Bundan 11 yıl önce, tarih 27 Nisan 2009’u gösterirken yok edilmeye, unutulmaya çalışılan savaşkan sosyalizmin ve onun öncüsü Devrimci Karargâh Komutanı Orhan Yılmazkaya’nın “Kavga sürecek” sesiyle yankılandı İstanbul bir kez daha. Mart’tan Nisan’a, Nisan’dan Mayıs’a gerek bizler açısından gerekse bir bütün olarak Türkiye devrimi açısından önemli aylardır. Mücadelemizin öncüleri, onun yaratıcı önderlerini yitirdiğimiz aylardır. 30 Mart Kızıldere’den 6 Mart’a, 16-17 Nisan’a, 27 Nisan ve 1 Mayıs’tan 6 Mayıs’a, 18 Mayıs’a uzanan öncü direnişler. Devrimci olmanın, öncü olmanın örnekleri. Çünkü onlar çok iyi biliyorlardı ki; devrimcilik, sadece baskıya, sömürüye, adaletsizliklere, eşitsizliklere karşı verilen bir mücadele değil, insana, insani değerlere sahip çıkma mücadelesidir aynı zamanda. Devrimcilik, sadece egemenlerin baskı ve zor aygıtları karşısında fiziki bir güç olmayı değil, ondan daha fazla ideolojik-kültürel boyutta güç olmayı gerektiren bir mücadeledir. Devrimcilik, yaşamın her alanında üretken, yaratıcı, alternatif insan olmayı gerektirir. Çünkü devrimcilik yol açan, yol gösteren olmak, dünyayı yorumlamaktan öte, onu değiştirmeyi hedeflemenin adıdır. İşte Orhan yoldaş kendisinden öncekilerin ardılları olarak bunun simgesi, devamcısı ve yaratıcılarındaydı.
Bugün işte onları anarken salt methiyeler dizmek değil onların gösterdiği yolda yürümek, bunu bilinç ve karalığıyla donanmak çok daha önemlidir. Bu günlerde bir bütün olarak insanlık zorlu bir süreçten geçiyor. Bu sözü her dönem yaşamımızın ve öncülerimizi andığımız her dönem nerdeyse artık bildik bir sözümüz oldu aynı zamanda. Çünkü emperyalist- kapitalist sisteme ve faşizme karşı yürüttüğümüz özgürlük ve devrim mücadelesinde hiçbir şey kolay değildir. Ezilen halkların yaşadığı zulüm koşulları her zaman onlar için zor ve sıkıntılı olmuştur. Çünkü emperyalist-kapitalist sistem daha çok kâr hırsı ve hâkimiyet kavgası, çatışmaları ve krizlerini aşmak için her dönem insanlığa, doğaya karşı suç işlemekten geri durmuyorlar. Bu hırslarının bedelini de her dönem halklarımıza ödettiler/ ödetmektedir. Bunun içindir ki “zorlu bir süreçten geçiyoruz” sözünün yaşamımızdan çıkmasının biricik yolu bağımsızlık, özgürlük mücadelesini ancak başarıya taşımamızla mümkün olacaktır.
Bölgesel savaşlar, ekonomik savaşlar vb derken Covid-19 virüsüyle bir yanda yaşam alt üst olurken, böyle devam ederse diğer yanda insanlığı daha korkunç bir geleceğin beklediği aşikâr. Her şeye rağmen yine bedel ödeyen emekçi halklar, yoksulların olacağı gün gibi ortada. Bunu alt etmenin tek yolunun da devrimciliği “yapıyormuş” gibi değil, gerçek anlamda devrimcileşmekten ve devrim mücadelesine kilitlenmektir.
AKP-MHP faşist ittifakı çöktü, çöküyor, ya da kapitalizm çöküyor, sonu geldi gibi ajitatif sloganlar atmak, koca koca tespitlerin havada uçuşturmakla birsey olmuyor. Zira bunların tek başına yaşamda hiçbir karşılığı yoktur. Bunları sıralayarak liberalizmin dümen suyunda kaybolmak, ona mahkûm olmakla bunların hiçbiri olmayacaktır. Evet AKP-MHP faşist ittifakı ve Türkiye oligarşisi çöküntü içinde. Bir o da değil, bir bütün olarak kapitalist sistem büyük çıkmaz ve kriz içinde ama bu tek başına bir anlam ifade etmiyor, eğer bunu alaşağı edecek bir perspektif ve duruşumuz yok ise kapitalizm de, faşizm de kendisini yenide onaracak krizini aşacaktır. Yıkılıyorlar, çöküyorlar demekle bir şey yıkılmıyor çökmüyor da. Bunun içindir ki “yapıyormuş” gibi değil gerçekte yapmaktır devrimcilik.
