2020’LER: İSYANLARDAN DEVRİMLERE…

Devrimci Sosyalistler

Devrim Hareketini yaratma

yoluna girmişlerdir.

Mahirlerin yolunda

yürümenin bugün anlamı ve

pratik karşılığı budur!

21 yüzyılın yirmi yılını geride bıraktık. İlk iki on yılda tüm dünyayı sarsan büyük mücadeleler yaşadık, önemli mücadele deneyimleri biriktirdik.

Yeni bir yılın, yeni bir on yılın başlangıcındayız. Pek çok siyasal analizci yaşadığımız yüzyıl ile, geride bıraktığımız 20. yüzyıl arasında çeşitli paralellik kuruyor ve dünyadaki çatışmaların gelişme seyrine bakarak, geride bıraktığımız yirmi yıl, ile 20. yüzyılın ilk yirmi yılındaki alt üst oluşların benzerliklerinden hareketle, önümüzdeki on yılında benzer özellikler taşıyacağını ileri sürebiliyor.

Evet benzerlikler var, fakat geleceği geçmişten çıkaramayız. Anlamak için geçmiş iyi bir öğretmen olabilir ve yararlanmalıyız. Fakat gelecek esas olarak bugün ve geleceğin çelişki mücadeleleri içinde kurulacak.

1990’da reel sosyalizmin çöküşünden, 1999’da Seatle’da anti-kapitalist küresel mücadelelerin startının verilmesi arasında geçen yaklaşık 10 yıllık kısa parantezde proletarya ve onun özgürlük ve komün mücadelesini gömme telaşı vardı tüm dünya ölçeğinde…

1999’un ardından geçen yirmi yıl apaçık gösterdi ki, kapitalizm için huzur yok, kapitalizmin barışı da yok. Hem kendi çelişkilerinin olağanüstü derinleşmesi nedeniyle, hem de proletaryanın ve tüm ezilenlerin büyük tarihsel mücadelelerinin geriye dönüşü bağlamında, tüm dünya, kapitalizmden türeyen yada onun tarihsel olarak kendisinden önceki sınıflı toplumlardan devraldığı ve yeniden ürettiği çelişkilerin ve büyük çatışmaların arenasına dönüşmüştür.

2019 bu bağlamda, adeta 1990’dan bu yana son otuz yılda gelişen bütün çelişki, çatışma ve mücadelelerin en yaygın ve en rafine bir görünümünü sunan yıl oldu.

Adettendir sorulur, geride bırakılan yılın en önemli olayı neydi, yılın kişisi kimdir?

Yanıt açıktır: İsyanlar ve sokaktaki mücadele eden yüz milyonlar… Ve şunu kesin biçimde daha şimdiden söyleyebiliriz; önümüzdeki on yılların da en önemli olay/ı/ları isyan ve devrimler olacaktır. Kapitalizm için cehennemin kapıları bir kez daha ardına değin açılmıştır.

Bu basitçe bir münecimlik yapma hevesi yada hamaset söylemi değildir. 1999’da Seatle’da başlayan büyük anti-kapitalist dalga çeşitli görünümler altında ısrarlı ve giderek büyüyen bir tempoyla sürmektedir. Neoliberalizme ve gerici-faşist devletlere karşı direniş ve isyan bağlamında anti-kapitalist isyan ve halk hareketleri gerek ülkesel ve bölgesel çapta, gereksel küresel çapta hiç durmadan devam etti. Latin Amerika’da yükselen halkçı sol dalga, 2008 krizi sonrası dünya ölçeğindeki büyük mücadeleler, Arap baharı… Sadece bu da değil, ekolojik mücadele, kadın mücadelesinin öncülük yaptığı cins mücadelesi, ulusal baskılara karşı direniş de geride bıraktığımız iki on yılda artan bir tempoyla ivmelendi. Ve 2019 bütün bu ülkesel, kıtasal, bölgesel, parça direniş, isyan ve protestoların adeta kesişip dünya ölçekli büyük bir dalgaya dönüştüğü yıl oldu. 40 ülkede isyan ve büyük direniş dalgası yüz milyonları özgürlük, eşitlik ve insanca yaşam talepleriyle harekete geçirdi. Ekolojik mücadele İklim İsyanı bağlamında çocuk ve gençleri tüm dünya ölçeğinde milyonlarla saflarına katarak büyük bir mücadele dinamiği olarak ortaya çıktı. Kadın mücadelesi gerek bu isyanların içinde, gerekse kendi öz eylemleriyle kapitalist dünya sistemine içkin olan verili ataerkil tüm ilişki sistemini derinden sarstı ve bir kez daha toplumsal mücadeleler alanına geriye dönüşsüz olarak ağırlığını koydu. Üstelik pek çok durumda öncüleşerek…

Toplumsal mücadelelerin ve isyanların bu gelişim seyrini kapitalizm durdurabilir mi?

