Çok zorlu koşullardan, faşizmin tüm toplumu içine alacağı karanlığın her geçen gün büyüdüğü günlerden geçiyoruz. Kuşkusuz ki bunu başta tüm muhaliflere, Kürt halkına, tüm azınlıklara, emekçi kesime, kadınlara ve çocuklara yönelik uyguladığı politikalarla yön veriyor. Ama tüm bunlar karşısında bu yıl 8 Mart’ı bir kadının, özgürlüğe canfeda sevdalı bir yüreğin, Leyla Güvenin “tecride ve faşizme karşı” başlattığı direniş ve bu direnişin zindanlardan cevap bulup giderek tüm dünyaya yayıldığı bir direnişle karşılıyoruz. Onun içindir ki tecride karşı, faşizme karşı, kadın kırımlarına ve erkek egemen zihniyete karşı 8 Mart’ı Leyla’laşan yüreklerle karşılamak, mücadeleyi yükseltmektir.
Kadın olmak doğanın, yaşamın kendisi olmaktır. Sarıp sarmalayan, yaratan, koruyan ana olmaktır. Daha adil, daha özgür bir toplum istemekten başka suçu olmayan, evlatları bu topraklarda gözaltında kaybedilen, yargısız infazlarla katledilen, kızları-oğulları işkencelerde katledilen, Kürdistan da diri diri gömülen, daha küçücük çocuklarının tecavüze uğrayıp üstü hep örtülen, zindanlarda, hücrelerde çürütülmek istenen, açlık grevlerinde binlerce ananın olduğu bir ülkede, kadın cinayetlerinin korkunç boyutlarda olduğu, kadına yönelik her türlü saldırının meşrulaştırıldığı, faşizmin kadını hedef aldığı bir ülkede 8 Mart’larda, analarının sesi olmalıyız.
İnsanların ana dilinde konuşma, eğitim görme, televizyon izleme haklarının olmadığı, daha basiti sokakta dahi anadilinde konuşmasının yasak olduğu, barış için teslimiyetin, ulusal kimliği inkarın dayatıldığı, özgürlük savaşçısı kadınların cenazelerine karşı alçakça uygulamalar yapan bir ülkede, 8 Mart’larda Kürt Kadınlarının sesi olmalıyız.
Yaşanan ağır ekonomik krizin faturasının emekçi halklara kesildiği bir ülkede, 8 Mart’larda, sofrasından her gün birkaç lokma daha eksilen, ailesinin ve çocuklarının gelecek kaygısı kendisi için bir şey talep etmesinin önüne geçen, sabah kalkar kalkmaz çalışmaya başlayıp, mesaisi gece yatana kadar süren ama yaptığı iş ücretlendirilmeyen ev işçisi/emekçisi kadınların sesi olmalıyız.
8 Mart’larda, her türlü sosyal güvenceden yoksun, en ağır koşullarda çalışan ama erkek emekçilerden daha düşük maaş alan emekçi kadınların sesi olmalıyız.
8 Mart’larda gelecek toplum düşümüzü temsil eden, devrimci mücadelede görev omuzlayan, eşit-özgür-onurlu sosyalist kadının sesi olmalıyız.
8 Mart’larda, kadının sesini devrimci mücadeleye taşırken, kadınların olmadığı bir devrimin mümkün olmadığı ve bu uğurda bedel ödeyen, mücadele eden, sistemi özgür bir yaşam gerçekleştirmeyi hedefleyen kadınların sesini alanlara taşımalıyız.
Dünyayı değiştirmek, egemen erkek anlayışı ve sitemi yok etmek için…
Kısacası kadının kurtuluş mücadelesi, tarihsel olarak, siyahların ırk ayrımcılığına karşı verdiği mücadeleden esinlenerek başlamış, işçi sınıfının mücadelesinden beslenmiştir. Kadının kurtuluş mücadelesi ile ezilen sınıfların kurtuluş mücadelesi arasındaki kopmaz bağ yaşamın pratiğinde ortaya çıkmış, “Kadınlar Katılmaksızın Devrim, Devrimler Olmaksızın Kadının Kurtuluşu Mümkün Değildir” sloganında ifadesini bulmuştur.
Sosyalist hareketin dünya çapında yaşadığı tüm zaaflara, eksikliklere rağmen, yaşanan sosyalizm yenilgisine rağmen, kadının kurtuluşunun sosyalizmde olduğu, kadının sosyalizm içinde çözülememiş tüm sorunlarının da sosyalizmin genel sorunlarının bir parçası olduğu gerçeği bize aittir. Nasıl ki, tüm hatalarına, zaaflarına, yaşadığı yenilgiye rağmen hala sosyalizmi savunmaktan vazgeçmediysek, kadının kurtuluşuna ilişkin tüm sorunların cevabını da yine sosyalizm içinde aramaktan vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz.