Bunları söylerken kuşkusuz bizler toplumsal koşullar var olamadan devrime kalkışanlar değiliz. Toplumsal devrimin gerekliği, insan iradesinden bağımsızdır. Ama tarih ve toplumsal gelişme bunu zorunlu kıldığı anda, tarihin yasaları bunu kaçınılmaz kıldığı anda devrim diyoruz. Bu da bugün yaşadığımız koşullarda fazlasıyla mevcuttur. Bundandır ki, böylesi toplumsal koşullar oluştuğunda, devrimi kimsenin engellemeye gücü yetmez. Bu konuda gerek tarihsel gelişmeler gerekse Marksizm bizlere çok net olarak yol göstermektedir.
Marksizm toplumsal gelişmenin yasalarını çözümlemekte iki yönde ele alır; Birincisi, toplumsal gelişmenin maddi bir temeli olmalıdır. Bu toplumsal gelişmenin, devrimin nesnel temelidir. İkincisi ise, bu nesnel temel üzerinde insan eyleminin rolüdür. Bunun ise birincisi determinist (nedensellik-gerekçilik) yönü ikincisi vololantarist (iradecilik) yönüdür ki ülkemizde bu iki süreç iç içe geçmiştir.
Devrimcilikten bizim anladığımız budur. Yıkılıyorlar, çöküyorlar, yıkılacaklar gibi sloganlarla bir şey yıkılmaz da çökmez, zira çökmüyor da.
Onun içindir ki, bugün ölümsüzlüğünün 11’inci yılında destansı direnişiyle bizlere büyük miras bırakan ve yürünecek yolu gösteren Komutan Orhan Yılmazkaya’yı andığımız bugünlerde devrimciysek devrim diye bir iddiamız varsa o “yıkılıyor, çöküyor” demenin nasıl yıkılacağı- çökeceğinin anahtarı buradadadır. Liberalizmin-reformizm ve umudunu devrimde, sosyalizmde değil de sitemin terbiye edilmesinde arayanlar silahlı mücadele ve devrimci kararlığa, direnişe saldırırlar-/saldırıyorlar.
Tarih unutulmuyor ve yok edilemiyor. O destansı direnişin faşizmin beyninde yüreğinde yarattığı korku ve panikle yoğun bir saldırı ve linç kampanyası başlattı. Bu saldırı karşısında sinenler, pusanlar bu saldırının bir parçası ve yürütücüleri olmaktan geri kalmadılar. Düşmandan çok “sol” adına bir kesim adeta düşmanın bu saldırısını kendilerine görev edindiler. Öyle oldu ki, MİT raporlarında bile “bizim yaptığımızı sol fazlasıyla yaptı” diye geçti. Ve bugün bunun unutulduğunu sananlar, dün dündür bugün bugündür mantığıyla Orhan yoldaşa methiyeler dizmekte. Ama bizler çok iyi biliyoruz ki onların bu tutumları çoktan tarihin utanç sayfalarına geçti ve direnenler halkın yüreğinde, belleğinde yerini çoktan aldı ve nesilden nesille bugünlerden yarınlara kök salarak devam ediyor.
Bunun içindir ki tarih ve geleceğin kapılarını açan irade, gelenekten geleceğe, öncü fedai kuşağın devamcısı komutan Orhan yoldaş cüretini ve bilincini kuşandığı öncü kuşağın devamcısı ve layığı olduğunu dost düşmana kavgasıyla ispatlamakla kalmadı yeniden beyinlere yüreklere kazıdı.
Buradan doğru mücadelede ki tıkanıklığın aşılması ve faşizmin kuşatmasını kırmanın yolu ve başarısı 27 Nisan Bostancı’daki direniş ve mücadele hattı, faşizmin yıllardır yasakladığı Taksimde 1 Mayıs kutlamasının önünü açmak zorunda kaldı. Taksim’i ele geçiren devrimci 1 Mayıslara yol açtığını unutmamak gerek.
Mart’lardan Nisan’lara, Nisan’lardan Mayıs’lara uzanan devrimci direniş geleneğini sahiplenmek, geliştirip güçlendirmek, haklarımızın özgürlük ve devrim umudunu gerçekleştirmektir.
Orhan yoldaşın destansı direnişi ve verdiği mesaj iyi kavramak, bunu bilince çıkarmak devrimin önünün açmaktır.
İşte bu bilinç ve kararlılıkla, Komutan Orhan Yılmazkaya yoldaşı anarken, öncü devrimciliği bu perspektifle yaratma hedefiyle bir kez daha geçmişten geleceğe doğru dersler çıkarmak bu ruh ve bilinçle mücadeleye daha sıkı sarılmak temel görevimiz olmalıdır.
Komutan Orhan Yılmazkaya yoldaş ölümsüzdür!
Yolumuz devrim yolunda bayraklaşanların yoludur!
Mart’lardan Nisan’lara, Nisan’larda Mayıs’lara gelenek sürüyor!
Devrimci Cephe
26 Nisan 2020