Hiç kuşkusuz, bu, kapitalizmin en önemli amaçlarından biri, hata birincil olanı. Tüm dünyada yeniden ve hızla gelişmekte olan yeni faşist dalga, çoktan tekno-güvenlik devletlerine dönüşmüş olan kapitalist devletlerin siyasal formunu oluşturuyor. ABD, İngiltere, Avusturya, Macaristan, Polonya, Rusya, Türkiye, Brezilya, Hindistan, Mısır, Filipinler vb ülkelerde somutlaşan ve hızla yayılmakta olan devletlerin yeni faşist çizgi temelinde dönüştürülmesi politikası, aslında dünya ölçeğinde emeğin ve toplumsal mücadelelerin disipline edilmesinin başlıca aracına dönüşüyor. Emeğin/proletaryanın/ tüm ezilenlerin direnişine, isyanına verilen yanıt tekno-güvenlik aygıtları temelinde devletlerin yeni faşist politikalar temelinde restore edilmesidir.

Yaklaşık 20 yıldır karşılıklı hamlelerle süren bu çatışmada gelinen noktada, tüm teknolojik ve politik olarak restore edilen kapitalist devletlerin başarılı olamadıkları apaçık ortada. Farklı bileşenleriyle toplumsal isyan ve mücadelelerin büyümesinin ve giderek daha büyük bir şiddetle ortaya çıkışlarının önünü alamıyorlar. Üstelik toplumsal isyan ve mücadeleler herhangi bir birleşik örgütlülüğe, hatta bildik anlamda bir örgütlülük sahip olmamalarına, programatik olarak onları birleştirecek bir ufka sahip olmamalarına rağmen, bütün bu zayıflıklarına rağmen sistem onları bastırmayı başaramıyor.

Bu tablo kendi içinde tüm bileşenler için pek çok açıdan çelişkili, kararsız ve dengesizdir.

Emperyalist-kapitalist dünya sistemi bağlamında tabloya baktığımızda görünen şey; kurulu/kurulmaya/ korunmaya çalışılan emperyalist ilişki düzeneklerinin her yerinden çatırması, parçalanmaya, dağılmaya yüz tutmasıdır… Bu noktada belirleyici faktör, kapitalist dünya sisteminin olmazsa olmazı olan kendini genişletilmiş tarzda yeniden üretme imkanlarının artık tükenmekte olmasıdır. Bu bağlamda, birincisi, dünya nüfusunun proleterleştirilmesi süreci hemen hemen tamamlanmıştır, yani artık-değer üretebilir nüfusun sınırlarına varılmıştır/varılmak üzeredir. İkincisi, emeğin/emek gücünün -sadece fabrika/işyerinde üretim ve belirli/düzenli çalışma zamanları bağlamında değil-, bütün üretim kapasitesi bağlamında mekanın ve belirli zaman dilimlerinin ötesinde metalaştırılması ve kapitalist üretim, dolaşım ve tüketim zincirine eklemlenmesi sürecinin de sınırlarına varılmaktadır. Bunun anlamı, emperyalist-kapitalist dünya sisteminin daha ilk ortaya çıktığı andan bu yana yaşadığı devrevi ve genel krizlerinin ötesinde, kendi içine çökmeye başladığıdır. Durumu tanımlayan kavram kriz değil, birbirinin üzerine binen yerel ve genel krizlerle biçimlenen çöküştür…