Sosyalizm mücadelemiz sürüyor, kadının kurtuluş mücadelesi sürüyor. Ağır aksak da olsa, genel mücadelede yaşadığımız sorunların sancılarını da yaşasa, örgütlenme anlamında henüz bir sürekliliğe ve sistematiğe kavuşturulmamış da olsa, “Kadınlar Katılmaksızın Devrim, Devrimler Olmaksızın Kadının Kurtuluşu Mümkün Değildir” şiarı mücadele içindeki kadınlarımızın belleğine kazındı.
Dünyayı değiştirmek için asıl olarak kadınların mücadeleye katılması gerekiyor. Çünkü kadın toplumun en güçlü dinamiği, yaratan, yeşerten, yaşatan, sahiplenendir, tıpkı doğa gibi. Yeni bir dünya kurmak için sadece savaşmak yetmiyor, yeni bir kültür de yaratmak gerekiyor. Yeni bir kültürün yaratılmasında kadına büyük rol düşüyor. Bu misyonunu yerine getirebilmesi için kadının da kendisini değiştirmesi, yetiştirmesi, hep yeniden yeşertmesi gerekiyor. Kurumaya yüz tutmuş bir dal gibi saysa bile kendini, başkaldırması, kendini daha çok bilinçlendirmesi ve yeşertmesi gerekiyor. Sistemin belli kalıplara soktuğu, ucuz ve değersiz olarak metalaştırdığı, kapitalizmin kirli dünyasında baş rolü kadına verip onu esasta hiçleştirdiği, belli imajlara sığdırdığı kadının her şeyden önce bir kimlik mücadelesi vermesi gerekiyor. Yüz yılların erkek egemen sitemine, erkek zihniyetine karşı, ancak kadın bunu yaparken asıl olarak dünyayı değiştirme iddiasında olan erkeklerde bir o kadar bu çabanın sahibi olmak zorunda. Ama buna rağmen kadınlar hiçbir koşulda erkekten, kocadan, ağabeyden, babadan medet umup, beklenti içine girmemelidir. Köklerinde sevginin doğalığında yeşermemiş erkek egemen toplumuna güven beslememelidir. Kadınlar her koşulda, her yolda bilinçli kadın benliğiyle güçlü olmak, kendisini yaşamın her alanında merkeze oturtmalıdır.
Kadın bu kimlik mücadelesini kime karşı verecek?
Kadının kimlik mücadelesi tek cepheli bir mücadele değildir. Kadın kendisine sunulan yaşam tarzını, biçilen rolü reddetmek için her şeyden önce sisteme karşı bir tavır almalıdır. Vadeliden esasta hiçleştirme politikasını reddetmelidir. Bu anlamda, dönen çarkın bir parçası olmayı reddetmeli, her türlü eşitsizliğin temelinde var olan mülkiyet ilişkilerini, kurumsallaşma adı altında köleliği reddetmeli, ezilen, sömürülen sınıfların toplumsal kurtuluş mücadelesinden yana tavır belirlemelidir.
Ezen-ezilen, yöneten-yönetilen ayırımına dayalı binlerce yıllık maddi yaşam kültürünün bilinçlerde yarattığı tahribat nedeniyle, kadının kimlik mücadelesi sadece kapitalist sistemle sınırlı değildir. Kadının kimlik mücadelesi saflarında yer aldığı toplumsal kurtuluş mücadelesi içinde de sürmek zorundadır. Kadın, yaşanan sosyalizm deneyiminin hatalarından, zaaflarından arındırılmasında, daha mükemmel bir sosyalizm ve sosyalist toplum projesinin yaratılmasında geçmişteki gibi sadece daha aktif bir role aday olmayla yetinmeyip, sosyalizm mücadelesini en ön safta yürütücüsü ve yöneticisi olmalıdır.
İnsanların cinnet geçirdiği bir ülkede “Nasıl yaparız da aybaşını getiririz?”, “Bu hafta da pazara çıkamadık…”, “Aman, çocuğum esrara, eroine bulaşmasın!”, “Bu ay kirayı nasıl ödeyeceğim?”, “Aman karanlıkta sokağa çıkmayayım, başıma bir şey gelebilir.” kaygılarını, korkularını daha ne zamana kadar yaşayacağız? Daha ne zamana kadar “Bana ne!”, “Böyle gelmiş, böyle gider!”, “Kimse değiştirememiş, ben mi değiştireceğim?” diyeceğiz? Daha ne zamana kadar, “saçı uzun aklı kısa”, “yuvayı yapan dişi kuşlar” olacağız? Daha ne kadar evinin, babasının, eşinin ve çocuklarının hizmetkarları olacağız? Nereye kadar üç maymunu oynayacağız? Bizler okuyan, düşünen, tartışan, üreten, kendine güvenen, sınıfsal ve cinsel kurtuluşu için örgütlenenler olmayacak mıyız? İnsani değerlerin, güzelliklerin, sevginin, saygının, kadın-erkek eşitliğinin olmadığı, bizlere yoksulluğun, sefilliğin layık görüldüğü, en ufak insan haklarının bile çiğnendiği bir yaşamı bizler kendimize layık mı görüyoruz? Asla!!!
