6 Mart 1993’te İstanbul Kartalda kontrgerilla şefi M. Ağır ekibi ve onun piyonu H. Avcı’nın Diyarbakır da getirdiği itirafçı kontr çeteleri tarafından mücadelemizin öncüleri alçakça katledildiler. Fedai kuşağın öncülerinden, Bedri Yağan, Gürcan Özgür Aydın, Menekşe Meral, Ali Karlangıçlı, Rıfat ile Asiye Kasap katledildiler. Bu katliamının örgütleyicisi ve yöneticisi kontrgerilla şefi H. Avcı ne yazık ki tüm devrimci değerler ve insani değerleri hiçe sayılarak kendisine “devrimci” diyen asalak bir kesim tarafında dost edildi, övgülere layık görüldü. Kuşkusuz ki bunu ne bizler nede tarih unutmadı, unutmayacak, tarih notunu çoktan aldı.
Reel sosyalizmin dağıldığı, dünya genelinde emek cephesinde yenilgilerin ve geriye dönüşlerin yaşandığı, herkesin silahlara veda dediği ve “insanlık için tek çözüm kapitalizmdir, bize düşen görev onun kötü yanlarını törpülemektir”. Örgüte ve örgütlüğe düşman kesildiği bir dönemde onlar hiç tereddüt etmeden yaratıcısı oldukları bir devrimci fedai kuşağın öncüleri olarak tereddütsüz ölümü kucaklayanlar oldular.
Bunun içindir ki 6 Mart direnişini kahramanlık sınırlarına hapsetmek değil, onun öncü ve Marksizm-Leninizm’e olan inanç ve bağlığını iyi okumak, içinden geçtiğimiz bu zorlu ve karmaşık süreçte kendimize rehber edinmektir. Kuşkusuz ki 6 Mart önemli bir direniş ve kahramanlık simgesidir bizler açısından, ancak 6 Mart’ı devrimci tavır durumuna getiren temel olgular bunlar değildir. Ki sorunu bu şekilde kavrayışı tersinden ele alındığında, devrimciliğin bir direniş ve kahramanlık simgesi olarak kavramak anlamına gelir.
Tarihi olmayanların geleceğinin de olmayacağını neredeyse bir atasözü gibi her fırsatta tekrarlamamıza karşın, bu konuda gereken hassasiyete sahip olduğumuz söylenemez. Tarih bizim açımızdan kahramanlık öyküleri veya ağıt yakılacak destanlar değildir. Tarihimizle kuracağımız bağlantılardan bize akacak olan ideolojik-siyasi-örgütsel birikimdir.
Bu konuda solun genel durumuna baktığımızda, herkesin kendisine durumumuza “daha iyi” desekde, tarihimizle aramızda giderek büyüyen bir kopmanın başladığını görmek zorundayız. Tarihle koptuğumuz ölçüde ideolojik-siyasi çizgiden, örgütsel deneyimlerden, gelenek ve değerlerimizden kopacağımızı görmek zorundayız.
Bugün halklarımızın içine düşürüldüğü cenderenin yaratıcıları ve uygulayıcıları karşısından duyduğumuz öfke ve kinimiz pratiğe dönüşmedikçe çokta bir anlam ifade etmemektedir. Çünkü kin öfkeden öte bu yaşanan rezilce sürece neden yanıt olmadığımızın sorusu ve yanıtı asıl olarak bizim önümüzü açacaktır. Faşist diktatörlük bu pespaye haliyle halklarımıza bu zulmü yaşatıyorsa, öncelikle kendimizi sorgulamak ve tarihimizden, gelenek ve birikimlerimizden ne kadar öğrendiğimizin göstergesidir.
Bunun içindir ki 6 Mart şehitlerinin katledilişinin yıl dönümünde onları anarken, onların yaşam, pratikleri ve yaratıkları gelenek ve değerler üzerinde yeniden yoğunlaşmak, dersler çıkarmak bugün ki pratikte kendimize rehber edinmek önemlidir.
Şehitlerimizin bizlerden emperyalizme, oligarşiye ve faşizme karşı daha sağlam bir duruş ve daha kararlı, daha bilinçli, programlı atılımlar, hamleler beklediğini unutmamalıyız. Çünkü onlar bütün yaşamları boyunca bunu yaptılar ve bizde de bunu ileriye taşıma görevini devrettiler.
Şehitlere devrim sözümüz var, sözümüzde duracağız!
6 Mart şehitleri ölümsüzdür!
Yolumuz devrim yolunda ölümsüzleşenlerin yoldur!