Emperyalist-kapitalist dünya sisteminin bütün bileşenleri bu gerçekliğin az yada çok farkındalar ve olanca güçleriyle artık nesnel sınırlarına dayanmış olan sömürü imkanlarını sürekli kılmak ve kendi paylarını büyütecek tarzda yeniden paylaşmak için, sömürünün nesnesi olan emeğe/emekçi insanlığa/proletaryaya, ezilenlere ve doğaya ve sömürüden pay alan rakiplerine en sert ve vahşi yöntemlerle saldırıyorlar. Kendi aralarında giderek sertleşen ve daha fazla savaş ve yıkıma yol açan sert mücadelelere girişiyorlar. 2019’da bu açıdan da kritik gelişmelere sahne oldu. ABD ile Çin arasında başlayan ticaret savaşı neoliberal küresel dünya ekonomisi düzeninin dayanaklarının, artık açık çatışma yoluyla yıkılmaya başladığının ilanıydı. ABD emperyalizmi sadece Çin’e değil, dünyanın dört bir yanına yeni gümrük vergileri salarak, dünya kapitalist sisteminin ekonomik temellerini oluşturan ikili ve çoklu ekonomik anlaşmaları ve kurumları yıkmaya dönük hamleler yaparak yada son birkaç yıldır yaptığı bu türden hamleleri büyütüp somutlaştırarak, dünya kapitalist sistemini yıkıcı belirsizliklerle dolu bir mecraya itiyor. Ortadoğu’da nüfusun ezici çoğunluğuna sahip olan devletler; Afganistan, İran, Türkiye, Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Yemen, BAE, Libya, Filistin, İsrail açık veya örtük biçimde şu veya bu düzeyde savaşlara sahne oluyorlar. Batılı emperyalistlerin askeri hegemonyasının başlıca aracı olan NATO, Fransa’nın deyişiyle “beyin ölümü” yaşıyor. AB’de İngiltere’nin ayrılışı, 2019’da yapılan seçimleri Trump’ın ikizi Boris Johnson’un kazanmasıyla kesinleşti ve böylece AB gemisi ağır bir darbe aldı. Rusya, bir yandan daralan ekonomisinin yarattığı ağır ekonomik ve toplumsal sorunlarla yüz yüze iken, bir yandan da ABD emperyalizminin yeni yönelimlerinin yarattığı boşluk alanlarından yararlanarak siyasal ve askerini gücünü geliştirmeye çalışıyor. Bu durum, özellikle Avrupa ve Ortadoğu’da çelişkileri ve çatışma zeminlerini büyütüyor. Çin ve Hindistan’ın gibi dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 30’unu barındıran ülkelerin büyüme temposu düşüyor, ABD emperyalizminin yeni politikaları karşısında sersemliyorlar. Bir yandan da kendi içlerindeki derin ulusal, dinsel ve sınıfsal parçalanma ve çatışma süreçleri hızla büyüyor. Bu gelişmeler içinde yeni faşist politikalar hızla tüm emperyalist kapitalist dünyada yaygınlaşıyor. Emperyalist ülkelerde liberal-muhafazakar, liberal-sosyal demokrat-mufazakar ayrımları üzerine kurulu düşünce dünyası, politik ufuk, devlet sistematiği ve kurumlaşmalar çözülüyor ve etkisizleşiyor. Bütün bu gelişmelerin başat aktörü elbette sistemin başat gücü, hegemonu ABD emperyalizmi. Trump ve ekibinde cisimleşen politika ve stratejiyi kontrol edilebilir kaos yaratarak dünyayı yeniden dizayn etme stratejisi olarak tanımlayabiliriz. Liberallerin, Trump’ın abuk subuk faşizan yalan ve söylemlerinden hareketle “post-truth” (hakikat sonrası) dönem olarak kodladıkları içinden geçtiğimiz süreç, aslında emperyalist-kapitalizme içkin bir olgu haline gelmiş olan faşizmin, sadece sömürge ve yeni-sömürgelerde değil, bir kez daha sistemin bütününde olanca dehşetiyle geldiği bir süreçtir. Daha da tam olarak, bugün Trump ve ekibi tarafından devreye sokulmuş olan ve tüm sistemi bir belirsizlikler ve çatışmalar denizine sürükleyen, kontrol edilebilir kaos yaratarak dünyayı dizayn etme stratejisinin liberallerde yarattığı dehşetin ve çaresizliğin ifadesidir “post truth”. Bu kaos planının en olası sonucu, sistemin çözülme sürecini aynı zamanda büyük savaşlarla gelişecek bir dağılma ve parçalanma sürecine dönüştürmesidir.