Egemen sınıflar ezilenleri kadın-erkek ayırımı yapmadan eziyor, sömürüyor, katlediyor, işkenceden geçiriyor, zindanlara tıkmaya çalışıyor. Biz kadınlar da ezilenlerin söz sahibi olacağı, kardeşçe, adil, özgür yaşayabileceği bir düzeni, yani sosyalizmi kurmak için örgütlenmek ve mücadele etmek zorundayız. Çünkü kurtuluşumuzun ön koşulu sosyalist düzenin kendisidir. Ancak nasıl olsa sosyalizmde sorunlar çözülecek yaklaşımı sorunun üstünde atlamak erkek egemen zihniyeti baştan kabullenmektir. Bugünden yapılabilecekleri ertelememek gerekir, çünkü bugün ne isek yarın iktidarı aldığımızda da o olacağız, dolaysıyla bugünde o bilinci ve eşitliği yaratmak zorundayız. İnsanlığın gelişimi içerisinde ikincil konuma düşmüş kadınlar bin yılların kültürü ve anlayışına karşı, genelde ait olduğu sınıfın, özelde ise cinselliğin kurtuluşu için kendisinden başlayarak adımlar atmalıdır. Bin yılların günümüze getirdiği geleneklerin, göreneklerin, değer yargılarının, kavrayışların etkisiyle feodal kültürün köklerinin hala güçlü olduğu, bunun da sosyalizmle hemen aşılamayacağı açıktır. Sosyalist toplumlarda dahi kadın sorununun tamamen çözülmediğini yaşanan deneyimler göstermiştir.
1832 yılında Parisli kadın işçilerin dedikleri gibi “… İşçi sınıfının kurtuluşunu talep ettikleri bir çağda, bu büyük toplumsal özgürlük hareketinin karşısında, biz kadınlar pasif mi kalacağız? Kaderimiz hiçbir şey talep etmemizi gerektirmeyecek kadar mutlu bir kader mi? Şimdiye kadar kadın sömürüldü ve zulme uğradı. Bu zulüm, bu sömürü sona ermelidir.”
Bugün dünyada “yok oldu artık imkânsız” dendiği koşullarda Rojava devrimi ve ona öncülük eden kadın mücadele deneyimini iyi kavramalıyız, ondan öğrenmeliyiz. Feminist sistem içi burjuva etiketli gurupların popülist gündemler peşine takılan değil burada öğrenmeliyiz.
New York’lu kadın işçilerin 1857 yılında kitlesel olarak greve gittikleri gün olan 8 Mart’ı daha planlı, programlı karşılamalıyız. Çevremizdeki herkese, özelde ise kadınlara geleceklerinin sosyalizmde olduğunu kavratmayı görev bilmeliyiz.
Dünya yüreğine Leyla’ların cesaretini nakşedenlerle özgürleşecek…
Dünyayı Rojava devriminin öncüsü kadınların kararlılık ve inancın DAİŞ çetelerine karşı yürüttüğü destansı direniş ruhunun içselleştirilmesi ile özgürleşecektir.
Leyla’nın direnişçi ruhuyla faşizmin, soykırım, yıkım, ölüm, savaş ve işkence, kadın cinayetlerine karşı yaşamın kaynağı ve yaratıcısı kadınların mücadelesiyle, özgürlük, eşitlik sömürüsüz bir dünyanın adımları atılıyor. Kadın düşmanlığı üzerinde şekillenen faşizm, özgürlük ve sömürüsüz bir dünyanın mücadelesi kadınların ellerinde şekilleniyor. Faşizmin tarihin çöplüğüne gömülmesi ve Özgür Kürdistan Demokratik Türkiye şairi ile zafere ulaşacaktır.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, kadının kurtuluşunun ezilenlerin kurtuluşundan bağımsız olmayacağını haykırmalıyız. 8 Mart’ı sokaklarda, anlamına uygun anmalıyız. Bunun için hepimize görev düşüyor. Kadının kurtuluşu için mücadeleye atılmalıyız. İnsanlığın kurtuluşu mücadelesinde, kadının kurtuluşunun önemli bir katkısı olacaktır. Her günümüzü 8 Mart yapmak için yol almalıyız. Kadınlar kurtulmadan toplumlar kurtulamaz. Kadınlar özgürleşmeden toplum özgürleşemez.
Dünya kadınların emeği, kadınların rengiyle özgürleşecek…