şeye rağmen” diyebilme kararlılığıyla gerçekleştirilecek direnişti.
Devrimci tutsaklar açısından direniş yaşamaktı, halka bağlılıktı, mücadelenin yaşatılmasıydı… Teslimiyet ise ölüm…
İşte bu koşullarda ’84 Ölüm Orucu eylemi, hiçbir koşulda boyun eğmeyişin, siyasi kimlik ve onurun her şart altında korunacağının, devrimci iradenin düşmana kabul ettirilmesinin adıydı.
Eylem ölüm esası üzerine kurulmuştu. Zafer şehitlerle kazanılacaktı.
Zafer, karanlığın şehitlerle aydınlatılması, söndürülemeyecek bir kıvılcımın çakılmasıydı. Zafer, devrime inancın, halka bağlılığın yaşatılmasıydı.
Türkiye devriminin ağır yaralar aldığı, yenilginin getirdiği yılgınlığın, ölü toprağı serpilmişçesine suskunluğun yaşandığı dönemde, süreci, ölüme yatanlar omuzladılar. 11 Nisan 1984 tarihinde Metris ve Sağmalcılar başlayan ölüm orucu direnişi 75 gün sonra son buldu. Direnişte yoldaşlarımızdan direnişin 63. gününde, 14 Haziran’da Devrimci Sol davasından Abdullah Meral ölümsüzleşti. 17 Haziran’da TİKB Merkez Komite üyesi Mehmet Fatih Öktülmüş ve Devrimci Sol’dan Haydar Başbağ, 24 Haziran’da ise Devrimci Sol’dan Hasan Telci ölümsüzlük burçlarına çekildiler. Ve zafer, öngörüldüğü gibi şehitlerle kazanıldı.
’84 Ölüm Orucu, oligarşinin hapishaneler programını bozmakla kalmadı, direniş mesajı, hapishaneleri de aşarak halka, hayatın, mücadelenin her alanına ulaştı. Halka ve özellikle de gençliğe yeniden direnme, kazanma ruhu, coşkusu ve dinamizmi kazandırdı. Mahirlerden, Kızıldere’den devralınan teslim olmama geleneği, kendini feda ruhu, bu zaferle geleceğe taşındı. “Haksızlığa karşı çıka çıka, iktidar için, bağımsızlık-demokrasi için dövüşe dövüşe…” demişlerdi. “Direnmek bizim dünyaya bakış açımızın gereğiydi. Direnmek bizim karakterimizdi…” demişlerdi ’84 ölüm orucu direnişçileri.
Evet, direnmek, teslim olmamak bizim geleneğimizdir.
7 Haziran 2019