Emeğin/proleteryanın/ezilenlerin cephesi, yani bizim cephemizde belirsizlik, dengesizlik ve iç çelişkilerle dolu…

Öte yandan, şunun altını kalınca çizmek gerekiyor; emeğin/proletaryanın/ezilenlerin isyan ve direnişlerinin politik ufku net biçimde anti-kapitalisttir ve en elemanter düzeyde özgürlükçü, eşitlikçi ve dayanışmacıdır. 2019’un bütün isyanlarında bu nitelikler bir kez daha apaçık biçimde görülmüştür. Tüm isyan ve direnişlerin ana hareket noktası dünya kapitalist sisteminin işleyişi içinde türeyen çelişkiler ve ortaya çıkan ağır yıkımlardır. Son 20 yılın bu mücadeleleri 2019’da dünyanın neredeyse bütün kıtalarda görülen isyan hareketleriyle bir kez daha sınanmış ve isyanların anti-kapitalist kararkterinin giderek güçlendiği apaçık görülmüştür. Fakat isyan ve direniş hareketleri henüz kapitalizmi aşan yeni bir paradigmaya, ufka sahip değiller. Diğer yandan, isyanlar artık aylarca süren ve daha güçlü kitlesel isyan örgütlülükleri yaratmaya başlamıştır. Örgütlülük bağlamında bu önemli bir ilerlemeyi ifade etmektedir.

Proletaryanın ve ezilenlerin mücadeleleri ağırlıklı olarak reaksiyoner nitelik taşıyor. Kapitalist sistemin şu veya bu saldırısına karşı tepkiyi, protestoyu ya da isyanın dışavurumu olarak gelişiyorlar. Bunlar Fransadaki Sarı Yelekliler hareketi gibi uzun soluklu ve kendi iç örgütlülüğünü yaratan ve oldukça genel de olsa bir talepler listesi ortaya çıkaran başlangıç noktasına göre oldukça ileriye sıçrayan hareketlere dönüşebiliyorlar. Lübnan’daki isyan hareketi de benzer özellikler gösterdi. Çoğu durumda ise sistem saldırılarına hızla reaksiyon gösterme ve saldırıyı püskürtünceye değin, yada daha kısa süreli bir sürdürme söz konusu oluyor.

Hiç kuşkusuz, baştan itibaren iyi hazırlanmış, talepleri ve örgütlülüğü uzun bir tarihsel arka plana sahip olan ulusal hareketler/isyanlar da (Katalonya gibi…) söz konusu. İklim hareketi de hem dünya ölçekli olması, hem de ele aldığı sorun alanı oldukça net olması ve Greta Thunberg şahsında bir öncüyü sahip olması bağlamında özgün bir yapıdadır. Ancak genel olarak ele alındığında yönetici bir örgütlülük yoktur ve reaksiyon tutumları aşan ve reformlar bağlamında somut ve ileri bir talepler listesi bulunmuyor. İsyanlar ve büyük eylemlilik dalgalarında son 10 yılda öne çıkan olgu bu süreçlere öncülük eden herhangi bir önderliğin olmaması. Hiç kuşkusuz, pek çok öncü parti iddialı yapılar ve sendikalar bu süreçlerin içinde yer alsa, hatta oldukça aktif olabilisede, bu süreçlere katılan milyonlar nezdinde öncü olarak kabul edilen bir örgütlülük ortaya çıkmıyor. İsyanların içinde yer alan Marksist hareketlere karşı geniş direniş ve isyan kitlelerinin güvensizliği hala sürüyor. Bu Marksizm iddialı hareketlerin ise bu tabloyu aşmanın oldukça uzağında olduğu görülüyor. Sonuçta, Hareketler kendiliğindenci nitelik taşıyor. Genel olarak reaksiyon boyutunu aşan bir programatik perspektif de üretilemiyor. Reaksiyonerlik, somut talepler bütünü oluşturmama, öncü reflekslerin ve örgütlülüklerin zayıflığı vb. unsurlar, hızlı hareket etme, daha geniş kesimleri harekete geçirme vb. gibi avantajlar sağlasa da, esas olarak hareketlerin sistemi güçlü biçimde darbelemesinin önüne geçtiği gibi, sistemin hareketi asimile etmesi içinde gediklere dönüşüyorlar. İsyanları parçalamak içine sızmak, örgütlülüğü güçlü olan gerici partilerin tıpkı Arap baharında olduğu gibi isyanların kazanımlarının üzerine oturması, geleneksel düzen partilerine olan tepkiyi kullanarak kitleleri milliyetçi, ırkçı partilere doğru çekme…

2020 yılının başlarında iki büyük cephenin dünya ölçeğindeki nesnel gerçekliğinin ana başlıkları bu noktalarda somutlaşıyor. Görüldüğü üzere, oldukça büyük çelişkilerle, dengesizliklerle ve çatışmalarla yüklü bir yıla/onyıla başladık. Belirsizlik, yönsüzlük ve olayların/ süreçlerin/çatışmaların hızlanması bugünkü başlangıcı/ durumu tanımlayan ve kısa-orta vadede de şu veya bu düzeyde tanımlayacak kavramlar olacak.

Devrimci sosyalistlerin ve tüm direniş/isyan güçlerinin önündeki temel sorun, güçlü olunan noktaları büyütmek ve zayıf olunan noktaları güçlendirecek bütünlüklü bir teorik-politik ve pratik perspektif üzerinden dönemin Devrim Hareketini yaratmaktır. İsyan ve direnişten Devrimlere sıçrama zamanıdır.

Bu noktada, kolay reçeteler yok. Devrim Hareketini yaratmak, her şeyden önce devrimci öncü pratikte somutlaşır. Devrimci öncü pratik ise fikir, örgüt, kadro, taktik vb. devasa bir arka plan üzerinden geliştirilebilir. Hiç kuşkusuz bunlardan hareketle ucu bucağı belirsiz hazırlık süreçlerinden söz ederek ipe un sermek devrimcilikten vaz geçmek demektir. Devrim Hareketini yaratmak somut pratikle içiçe, somut bir hareket planı temelinde, güçleri bir araya getirme, temel yapı taşlarını oluşturma, somut mücadele zeminlerinde mevzilenme vb tüm temel faaliyetleri organik bir bütünlüklü içinde geliştirmek anlamına geliyor.

Bu bağlamda; devrimci sosyalizmi özgürlük, komün ve devrimin güncelliği perspektifiyle bütün düşünsel bağlamlarda üretmeye zemin olacak bir düşünsel başlangıç noktası oluşturmak gerekiyor. Bu esas olarak mevcut birikimimizin eleştirel bir toparlanması biçiminde olacaktır. Başlangıç noktası büyük açılımların hareket noktasıdır.

Devrim Hareketi, ancak sağlam bir kadro-kitle zemininde başlangıç yapabilir. Kitlesel olmayacağı açıktır. Ancak kendi içinde net ve tutarlı bir kadro-kitle birikiminin varlığı olmazsa olmazdır. Bu noktada ayın kaygıyı paylaşan ve aynı ufka bakan tüm devrimcilerin somut pratik adımlar içinde güçlerini biraraya getirmesi zorunludur. Protokolleri, örgütçülük oyunu olarak gelişen bürokratik saçmalıkları bir kenara bırakarak, Devrim Hareketi hedefiyle biraraya gelişi değişik düzeylerde örgütlemek bütün devrimciler için öncelikli görev durumundadır.

Bu noktada lafı uzatmaya gerek gerek; ayrıntılar ve her bir örnekte sürecin nasıl gelişeceği somut koşullar içinde belirlenecektir. Fakat bugün hem Türkiye bağlamında hem de dünya ölçeğinde tüm devrimci sosyalistlerin asli görevi somut bir hareket planı temelinde asgari ideolojik birlik, bütün örgütsel ve pratik güçleri birleştirmek ve bütün işleri isyan ve direnişlerin asli unsurları olma çalışmaları içinde yaparak dönemin Devrim Hareketini yaratmaktır.

Kendi küçük statükolarını üretmek için devam eden tasfiyeci süreci sürdürenleri tarih af etmeyecektir. Ya sağcı tasfiyeci siyaset simsarlığı, ya Devrim Hareketini yaratmak; ara yol yoktur. Devrimci Sosyalistler Devrim Hareketini yaratma yoluna girmişlerdir. Mahirlerin yolunda yürümenin bugün anlamı ve pratik karşılığı budur!

Sosyalist barikat

Önceki İçerikİdlib nasıl bu hale geldi, şimdi ne olacak?
Sonraki İçerikSuriye savaşı halklarımızın değil, sarayın savaşıdır